“Türk sineması” veya “Türkiye sineması” terimlerinden
hangisini kullandığımızın ne kadar önemi olduğu aslında tartışmalı bir konu. Anlaşabildiğimiz
müddetçe hava hoş. Ama yağmur duasına çıkan biz, yağınca ıslanan biz. Kullanımların
ikisi de kendi itirazını yaratıyor ve kendi handikaplarını taşıyor. Biri diğeri
tarafından kapsayıcılıktan uzak hatta etnik bulunuyor, diğeri ise dil
alışkanlıkları bakımından zorlama, ulusçuluğa karşı azınlık milliyetçiliği
hassasiyetli bir terim olarak görülüyor.
Aslında çok önemli olmayan ama kompleks bir sorun bu. Sinemayı
günümüzde ulusal sınırlara hapsetmek gittikçe zorlaşıyor. Ülkelerdeki pek çok yönetmenin
filmi ulusal bir ortaklık taşımayabilir. Oysa pek çok ülkeye yayılan aynı
ulusun mensupları ortak bir dil kurduysa bu sinema milletlerinin ismiyle
anılabilir. Bu, yani sinemayı millet/ulus/ülke isimlerine hapsetme, benim
tercihim değil ama dilde kolaylık sağladığı ortada.
Tarihsel olarak 20. yüzyıl ulus devletlerin ve
ulusal-milliyetçiliğin yüzyılıydı. Haliyle yeni ortaya çıkan sinema ekolleri o
ülkelerin milletlerine verilen adla anıldı ve kabul gördü. İstisnalar yok değil. Çabucak uluslaşan
Amerika, Yugoslavya, Sovyetler gibi. Bu konuya -tekrara düşmek pahasına-
döneceğim.
KAVRAMLARA DOLDUR
BOŞALT
Tanımlar günün mevcut gerçekliğine göre yapılır ve gelecekte
de var olmak üzere dile yerleşir. Bu bir tasnif sorunudur aynı zamanda, tasnif olayın
tam kaynağında yer alır ama sorunun vücuda gelmiş hali esasında linguistik ve
literatüre dairdir.
Dil, kişilerin iletişim kurması için, gene kişiler tarafından
oluşturulmuş bir olgudur. Bir doğası ve özü olamaz; dönüşür, değişir. Ama bu
değişim eşitsiz ilerleme gösterir. İhtiyaç varsa dil hemen adapte olur, yoksa
içine almayı reddeder. O yüzden dijitalleşme çağında İngilizce kökenli
elektronik terimleri hemen kullanmaya başlarız ve daha sonra Türkçelerini bulsak
da eski hallerini kullanmaya devam ederiz. Örneğin, “e-posta” gayet anlamı
karşılayan, Türkçe bir kelime olmasına rağmen “e-mail” sözünü daha çok
kullanırız. E-postanın bugün e-maille birlikte kullanılma sebebiyse yıllar
sonra değil, muadiline yakın bir zamanda literatüre girişidir. Bazen çok
mantıklı görünen bazı kelimeler hiç kabul görmez çünkü ihtiyaç yoktur. Dile
tepeden kaide koyamayız.
İnsanlar dildeki terimlere, kelimelere başka anlamlar
yüklemeye kalktığında ve “bence öyle değil” demeye başladığındaysa bir iletişim
kopukluğu meydana gelir. Elmaya portakal demeye başlamak elmayı portakal
yapmayacağı gibi, araya bir de tepesinden düşeceğimiz bir Babil Kulesi diker,
anlaşmayı imkansız kılar. “Türkiye sineması” teriminin bu denli radikal bir
tercih olmadığını kabul etmek ve düşünmekle beraber, çabanın zorlama olduğunu,
daha kötüsü de bir işe yaramayacağını düşünüyorum.
Pozitif ayrımcılık adına dille yapılan oynamalar sonuç
vermediği gibi, çoğu koşulda da sorunu büyüttü. (“Zenci” kelimesinin
kullanımına gösterilen “siyahi” hassasiyetini ele alalım. Afrika kökenlilere “gündüz
feneri” dışında karşı ırkçı bir aşağılamamız bulunmazken, şimdi kendimize bir
hareket daha icat etmiş olduk.)
Dille oynayıp olguları değiştirmeye çalışmak hayli nafiledir
çünkü dil sorunu çözmez, sorun dili çözer. Ülkemizdeki önemli sorunlardan başlıcası
“Kürt sorunu”dur, bunun sinemaya yansıması da kimseyi gücendirmemek adına iyi
de bir niyetle “Türkiye Sineması” oluyor haliyle.
ALMAN VE ARJANTİN
SİNEMASI ÖRNEKLERİ
Akla gelen iki sorudan birincisi şu: “İtalya, Almanya, Fransa
sineması” demeyip “İtalyan, Alman, Fransız sineması” derken “Türk sineması”
terimine neden itiraz ediliyor? Gayet mantıklı bir soru. İkinci soru da buna
bağlantılı aslında: “Arjantinli, Brezilyalı, Şilili sineması” da demeyiz. Bu
sinemalara niye ülke isimleriyle hitap edip, örneğin, “Arjantin sineması” diyoruz
o zaman? Hani standart?”
Dilde yüzde yüz standart olabilecekmiş gibi hareket etmek
yanlış bir akıl yürütme. Yukarıdaki olayın sebebi de aslında basit. Alman,
Fransız, Slovak gibi ulusların isimleri, çok önceden beri bilinir ve Türkçeye
yerleşmiştir. Oysa Şili, Brezilya ve Arjantin’de bu farklıdır. Çünkü bu ülkeler
genelde göçle oluşmuş, tarihi pek yeni, hâlâ da uluslaşmaya çalışan ülkelerdir.
Biz -lı, -li, ekini getirip Brezilyalı, Arjantinli demişiz, işin kolayına kaçarak.
(İngilizler de aynısını yapmış: French cinema, Brazilian sinema) “Hadi artık
Brezilyalılara Brezil diyelim” demenin kulağa saçma geldiğinin farkındasınızdır.
Oranın insanları da orada olmalarına rağmen geldikleri kökenden kopamamış ve
kendilerini bir “ülkeli” olarak ilan etmişler. O yüzden onun doğrusu da ülke
adı kullanarak “Arjantin sineması” demek. Başlıca istisnamız -aklıma geldiği
kadarıyla- üç tane: Amerikan, Yugoslav ve Sovyet sineması. Bunlar edindikleri
kuvvet sebebiyle kendilerini üst kimlikle tanımlayan iki süper güç ve “bağıntısızlar”
hareketiyle kendine etki sağlayan bir bölgesel güç…
Demek ki bu önce dilsel bir açmazdır. Buradan yola çıkarak “Türk
sineması” demek en azından dili daha iyi kullanmak açısından isabetli. Türkiye’de
bir tek Türklerin yaşamadığını biliyoruz ama Fransa’da da bir tek Fransızlar
yaşamıyor. Fransız sineması içine Fransız etnik kökenlilerin filmlerini de
Cezayir kökenlilerin filmlerini de alıyor. Aynı Türk sinemasının Kürt kökenlilerin
filmlerini de kapsayabileceği gibi. Peki, varsayalım ki 6 ay Fransa’da 6 ay
Cezayir’de yaşayan bir yönetmen olsun. Bu adamın Fransa’da Fransızca ama tüm kadrosu
Cezayirlilerden oluşan bir kastla çektiği film hangi sinemaya dahil edilmeli?
Sorun, tasnifi tek düze düşünmekten ortaya çıkıyor. Film ekolü ille de ulusal (milli
ya da ülkesel) bir temele oturmak zorunda değil çünkü.
KÜRT SİNEMASI “SÖZDE”
DEĞİL
Filmler belli açılardan ortak özellikler gösterir, ekoller
oluştururlar. Kültür de baskın fenomendir, ekole etki eder ama her koşulda
“ulusal kültür” olmak zorunda değildir. Bakmamız gereken ekolün ulusal bir
özellik mi, bölgesel bir özellik mi, yoksa yapısal bir özellik mi
gösterdiğidir. Bir filmi, Türk veya Kürt filmi yapan öncelikle dilidir, sonra
içinde bulunduğu ekoldür. Bir kültürü bunlar oluşturur. Yapanın kimliği
ikincildir. Eğer Türkçe ise ve Türk sinemasının kodlarını kullanmaya devam
ediyorsa Türk sinemasına dahil edebiliriz, yok eğer Kürtçe ise ve kendine has
bir yolu varsa Kürt sinemasına dahil olur. Çekildiği yerin pek önemi yoktur. O
zaman bağımsız bir ülkesi olmamasına rağmen “Kürt sineması” da vardır.
Ama aynı zamanda Türkçe olup Kürt sinemasına dahil olabilir
ya da tam tersi. Elif Şafak’ın kitaplarını önce İngilizce yazıyor olması onu
Türk edebiyatından koparıp İngiliz edebiyatına geçirmez. Yani iki şeye bakılır,
dili ve ekolü. Eşitlik halinde film için hangisinin daha önemli olduğuna
bakılıp tasnif yapılabilir.
Bu aşamada bu dilsel sorunu aşmak için ortaya atılan teze ve
konumuza gelelim: Türk sineması vardır, Kürt sineması da vardır ama bir de
bunların üst çatısı olarak “Türkiye sineması” diye bir şey ekleyelim jargona. Akademik olarak mantıklı görünse de kullanım açısından nafile geliyor bana. Hatırlarsanız “Türkiyelilik” tartışmaları
siyasette de yaşanmıştı. Liberal bir tezdi; çünkü sorunu öteleyip lafazanlıkla
çözmeye çalışıyordu. Ezen-ezilen diyalektiğine dair bir önerisi yoktu. Sorun
çözülmedikçe hangi üst çatıyı, kavramı kurarsanız kurun, ezilenler o teriminden
alınacaktır, kapsayıcı bulmayacaktır. Osmanlı yönetimine kinlenen Sırplar,
Bulgarlar, Hırvatlar, Yunanlar ayaklanırken hiç unutulmamalıdır ki “Biz Osmanlı
değiliz; Sırpız, Bulgarız” demişlerdir. Oysa Osmanlı etnisite ifade etmiyordu, sadece
ezilene ezenini hatırlatıyordu. O yüzden de kabul edilmiyordu. Yani bir ülke
ismi olması sorunu çözmemiştir. Üstelik Türkiye ismi "Türklerin yurdu" anlamına gelmekte. Bu da pekala dışlayıcı görülebilir. Sorun tasnif kıstası sorunudur.
Özetle sonuçlandırıyorum:
1- “Türkiye sineması” terimi bence sûnidir, Türk sineması terimi
aynı anlamı olduğu gibi veriyor. Zaten var olan kavramı çeşitlemek, dilde
yapısal olarak sırıtan bir kelimeyi kullanmak kulağa plastik geliyor. Tercih edenler, özel bir çaba ve hassasiyet gösteriyordur diye tahmin ediyorum. Bu, terimi kabul ettirmek için bir kavga vermektir. (Dalaşmak anlamında söylemiyorum, doğrusunun bu olduğunu ısrarla savunmak anlamında.) Bu yol tercih edilebilir, kabul ediyorum ama doğal gelmiyor bana.
2- Buna
karşın Kürt sineması da vardır. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de yapılır.
Yapılan filmle Türk mü Kürt mü, Fars mı Kürt mü deneceğini filmin dili, ekolü,
yani nitelikleri belirler. Öte yandan “Türkiye sineması” lafının aksine,
“Kürdistan sineması” da vardır. Çünkü gerçeklik böyledir. 3-4 ülkedeki Kürt
yönetmenler kendine has bir ekolü yaratmanın başındadır. Eğer yarın öbür gün, farz-ı misal Suriye’deki, Irak'taki Türkler bizim sinema ekolümüze dahil olursalar, bölgenin
aynı sorunlarını anlatırsalar elbette Türk sinemasına dahil olabilirler. Veya
Kazak, Özbek, Tacik birleşip Orta Asya Birliği kurulur ve anlatım dili
ortaklaşırsa “Türki sinema” diye bir şey de doğabilir. Hatta “biz Türküz”
derlerse, bu yapılanmada yer almasak bile buna “Türk sineması” denebilir. (Bu
sefer Türk sineması diye nitelenen iki sinema çıkmış olacaktır ve işte o zaman
Türkiye sineması terimi kabul görebilir, en azından uluslararası kullanımda)
3-
Makro ölçekten mikroya inişlerde de sinemaya çeşitli terimler getirilebilir.
Örneğin bir alt başlık olarak Karslı sinemacılar başka bir şey ortaya
koyarsa “Kars sineması” denebilir. Aynı New Jersey, Marsilya, Milano, İstanbul
ve Beyoğlu sineması denebileceği gibi. Dünyamızı sadece uluslar varmış,
sınıflar, kültürler yokmuş gibi okuyamayız. Sicilyalılar kendilerini İtalyan
görseler, İtalyanca konuşsalar da “Sicilya sineması” diye bir sinemanın var
olması mümkündür ve geçmişte örnekleri olmuştur.
4- Bir film hem Kürt hem Türk
sinemasına dahil olabilir. (hem Türkiye’deki hem İtalya’daki 50’lilerdeki toprak sorunu filmlerini örnek
alabiliriz)
Sorunun kaynağı siyasette, gövdesi linguistikte, çözümü doğru
tasnifte. Ancak bana sorarsanız, tartışıldığı kadar kalp kırıcı bir konu değil
artık Türk ve Türkiye sineması terimlerinin kullanılışı. Bu kararı dil kendi
verecektir.
Hezeyansal saldırılardan kaçınmak lazım. Ben Türk sineması demeye devam edeceğim.
Yorumlar