Bu yazıya oturmadan önce, Emin Alper’in son filmi Kız Kardeşler hakkında Berlinale sırasında
yazılanları okudum, dış basında çıkan haberlere biraz baktım. Kadın
karakterlerin kuvvetli oluşundan lafı açıp feminist
dramadan bahsedenler de var, Türkiye taşrasının hoş bir görsel imajını
çizdiğini düşünen de. Ülkemizde de yine sinematografik
açından şık karelerin hatırına mı bilinmez, “bir taşra güzellemesi” olduğuna
dair haberler çıkıp durmuş. Filmin bu saydıklarımla ancak ufak bir akrabalığı
olduğunu tahmin ediyorum. Kız
Kardeşler, taşrada yaşanan yokluğu ve bu hayatın getirdiği zorunlulukları
güzelleyerek anlatmaktan ziyade, tam aksine bu insanların alın yazısına dönüşen
kaderini sunuyor bizlere.
Çok çok isabetli bir şekilde, yaşananların, o insanların gündeliği ve gerçekliği
oluşunun vurgusu, belki de bu yazıların sahiplerine, göze tutulan fener etkisi yapmalı. Çünkü burada neredeyse bir taşra
yeni-gerçekçiliğinden söz etmek mümkün. Besleme olarak kasabaya gönderilmiş üç
kız kardeşin, teker teker baba evine dönüşüyle eş zamanlı olarak yeşermiş olan
tarların güzelliği bizleri aldatıyor ve her şey yolundaymış gibi
algılatabiliyor belki de…
Oysaki hiçbir şey yolunda değil. En büyük ablanın bakmak
zorunda olduğu bir bebeği ve yarım akıllı bir kocası var. Baba evine dönmüş,
sonra da çaresiz kalıp evlenmiş. Ortanca kardeş besleme gittiği evin çocuğuna
“hafifçe bir fiske” vurmuş. Baba evine dönmüş. En küçük kardeş, evdeki trajedinin
ardından babasının yanına geri gönderilmiş. Hepsi birey olarak güçlü karakterler olmasına rağmen, bir şekilde dünyanın
dönüşünün kurduğu kapana ayaklarını kaptırmışlar. Hiçbiri halinden memnun değil,
hepsi tuzaktan ayak çekmek istiyor. Baba ise kara kara düşünüyor; ben bu
kadar boğaza nasıl bakarım, bu çocuklar nasıl okul okur, nasıl büyür, hasta
olurlarsa ne yaparım… Hatta baba öyle takmış ki buna kafayı, en trajik
olaylardan sonra bile, kızlarından birini besleme olarak vermek istediği kentli
Necati Bey’e duygusuzca bu konudan bahis açabiliyor. Bu, insanın en temel ihtiyaçlarının tehlikede olduğu bir zamanda nasıl da kendine ve ailesine yabancılaşabileceğini gösteriyor. Özetle “feminist drama” yakıştırmasını doğru bulmamakla ve sınıfsal
meselelerin çok daha önde olduğunu düşünmekle beraber, filmdeki erkek aklının
kadınlarının aklının yarısı kadar olmadığını da kabul edebilirim. Ama bu daha çok "feodal kalıntıların" hikayesi. Dolayısıyla ataerki bunun bir parçası olsa da bütünü değil. Bu, kadınların gücünü anlatmak için kurulmuş bir film hiç değil.
Film gerçekten de başka yazılarda da belirtildiği üzere Çehovyan bir şekilde ilerliyor. Ya da artık
her ateş başı, her taşra rüzgârı, her öykü bize onu hatırlatıyor. Hangisi
söylemek güç ama gerçeği ateş başındaki bir anlatıcı misali anlatan Çehov’un köy öykülerin tadının alınabileceği aşikâr. Öte yandan Çehov’dan bahsedince deyince
artık akla Bir Zamanlar Anadolu’da’nın
da etkisiyle Nuri Bilge Ceylan ve Ercan Kesal’ın isimleri gelmeye de başladı.
Haliyle fragman ilk kez ortaya çıktığında, film “Nuri Bilge Ceylan çakması mı
acaba?”, “Sinemacılar da iyi dadandılar taşraya” sözleri sinefillerce edilmeye
başlamıştı. Her Çehov atmosferini NBC’ye
bağlama eğiliminden kaçınmak lazım, çünkü bu film, kesinlikle bir NBC kopyası
değil. Bu, bir Emin Alper filmi. Ve önceki filmleri kadar politik bir alt okumaya
tabii tutulamayacak olsa bile, sosyal bir gerçekliğin tarifini yapmaktan kaçınmadığı için politikadan da azade değil.
Üstelik "taşra sineması" klişelerinin pek çoğunu da kullanmıyor. 60'ların tipik sol taşra filmlerinin izleği yok; şive dozunda, çiftçinin tarladaki emeğinin ağa tarafından sömürülüşü konunun dışında. Burjuva bakış açısıyla taşra da değil bu; buradan burjuva anlatısına uygun bir şekilde, başarı hikayesiyle çıkmak isteyen, kendini keşfeden, kişisel gelişim kitaplarından fırlamış karakterler yok. Bir çıkış isteği var ama besleme yani "yarı-köle" olabilmek için. Hayallere yer yok, "inanırsan başarabilirsin" vaazı yok. Burası buz gibi, olduğu haliyle taşra. Aydın bunalımlarıyla gözlemlenmiş bir taşra değil, köylünün kendi gözünün bebeğinden taşra. Olanca "karanlığına" ve sertliğine rağmen rağmen, güneşin tepede açtığı, çimenlerin yeşerdiği, havası temiz taşra.
Emin Alper’in diğer filmleri Abluka
ve Tepe’nin Ardı belli tezleri olan,
bir şeyler söyleyen filmlerdi. Ben şahsen ikisini de Kız Kardeşler’den fazla sevdim. Ancak bu filmin de hakkını yememek
lazım; Kız Kardeşler’in daha az kompleks olmakla beraber bir meselesi var
ve diyalogların yürüttüğü, akışı dalgasız ve berrak, estetik olma çabasında da başarılı
bir film. Emin Alper'in filmograsinde de başka yerde duruyor. Belki zaman geçtikçe daha da çok sevilir.
Neymiş o mesele derseniz, filmin sonunda baba kızlarına
soruyor ya, “Dedemin anlattığı üç namkör kızın masalını anlatam mı size?
Anlatma demekle olmaz. Dedemin anlattığı üç namkör kızın masalını anlatam mı
size? Anooo, biz hapı yuttuk demekle olmaz. Dedemin anlattığı üç namkör kızın
masalını anlatam mı size?” diye; muhabbet
bu kısır döngüye girerken, biz de biliyoruz ki bu filmin açmazı belki de hâlâ Güneydoğu’nun,
belki İç Ege’nin, belki de Batı Karadeniz’in bir köyünde dönüp dönüp duruyor…
20.02.2019
EK 1
Zaten Emin Alper de DW’ye verdiği röportajda beslemelik meselesinin, bu arada kalmışlığın, hem kadın meselesini hem de sınıfsal eşitsizlikleri gözlemlemek için muazzam fırsatlar sunduğunu söyledikten sonra özel olarak güçlü kadınlar çizmek istemediğini, çıkış arayan karakterlerin yırtıcı hâlini aradığını belirtiyor. Ayrıca Anadolu’da yaşayan pek çok kadının sandığımızdan güçlü olduğunu ama sosyal durumun onların omuzlarına bastırdığını düşünüyor. Çok isabetli okumalar bence.
13.04.2019
EK 2
A- Abluka ve Tepenin Ardı'ndan daha az sevdim demiştim ama günler geçtikçe film yakın civarlara konumlandı kafamda.
B- Emin Alper Filmlovers'a verdiği röportajda filmin Çehov'un "Üç Kız Kardeş" hikayesiyle değil, "Çukurda" hikayesiyle bağlantılı olduğunu söylemiş. Şimdi yazıyı düzenlemek uzun süreceğinden ve yeni girdi yazıyı dağıtacağından, bunu da ek not olarak koyuyorum.
B- Emin Alper Filmlovers'a verdiği röportajda filmin Çehov'un "Üç Kız Kardeş" hikayesiyle değil, "Çukurda" hikayesiyle bağlantılı olduğunu söylemiş. Şimdi yazıyı düzenlemek uzun süreceğinden ve yeni girdi yazıyı dağıtacağından, bunu da ek not olarak koyuyorum.
14.04.2019
Yorumlar