Aronofsky Top 5

Madem tüm filmlerini izledik, bir sıralama yapayım kendi kendime sevdiğim yönetmenin. Spoiler olabilir...

5-Requiem For A Dream: Şüphesiz Aronofsky'nin en çok kitlelere ulaşan ve en kötü filmi. Kötü film değil, oraya dikkat edin çünkü Aronofsky iyi bir sinema adamı ve filmlerinde belli bir hissiyatı yansıtabilen ender yönetmenlerinden. Her filminde bir lirik yapı var. Daha önce senaryo doktorluğu da yaptığı için senaryo kısmında özellikle karakter çatışması yaratmakta. (Bu filmin de hikaye harici senaryosunu kendi yazmıştır; diyaloglar vs...) Kısa filmleri hariç tüm filmlerini izledim. İlk çıkış yaptığı film olduğu için olsa gerek, Requiem for a Dream diğer filmlerinden daha büyük bir hit olarak anılıyor. Oysa ki ağır dram havasıyla Aronofsky'nin daha içsel stiline en uzak olan filmdi de bu belki de. Fakat Sarah Goldfarb karakteri unutulmaz gerçekten.

4-The Wrestler: Mickey Rourke'un yeniden doğuşuna şahit olmak elbette güzel ve Aronofsky kaba bir organizasyonun altındaki dramayı çok rahatlıkla anlatıyor bu filminde. Koç lakaplı Rourke'un güzel performansı da bizlere eşlik ediyor. Bir güreşçinin neler yaşamak zorunda olduğuna odaklanan başka bir film yoktu sanırsam. Gayet orijinal bir senaryo ve kalp kırıcı bir hikâye. Rumble Fish'te kendine hayran bırakan Mickey Rourke'un daha sonrasındaki süreçte kendine yaptıkları, Koç'un kendine yaptıklarıyla da bir paralellik taşıyor. Aronofsky sever böyle parallellikleri.

3-Pi. Requiem for a Dream'in özellikle genç kuşak arasında fenomene dönüşmesi üzerine izlemiş ve daha orijinal bulmuştum Pi'yi. Uzun seneler geçti üzerinden, bir daha izlemem gerek, haksızlık yapıyor muyum acaba diye düşünüyorum. Pi özenle yazılmış bir senaryo yine ve diğer Aronofsky filmlerine göre daha fazla anlatıcılık yapıp farklı bir konumda kendisini tutan bir film. Takıntılı matematikçi Max'ın (Sean Gullette'nin müthiş performansı ile) hayatın anlamını sayıların gizeminde araması ve bunu da bulması üzerine gelişen paranoyak bir hikayeye sahip. Sıkça kabaladan esinlenmiş. Derinlikli bir hâli var.

2-Black Swan: Kuğu Golü Bale'sinde Kraliçe Kuğu rolünü kapmak için uğraş veren bir balerinin hikayesi Siyah Kuğu. Bale sizi "kasıyorsa" başlarına sabretmeniz gerekiyor. Uzun uzun Natalie Portman'ın bale hamlelerine hazırlanacaksınız. Ama filmin gücü "Respulation"daki Catherine Deneuve tarzı bir karakter çizen Nina karakteriyle şekil alıyor. Mükemmeli aramak için hayatını kalıplara oturtan tutsak ruh Nina, annesinin baskıcı ve eğitimci yönlendirmesinin sonucunda hapsolduğu 8 yaşındaki kız ruhunun kendi bunalımını şekillendiren bir karakter. Nina, Beyaz Kuğu'yu başarıyla canlandıran narin bir kuğudur, ama yırtıcı ve cezbedici ruh ikizi siyah kuğuyu da canlandırmasının gerekliliği bozuk olan ruhi durumunu iyice etkilemektedir. Kendini sınırsız üssü hezeyanlarda bulur. Geldiği nokta ise Kuğu Golü Balesi'nin ta kendisidir. Siyah Kuğu'nun varlığının (Lily), aşkını (bâle) çalma ihtimali diğer etkenlerle birleşir. Sonu da Kraliçe Kuğu'nun sonu olur. Yine Nina ve Kraliçe Kuğu'nun hikayesi içindeki paralellik senaryonun punchline'ı. (vurucu yumruğu? - iyi durmuyor öyle) Yine lirik bir hikâye.

1-The Fountain: Aronofsky'nin en felsefik filmi. Bunun yanında oldukça da saykodelik olması benim için en büyük artı. Üç ayrı zamana yayılmış bir aşkın hikayesi anlatılırken, hayat üzerindeki döngünün kıyısına da bakıyor. Aronofsky bunu daha önce bir grafik roman olarak yazmış ve onu storyboard olarak kullanmış. Yine bir Aronofsky filminin olmazsa olmazı kaliteli müzik eşliğinde (Clint Mansell'e selâm olsun) oldukça hayal gücü geniş sahneler ortaya koymuş. Ölümün gidilmesi gereken bir yol olduğunu aydınlık görüntülerle anlatırken, ab-ı hayatı içmiş olan Konkuiztatör'ün (Hugh Jackman'ın en iyi rolü olabilir) ve diğer yansımalarının hayatını karanlık bir şekilde resmediyor. Ruh ise hep yükseliyor fanusunda. İzlerken siz de koltuğunuzda yükselebilirsiniz, o kadar bütünleştirici bir havası var. O zamanki nişanlısı -şimdi Daniel Craig'in eşi- Rachel Weizs'in da (elin karısına kızına asılmak değil abi, Allah sahibine bağışlasın yani) ufak bir katkıda bulunduğu görsel şölen ve benim için en iyi Aronofsky filmi. 

Bunlardan sonra Wolverine'i çekecekti fakat ülke dışında uzun süre çıkmak istemediğinden projeden çıktı. Orada kendi stiline aykırı bir işe girişecekti, çark etmesi güzel oldu. Machine Man projesi için adı geçiyor. Titanyumu vücüduna enjekte edebilip geliştiren bir adamın, paranoyak hikâyesi tam ona göre. John Woo'nun eline versen bildiğin aksiyon olurdu ama Aronofsky -eğer söylentiler doğruysa- içine bir şeyler katacaktır. İnsanın dönüşümü Darren Aronofsky'nin sevdiği konulardan, sinema'nın Kafka'sı mı desek? Bence desek.

Yorumlar

el fenomeno dedi ki…
usta Black Swan'i izledim diğer filmlerini izlemem ben bunun..Bariz kopya çekmiş adam o filmde
Dejan dedi ki…
nereden kopya çekmiş el fenomeno, bi söyle :)
Ozan dedi ki…
abi ben Requiem For A Dream filmi için berbat film çekmiş bir daha lütfen çekmesin gibi yorumlar gördüm 5 filmden sadece Requiem For A Dream izleyebildim ama o filmin güzelliği bile diğerlerini izlemek için yeter.
Dejan dedi ki…
Requiem de güzel film ama şu beşi içinden benim en az sevdiğim herhalde.
el fenomeno dedi ki…
Filmde kadın kişilik çatışması yaşıyor, Fight Club tarzı filmlerden etkilenmiş bu belli , ama onu suçlayamam, bir sürü böyle film hortladı o filmden sonra.Filmn teması tamamen buna dayanmasa bile bu konu vurgulanmış.Ayrıca son yarım saati hariç gayet de sıkıcı bir film bence.Tarz meselesi tabii ki
Dejan dedi ki…
tabi işleyişini sevmediğin için beğenmeyebilirsin, gayet doğal hakkın. ama fight club'dan önce de bu temalar vardı. önemli olan o temayı kendi özgün çerçevende eritmek.
el fenomeno dedi ki…
bu arada hazır bu bloga yorum bırakmışken, hayırlı olsun diyeyim ve şu röportajın sonunda da biraz bu blogtan bahsedersen sevinirim abi :)
Osman Danacı dedi ki…
Hemen TOP'layalım.

1. The Fountain
2. Requiem For A Dream
3. Black Swan
4. The Wrestler
5. Pi
Dejan dedi ki…
@Osman Danacı

1 numaramız aynıymış :)

Ama şu beşli içinden Requiem'in en az Aronofsky filmi olduğuna katılıyor musun merak ediyorum? Stil olarak kendinden en fazla ödün verdiği film bence şu beşi arasında.
ismailinc dedi ki…
Bu adamın ismini duyunca balıklama atlarım filme (Black Swan ve Wrestler i başkası çekse izlemezdim). Zira favori yönetmenimdir. Hele bir diğer favori film müzikçim olan Clint Mansell' le ayrılmamaları beni en çok tahrik eden unsurudur. Ben de bi top5 yapmak isterim.

1- The Fountain
2- Requiem for a Dream
3- Pi
4- Black Swan
5- The Wrestler