Ali Dayı

Tito & Arafat
Ali dayı ilginç bir adamdı. Her bayramda annanemin evine gelirdi. Annanemin evi “modern ev” değildi. Yugoslavya göçmeniydik, her ev başka muhitlerde olmayan bir dekorasyona sahipti. Salonda arkasında dayanacak yeri olmayan iki divan vardı, duvarın dibine kadar sıkı sıkıya yapışmıştı. Duvar kenarında dayanmak içinse -tahminen- ananemin kendi elleriyle diktiği yastıklar yapılmıştı. Çiçek desenli. Annanem ve dedem işte o divanlarda ayaklarını toplayarak otururlardı. Kocaman bir dolap-kütüphanenin içindeki kocaman tüplü, ahşap kasa televizyonlarını izlerlerdi. İşte “e be Muhammed, Tito ölmüş ya, koş” deyip dedemle beraber hüzünlendikleri anda baktığı televizyon oydu.

Annanem ve dedem o divanlarda otururlarken bayram günleri Ali dayı da gelirdi. Herkesle beraber gırgırını geçer, akşama kadar kalırdı. Arada bir “göster amcalara” aksiyonunda “aaa bu kızmış be Mammed aga” diyerek çocukları gaza getirirdi. Herkesin gitmesini, yerlerde oyun oynayan çocukların dağılmasını beklerdi.

“Muhammed aga be” derdi, “azıcık koltuk çıksan.”
“Ayhan aba be” derdi, “valla taksitleri ödeyemeyeceğiz.”
“Çocuklar perişan” derdi. “Kamyonun şanzımanı dağıldı” derdi. Kardeşlerine verdiği borçları anlatırdı, falanca akrabanın kendine attığı kazıkları, karısının abilerinin mirastan paylarını vermediğini. Öyle olmasa çok rahatlayacaklarını ve borç istemeyeceğini.

O zamanlar kim bu Ali dayı diye merak ederdim. Öz dayım değildi, sonradan sadece bizim eski köyden olduğunu öğrendim. Belki kan bağı dahi yoktu. Dedem Türkiye’dekinin aksine Yugoslavya’daki köyde zengin olduğundan alışkanlık yapmış Ali dayı, başı sıkışınca dedeme gelirmiş. Muhammed aga da geri çevirmezdi kimseyi, aç kalma pahasına. Ağalığın değil ama Agalığın kuralı buydu.

Bazen yolda görürdüm, sokağın teee öbür ucundan bağırır, adamı rezil ederdi: “Eeey Mammed aganın torunu, deden napar be!” Yanına kadar gider de cevaplardım, dokuz aylık, alman kale neyse bırakıp…

Muhasebeciliğe başladı daha sonra kamyonu bırakıp. Daha doğrusu muhasebecinin yanında çalışmaya. Darbe öncesinde olaylara da karışmıştı. Babama “bırakacağım Serdar diyordu. Canımı yediler abisinin. Bıktım sağcısından da, solcusundan da.”

Bir sabah aynı sanayi sitesindeki dükkanlarda çalıştıkları babamı kahvaltıya çağırmıştı. Açma almış, çayını demlemişti. Babam yanına giderken bir kalabalığa raslamış. Yazık oldu adama diyorlarmış, girmeyecekti bu işlere diyorlarmış. Allah affetsin diyorlarmış. Babam içeri girdiğinde üstünden dumanı çıkan demliği, bir tanesi yere düşmüş üç dört adet açmayı ve masasına dayadığı alnının atlından oluk oluk akan kanı görmüş… Saniyeler ve dakikalar farkla…

Ali dayı, ortada ne kadar oyuncak bebek bulursa, ağzında sigarasıyla bir delik açardı ve oraya sigara yerleştirirdi. İşaret ederdi bana, “bak bak, kardeşinin bebeği cigara içer!” Sigaradan kararmış dişleri gözler önünden gitmezdi.

Garip adamdı. Hep bizden aldı, hiç borcunu ödemedi. Durumu çoğu zaman bizlerden de iyiydi ama o hep borç almayı ve geri ödememeyi bilirdi bir şekilde. Kamyonu bozulurdu, karısıyla kavga ederdi, durumlar kötüydü vesaire vesaire, üç nokta.

Yorumlar