Oscar ödüllü belgeseli ‘Man on Wire-Teldeki Adam’ ile tanıdığımız
Yönetmen James Marsh; Clive Owen, Andrea Riseborough, Aidan Gillan ve Gillian
Anderson gibi kuvvetli bir oyuncu kadrosuna sahip Gölgede Dans ile politik
sinemayla, psikolojik gerilimi harmanlıyor…
Kaan Kavuşan
kaan.kavusan@aksam.com.tr
Yönetmen James Marsh filmleri
pek de ülkemize uğrayan bir yönetmen değil. Çektiği beş belgesele ek olarak
yönettiği Ian Holm’lu ‘Wisconsin Death Trip-Wisconsin Ölüm Yolculuğu’, Gael
Garcia Bernal’li ‘The King-Kral’ ve ülkemizde de kitapları basılan bir yazar
olan David Peace’in romanından uyarlanma ‘Red Riding: In the Year of Our Lord
1980-Kızıl Bölge: Tanrımızın 1980 Yılında’ filmlerinde imzası var. Bunların
hiçbiri ülkemizde -festivaller harici- vizyona girmemişler.
Fakat yönetmenin ‘Man on
Wire-Teldeki Adam’ adlı belgeseli 2009 yılında ‘En İyi Belgesel’ Oscar’ını
kazanınca, yönetmenin belgesel sonrasındaki kurgu dahilinde çevirdiği ilk filmi
de sinemalarımıza, Cliwe Owen faktörünün de etkisiyle uğramış.
1990’lu yılların Britanyası’nı
arka planına alan film; 70’lere dair çok çarpıcı bir sahneyle açılıyor. Daha
ilk sekansta filmimizin başkahramanı Colette, kardeşini babası için sigara almaya
gönderiyor. “Üstüyle de şeker alırsın” diyor. Fakat sokaklar tekinsiz, IRA ve İngiliz
Ordusu kol geziyor. Sonra, koşuşturan birkaç kişinin kucağındaki Colette’in
ufak erkek kardeşinin vurulduğunu anlıyoruz. Marsh, ‘amacım sizleri üzmek
değil, düşündürmek’ dercesine, küçük kardeşin vuruluş anını göstermiyor.
20 yıl sonra IRA üyesi olan
Colette’in (Andrea Riseborough) hayatı bu kez, metroya bomba koyma eylemi
yapmaya çalışmasıyla değişiyor. Colette’ın bu eylemi onu gizli servis elemanı
Mac’e (Clive Owen) ulaştırıyor. Karşısında iki seçenek var; ya muhbir olup sevdiği ama ‘kötü işlere
bulaşmış’ insanları hatta aile üyelerini ispiyonlayacak ya da susacak ve
oğlundan ayrı kalacak…
İşte bu aşamada Marsh bir
taraf tutmayıp, politikayı da işin içine katarak bir psikolojik gerilim
atmosferi kurmaya başlıyor. Ahlakçı bir tutum takınmayıp, kişilerin hangi
psikolojiyle neyi, neden yaptıkları üzerine kafa yoruyor ve özünde; şiddetle
beraber yaşayan insanların, şiddetten başka çözümler üretememesini; şiddetten
kaçmadıkça bunun da bir kısır döngüye döndüğünü gösterircesine Colette’in
klostorofobik ve şiddete mahkûm hayatını gözlerimizin önüne seriyor.
BEDEL İHANET
Filmin afişinde slogan olarak
‘Sadakatin bedeli bazen ihanettir’ yazıyor. Filmin geneli de bu tema üstüne
kurulu zaten. IRA, aile, İngiliz istihbarat örgütü MI5 ve bunların üyelerinin
birçoğu ihanetle alıyorlar karşılıklarını. Çünkü bu öyle pis ve tehlikeli bir
oyun ki, elini savaşın içine sokanlar, kanla yıkıyorlar yüzlerini… Ve bunlar
olurken biz de Marsh’ın yakın planlarıyla, ideolojiye saplanmadan, taraf
tutmadan bir kişinin meselesini –yönetmenin oldukça kontrollü olma tercihiyle-
izliyoruz.
‘Shadow Dancer-Gölgede Dans’
gücünü, Britanya’nın soğuk ama gerçekçi, klasik sinema anlayışından alıyor bir
ölçüde. Filmin oyuncuları Clive Owen, Andrea Riseborough, Aidan Gillan, Gillian
Anderson ve özellikle de David Wimot, gayet ölçülü ve gerçekçi performanslarla
bir sahnede bile abartıya kaçmadan oynamaya çalışıyorlar. Aynı isimli
romanından senaryoyu uyarlayan Tom Bradby; her ikili karşılaştırmada eşit
şartlar yaratmayı hedefleyen (İngilizler-İrlandalılar, terör-devlet terörü,
Colette-IRA yöneticisi Kevin, Mac-Amiri Kate) bir öykü kurgusunu tercih etmiş.
Film, kimi izleyiciler için kötü bir referans olabilecek ağır temposuna,
diyaloglardaki azlığa ve uzun planlarına rağmen –aynı senenin beğenilen bir
diğer Britanya filmi ‘Tinker, Tailor, Soldier, Spy-Köstebek’ gibi— kendini
izletmeyi ve izleyici germeyi beceriyor. Eskilerin dediği gibi; ‘konulu film!’
Yorumlar