Springsteen’den sonra Jersey kıyılarına vuran en iyi şey


Brian Fallon’un Springsteen’e benzetilen karakterli sesi; soğuk bir kış gününde buğulanmış camlara yazılan ‘Pearl Jam’ yazısı kadar güçlü ve mağrur. Alex Levine’ın tok bas sesleri hangi tempoda olursa olsun bir Tom Petty minimalizmi ve güveni içeriyor. Adaşı Alex Rosamilla’nın enerjik olmayı da uysal olmayı da aynı oranda beceren gitarı, zamandaş olsalar Kurt Kobain’in mp3 çalarında ona iyi bir yol arkadaşı olabilirdi. Benny Horowitz’in uyumlu davulu ve arada bir şarkılara eşlik eden tamburuysa gün geceye ulaştığı zaman, gaz ışığında hep beraber eşlik edilecek marş-şarkıların okunmasına sebep olabilecek kadar etkili. The Gaslight Anthem’ın takipçilerine yaydığı hissiyat bu işte.

Ünlü edebiyatçı ve müzik eleştirmeni Nick Hornby onlar için şöyle diyor; “Dinlediğiniz müziğin, daha önce dinlediğiniz hiçbir şeye benzemediğini söylemek aptallık olur. The Gaslight Anthem ile ilgili söylenebilecek en güzel şey, buna benzer bir şeyleri ilk The Clash albümünde, Springsteen’in Born to Run’ında veya ilk Tom Petty and The Heartbreakers albümünde ve hatta belki de Little Richard kaydında duymuş olmanız. İşte beni kendilerine bağlayan şey bu oldu. Ayrıca bu adamlar kitap okumayı da seven rockçılar. Şarkı sözü konusunda Rock tarihindeki herhangi biriyle başa baş yarışabilirler.”

Hornby’nin dediği gibi grubun müzikal yolculuğu, bir ağacın kökleri gibi çeşitli yönlere uzanıyor. Hot Water Music ve The Misfits gibi punk gruplarının izinden giden ‘Sink or Swim’le başladılar yolculuklarına. Bu anlamda Fallon ve arkadaşları İngiliz Punk tarzının aksine basgitar yerine, elektrogitara güvenen Amerikan bir punk rock’la girmiş oldular müzik hayatlarına. Fakat İngiliz punk’ın da bir kenarda beklediğini; The Clash’ın solisti Joe Strummer’a adanan ‘I’da Called You Woody, Joe’ parçasıyla müjdelemişlerdi. Kasetçisinin ısrarına dayanamayıp The Clash’ı dinleyince hayatı değişen bir müzisyen bir için oldukça makul bir saygı duruşuydu bu elbette.

İkinci albüm ‘The 59 Sound’ ise punk etkisinin yanı sıra, ciddi bir Springsteen tarzını içeriyordu. Blues ve folk tonları, Gibson gitarın Les Paul modelini, Fender’in bassman anfilerini çıkarmasıyla değişen tona atıfta bulunuyor ve punk ağacının köklerine yapışıyordu. Allmusic.com’da yapılan bir yorumda şöyle deniyordu bu albüm için; “The 59 Sound’da Fallon genç bir Springsteen özentisi gibi gelebilir kulağınıza. Yine de bu işi gayet iyi becerdiğini söylemek gerek.”

“BEN DE ÇOCUKLARIM DA DİNLİYOR"
Albüm, Fallon’un kaderini idolüne kilitleyen albüm oldu. 2009 yılında Hyde Park’ta çıktıkları konserde Springsteen’le aynı sahnedeydiler. Aynı yıl gerçekleşen Glastonbury Festivali’ndeyse halef ve selef kucaklaştı, Springsteen grubun ‘The 59 Sound’ adlı şarkısında onlara eşlik etti, Fallon ise Springsteen’in ‘No Surrender’ parçasına… O andan sonra Anthem’in albüm satışları ikiye katlandı. Kıtanın öbür yakası da bu tutkulu ve genç sesi bağrına bastı. Bu eşlik etmeler belli ki prodüktörlerin de onları karşılaştırma isteğiyle sürmeye devam ediyor. Springsteen ise “Çocuklarım da ben de onları dinliyoruz” diye açık destek çekini yazmış durumda Fallon ve arkadaşlarına.

Springsteen’in New Jersey’deki mahallesinden çıkan bu çocuklar, şehrin tüm bu kaynaklarıyla besleniyor aslında. Grubun müziğini sadece ona indirgemek haksızlık olur. The Gaslight Anthem birilerini taklit eden bir grup değil, aksine New Jersey’nin derin müzikal kanının her damlasından yararlanan, yaşayan ve devinen bir organizma. Yen bir şey yapmanın yollarından birinin, orijinal sentezler bulmak olduğunu bilen adamlar bunlar. Amerika’da müziğin bir başkenti olsaydı burası New Jersey olurdu...

Frank Sinatra fenomenin yanı sıra, birçok caz sanatçısı New Jersey’nin havasını soludu. Anthem’i ilgilendiren rock türüne geldiğimizde Bruce Springsteen’i bir ermişçesine kucaklayan bir şehirden bahsediyoruz. Bon Jovi gibi bir pop rock ikonu çıkarmış şehir…

Üçüncü albüm ‘American Slang’ ile birlikte punk sesi yavaşça kısılsa da ‘Gaz lambası’ndaki ışığı kaybolmadı, sadece ışık daha kendine has bir hâl almaya başladı. Fallon da “Bu, daha fazla kendimiz olduğumuz albüm” diyordu. Handwritten’la kendileri olmaya devam ettiler. Too Much Blood ve Biloxi Parish gibi iki tarihi parça çıktı o albümden. Şimdiyse 10 gün önce çıkan son albümleri Get Hurt’le ortalığı yakıyorlar. Albüm çıkmadan önce Fallon, ilham aldıkları yeri belirtirken, grunge’la paslaşıyor ve “Bu albümün ilham kaynağı Pearl Jam’ın No Code albümü” diyordu.

Son sözde, Hornby’nin de dediği gibi The Gaslight Anthem hep bir yerlerden ilham alıyor ve kaynağını söylemekten çekinmiyor. Anthem’in sevenlerini tavlayan olayı da galiba bu tanıdıklık hissi.

SAĞLAM ŞARKILAR…
Albümün açılış parçası Stay Vicious, Fallon’un Pearl Jam referanslarını oldukça haklı çıkaran bir grunge parçası. Albümün tamamı Brian Fallon’un karısıyla ayrılmasından doğan sözlerle acılı bir hâl almış aslında. Yine de asla sömürü dans şarkılarıyla karıştırmamak lazım. Genel tona baktığımızdaysa Pearl Jam’dan daha ziyade –öne çıkan parçalar sayesinde- bir Tom Petty sesine yaklaşıyor. Albüme adını veren ‘Get Hurt’ ve ‘Stray Paper’ müzikal olarak sağlam şarkılar. ‘Helter Skeleton’ ve ‘1,000 Years’ albümün mod değiştirici neşeli şarkıları. Fellon’nu verdiği röportajlarda söylediği başka bir şey, grubun ses tonunun değişeceğiydi. Bu güzelim şahsın çok karakteristik sesinden midir bilinmez, ben bu değişimin çok bariz olduğunu düşünmüyorum. Zaten iyi olan bir şeyi değiştirmeye ne gerek var ki!

* Bu yazı, daha önce 23 Harizan 2014 tarihinde Akşam Gazetesi Cumartesi ekinde yayınlanmıştır.

Yorumlar