Miriam


(...) Ben yine bana kılavuzluk edecek uzman bir rehber bulmuştum, kentin labirentinde, yeni ilgi alanımda: Caz. Yarım yüzyılın bu en üst düzey müzikal ifadesini, sönmeye yüz tutmuş çeşitli türleri dahil çok iyi tanıyordum. Jelly Roll Morzon, Louis Armstrong, Duke Ellington... Ama günümüz cazını tanıdığım söylenemezdi. Mike Todd'un karnavalında tanıdığım Life dergisinin fotoğrafçısı Jesse Fernandez, (sonraları şahsen mitolojik bir kişiye dönüştüreceğim rehberimin adıydı bu) beni Bowery adındaki yasak bölgeye götürdü; buraya cehennem çemberi dendiğini duymuştum, New York ayyaşlarının çöplüğü. Orada, gece gündüz açık olan barların, sağda solda sızmış sarhoşların az ötesinde Theolonius Monk adında bir caz büyücüsü işini icra ediyordu. Belli belirsiz tanıdık bir tınısı olan olağandışı nağmelerini (sihirli ellerinde dönüşüm geçiren bildik ezgiler), değişikliğe uğramış tuhaf akortlarını, sayısız notasını ve beklenmedik sessizliklerini dinlerken sarhoş oldum onun kültünde, okültünde. Ondan sonra New York'a gidip de olağanüstü bir zenci müzisyen keşfetmediğim olmamıştır (bir kez hariç).
(...)
O ziyaretimde ayrıca, şu geçmiş zaman ozanını şiir dönmeye ikna etmiş, 1957'de Round bout Midnight'ı dinlediğimden bu yana tanıdığım, sevdiğim, gözde müzisyenlerimden Miles Davis'i de ziyaret etme şansı bulmuştum. Onu dinlemeye gittiğimde başka bir büyük cazcı daha keşfetmiştim, belki de cazın son büyük ustasını. Kulüp Blue Note'da Davis beşlisiyle cool sesini paylaşan bir saksofoncuydu, ama gölgeler arasında alçakgönüllü, ama sıra dışıydı; teknik açıdan belki Davis kadar kusursuz olmasa da, daha o zamanlar ondan daha dikkate değer bir müzisyen olduğunu düşünmüştüm, cazın yetiştirdiği en büyük usta Charlie Parker'ı hatırlatıyordu. Az ötemdeki bir garsona sordum, adını söyledi. Bu isim birkaç yıl içinde unutulmaz olacaktı: John Coltrane. Olağanüstü bir geceydi, Miles Davis'le konuşmalıydım (konuştum da, çatlak ve kısık sesi beni şaşırtmıştı) ama daha fazla istediğim vardı, o da saksofoncuyla Coltrane'le tanışmaktı (o zamanlar iki kişiydiler: Ötekinin adı Cannonball Aderley'di, ikisinin de ölmüş olması ne tuhaf bir simetri). 
Onunla tanışmayı asla başaramadım ama yıllar sonra ünlü olduğunda onu Paris'te dinleme ayrıcalığına eriştim ve plağıyla baş başa kaldığımda o hayranlık verici tınısını, sıra dışı müziğini, eşsiz ezgilerini dinleme zevkini tattım. Onun ölümünün ardından cazın günlük yaşamdan silinerek artık ölü bir müzik haline gelmesi beni hiç şaşırtmadı. 

Şehirler Kitabı, Cabrera Infante, sf. 195-196-197

Yorumlar