Anatomi

Yapı Kredi Yayınları'nın şu "meşhur" Salı Toplantıları'nı elbet duymuşsunuzdur. Hele Enis Batur kitapları ile çok içli-dışlı olursanız, kaçınılmaz. Bu toplantıların adını fazlaca duymama rağmen, aşağıdaki kitabın adını bir kere olsun duymamıştım. Toplantıların kayıt altına alınıp kitaplaştırıldığını ise, hiç mi hiç. Zamane nimeti NadirKitap'ta dolaşırken rast geldim -- artık sadece sahaf/kitapçı rafı tararken bir kitabı keşfetmek yok tabii, teknoloji sağolsun. Bu post için bakınırken diğer kitaplardan da malumatım oldu. Şurada (en azından) bir kısmını bulabilirsiniz. Az sayıda da olsa bu kitapların yeniden basımı yapılması faydalı olabilir.

Kitapta toplantıların '92 sonbaharından '93 yazı başlangıcına kadar olan zaman diliminde yapılan oturumların ses kayıtlarının dökümü yer alıyor. 9 oturumu içeriyor kitap, ve sırasına göre konular şöyle: Kütüphane, ansiklopedi, "kitabın organları", kitap kurtları, çeviri süreci, çağdaş iletişim sorunları önünde kitap, okumanın yolları, bir kitabın yapımı, sahaflık ve müzayedeler. Her oturumda, tanınan/tanınmayan, değerli kişiler yer alıyor, ve kitapta altı çizilecek çok yer var. Aşağıdaki üç alıntı, onlardan sadece birkaçı.




Enis Batur: (...)
  Araçlar planında iyice düşünecek olursak, hiç kalem kullanmayan yazarlar var. Türk edebiyatında da, biliyoruz, doğrudan doğruya daktiloyla yazanlar var. Haldun Taner'le bir buçuk sene birlikte çalıştık, Haldun Bey'le yanyanaydı odalarımız. Ben önceden anlamadım, Haldun Bey kendi kendine bir şeyler konuşuyor, onun çalışma yöntemiymiş meğer bu. Kafasında bir hikaye kuruyor, sonra bu hikayeyi dolaştırıyor, belli bir çatı oluştuğuna inandıktan sonra orada duran küçük bir teybe dikte ediyor. Bir sekreteri var, deşifre ediyor, onun üzerinde bir çalışma yaptıktan sonra eline metni alarak okuyor, okurken bir sürü ayrıntı katıyor, genişletiyor, geliştiriyor. Sonra tekrar deşifre ettiriyor, tekrar daktilo ettiriyor, ondan sonra yeniden üzerinde çalışıyor. (Sayfa 77, Bir Kitabın Organları)

Ferit Edgü: Doğrusu ben de redaksiyon yapmadım değil ama benim yaptığım redaksiyonlar çok önemli redaksiyonlar değildi, eserin ruhuyla ilgili değildi, çok yakınım yazarlardı. Onların isteği üzerine yaptım onları. Ancak bir örnek vereyim, redaksiyonla ilgisi olmayan örnek. Oktay Rifat'ın kitabını yayınladım (Bir Cigara İçimi), kitap çıktığında, kendisi İstanbul dışındaydı, tatilde. Kitabın adı bir yerde "Cigara" yazıyor, başka bir yerde "Cıgara" yazıyor. Bir de çok özel bir dizgi sistemiyle tek tek harfleri dizerek gerçekleştiriyorduk bu kitabı. Yanlışsız bir kitap çıkarmak istiyordum. Fakat bir nokta yanlışı var o kitapta, Oktay Rifat'a telefonla ulaşmamız imkansız, mektup yazıp sordum. Oktay Rifat iki gün sonra telefon etti, yayıncılık hayatımın en büyük utançlarından birini duydum: "Aman Ferit Bey, bir yerde 'cigara', başka bir yerde tabii 'cıgara'; ses" dedi "şiir". Tabii ben bunu algılayamamış olmaktan dolayı sadece Oktay Rifat'ın bir yerde "i" ile, bir yerde "ı" ile yazdığını düşünüp ona sormuştum ve son derece utanmıştım. (Sayfa 99, Bir Kitabın Organları)

Mehmet Ali Kılıçbay: (...)
  Kapitalizm ilk önce ulusal devletler halinde örgütlenmiş siyasal birimler içinde ortaya çıkmadı. Kapitalizm ilk önce şehir devletleri diyebileceğimiz (Aslında Eski Yunan'a atıf yapmamak için şehir devleti lafından kaçınmak istiyorum), yani bir şehrin çerçevesinde oluşmuş siyasal birimler içinde ortaya çıkmaya başladı ki bunun tipik örneğini Venedik olarak verebilirim. Venedik hem ilk ulusal pazarı oluşturmaya yönelik siyasal ve ekonomik örgütlenmedir, aynı zamanda da matbaanın cennetidir, bunun bir rastlantı olduğunu ben düşünmüyorum. Gutenberg matbaasını kurdu fakat matbaanın cenneti Venedik oldu, 15-16. yüzyıllardan söz ediyorum. 15. yüzyılın sonu ile 16. yüzyılın başında.
  Venedik matbaanın cennetiyken kaderin cilveleri, ekonomik kaderin cilveleri, dünyanın merkezi Kuzey Avrupa'ya kaydı -- bugün Hollanda, Belçika ve Fransa arasında paylaşılan bölgeye geçti. 18. yüzyıl aydınlanma hareketi başladığı zaman bu sefer matbaanın cenneti Paris haline geliyor ki, Descartes kendi kitaplarını bastırabilmek için Hollanda'ya gitmişti bir yüzyıl önce. Ama 18. yüzyılda Fransa, dünyanın en büyük kitap ihracatçısı haline gelmişti; tek ihracatçısı bu dememek için bu sözü söylüyorum, en büyük ihracatçısı.
  Arkasından dünyanın merkezi Londra'ya kaydı ve matbaa da oraya doğru kaydı. 20. yüzyılın ortalarına gelinceye kadar İngiltere, dünya kitap endüstrisinin büyük merkezlerinden biriydi. 1950'den sonra, daha doğrusu iki savaştan sonra Amerika, dünya ekonomisi üzerindeki egemenliğini kanıtladıktan sonra, bugün dünya matbaacılığının, dünya basım endüstrisinin cenneti ABD'dir. (Sayfa 177-178, Çağdaş İletişim Sorunları ve Kanalları Önünde Kitap)


Yorumlar