İlle



Geçenlerde 2011 yılından bir İsmet Özel röportajı okuyordum. Şu cevapta takılı kaldım, çünkü bana başka bir şairimizin benzer cümlelerini hatırlattı:

Ali Ural: "Waldo Sen Neden Burada Değilsin"de şiirle neler kaybettiğinizi yazmıştınız. Şiir İsmet Özel'e ne kaybettirdi?

İsmet Özel: Ben hayatımı verdim, şiirimi aldım. Resim ve musiki için para lazımdı. Şair olmam biraz maliyet meselesi yani... Şair olmak kimsenin hiçbir yerde bulup alamayacağı şeyi verdi bana. Şiirle bu kadar uğraşmasaydım --doğrusunu Allah bilir-- belki de hidayet böyle nail olmazdı.

Diğer isimse Enis Batur. Batur'un Roll'ün Mart '99 sayısına verdiği uzunca bir röportaj var. 5-6 sayfalık, derinlemesine. Verdiği en mühim röportajlardan biri olabilir. Orada "bu işlere" nasıl girdiğini anlatırken şu cümleleri kullanıyor:

Neden Yazı? 
Önce sinema vardı. Türkiye'deyken, epey kısa ve orta metraj film yaptım. 8 m, 16 mm. Saint Joseph'te okurken, hayatımda çok belirleyici rol oynayan avant garde bir adam geldi Fransa'dan ders vermeye. Nitekim okulda iki yıl barınabildi, gitti. Benim kompozisyonum iyiydi, yetenekliydim, iyi yazıyordum. Beni gözü tuttu, hoş davranıyordu. Bir gün "son seyrettiğiniz filmle ilgili bir yazı yazın" dedi. Benim notum sınıfta en yüksekti, 10 üzerinden 6, daha yükseğini zaten vermiyor adam. İlk defa o sınavdan 3 geldi bana. "Neden" dedim. "Sen bir film nedir bilmiyorsun" dedi, "sinemadan haberin yok senin". Hemen terslendim, "ben sinemayı çok seviyorum" dedim, "haftada en az 2-3 kere filme gidiyorum, imkanım olsa daha da giderim". "Çarşamba öğleden sonra gelin sınıfa, derdimi anlatayım" dedi. Kamera hareketleri, plan, kurgu nasıl yapılır... Bir saat böyle şeyler anlattı ve "sinema bir sanattır, bunu öğrenmek gerekir, kütüphanede 'Sinema Dili' diye bir kitap var, daha fazlası için ona bakın" dedi. Benim önce sinemayla ilişkim alabora oldu tabii, daha sonra bütün her şeyle ilişkim... O sırada Sinematek vardı ve faaldi. Biz yedi-sekiz öğrenci buna başvurduk. Çarşamba geceleri, Sinematek'in bir seansı vardı Kadıköy'de, Opera sinemasında, bizi oraya götürüyordu. Bunuel'in bir filmini seyrediyorduk, hiçbir şey anlamıyorduk.Oradan bizi bir biracıya götürüyordu ve anlatıyordu meselenin ne olduğunu. Bu beni pratiğe götürdü: Kamera edindim, film çekmenin ne demek olduğunu gördüm. Emindim: Pat diye birdenbire bir Godard çıkacak... Godard modard çıkmıyor, hiçbir şey olmuyor, deli olacağım. Bir sürü başka mesele olduğunu kavrıyor insan. Ama sinemacı olmayı gerçekten çok isteseydim, yolunu bulurdum. Ben kendimi ifade etmek istiyordum demek ki. O zaman öbür yetenek, kamerayı itip geldi: Al bir kağıtla kalem, buyur yaz! En azından başkalarına bağımlı değilsin, ekonomik bir şey gerekmiyor, hadi, otur yaz. Hemen kitaplar şekillenmeye başladı kafamda --bana ait bir dünyayı yavaş yavaş kuracağım, çatısını yerleştireceğim, ve sonra da olacak: Ben bu hedefe inandım. Bugüne kadar da beni bu inancımdan alıkoyacak başka bir inanç çıkmadı karşıma...
Edebiyatımızın iki büyük isminin neredeyse başka alanlarda yol alacağını okumak, nasıl desem, düşündürücü ve şaşırtıcı.

Edit gibi: Ben postu yayımlayana dek, ilginçtir, başka iki yazardan daha (ikisi de yabancı) bu tip cümlelere rastladım, onları da ekleyeyim:

(...)
Ama yazıyor olmamın, ticari olmaktan çok estetik, bir başka nedeni var. Bir sanatçı içgüdüsüyle dünyaya geldim. Hayatımın ilk döneminde, bu içgüdüyü resim yaparak ifade etmeye çalıştım, ama yeni bir Cezanne olma tutkum, renk körü olduğumu keşfettiğimde büyük bir sarsıntı geçirdi. Bundan sonra besteci olmaya çalıştım: Yeteneğim olmadığı için, bu da yeni bir düş kırıklığı getirdi. Müzik yazmaya hâlâ devam ediyorum ama İngilizler'in Beethoven'ı olmak gibi bir tutkum yok artık. Aslında edebiyat yazısı, bir senfoni yazımının yerini tutuyor benim için. İster müzik söz konusu olsun, isterse sözcükler, sesleri seviyorum, onları çeşitli şemalara göre düzenlemeyi seviyorum. Oylumları, biçimleri, yapıları seviyorum ve onları yegane engin edebî biçim olan romanın içinde düzene koymaktan büyük bir doyum sağlıyorum. 
Bu cümleler Anthony Burgess'ten. Alıntıladığım yer, Gütenberg Gökadasına Gezi, sf. 300. "Neden, niçin yazıyorlardı?" sorusuna cevabın içinden. Bu aşağıdakiler de, Perec'in Doğdum'undan (sf. 44):

Var olmak için başkalarının beni göstermesini, beni tanımlamasını, beni kabul etmesini mi bekliyordum? Ama neden yazı yoluyla? Sanırım aynı nedenlerden dolayı uzun zaman ressam olmak istedim ama yazar oldum. Neden ille de yazı?

Yorumlar