Çernobil dizisi ve anti-komünizm üzerine



Game of Thrones treninden inen seyirciye bir meşguliyet gerekiyordu. Mâlum, dizi de çok rezalet bir final yaptı. Böylece herkes hemen bir başka HBO dizisi Çernobil’in peşine takıldı. Amerikalıların ve hatta Batı Avrupalıların reel sosyalizm dönemiyle ilgili yaptığı prodüksiyona şüpheyle yaklaşmak komünistlerin haklı bir önyargısıdır. O devri hakkıyla sadece biz eleştirebiliriz, geri kalanlar propagandaya kapılmıştır. Afgan mücahitlerin özgürlük savaşçısı olduğuna inanmışlardı, RTE’nin demokrasi getireceğine inanmışlardı, buna da inanırlar. Imdb notu 9.7 olan dizi, dün finalini yaptığında haklı şüphelerimiz bir kez daha doğrulanmış oldu.

İlk bölümde işler nispeten yolundaydı, buraya döneceğiz ama şunu iyi anlatmak lazım: Biz anti-komünizm dediğimizde, amacımız, bu felaketin yaşanmadığını, Sovyetler Birliği’nde yaşanan her şeyin ve yürütülen her politikanın mükemmel olduğunu vurgulamak değil. Aksine, Stalin hatta Lenin döneminin ardından gelen hemen hemen herkesi suçlayıp işin içinden çıkmak bizler için çok daha kolay olurdu. Oysaki gerçek bize bunu söylemiyor ve okların doğrultulduğu yer ne Gorbaçov ne de geç dönem “yozlaşmış Sovyet bürokrasisi.” Okların yol alırken hedef reel sosyalizm deneyiminin ta kendisi. O hatasıyla sevabıyla kabulümüz. Ama istenen, izleyene, bu felaketin sosyalizmin bir ürünü olduğunu anlatmak. Dizinin yaratıcısı Craig Mazin de bunu itiraf ediyor zaten röportajlarında.

Yine not düşmek lâzım ki tabii ki “düğmeye bastık, Sovyetlere saldırıyoruz, çözülmüş bir ülkeyi kötüleyelim illa da” denmiyor. Bu sınıfsal bir refleks olarak karşımıza çıkıyor, inançlar ve eğilimler, kapitalist hayat görüşlerini savunmak olarak karşımıza çıkıyor. Bu yapılan işin ticari bir değeri de var ve bunun içine satan şeyi koymak da ayrıca makul.

ÖZENLİ GERÇEKLİĞİN İÇİNE KONAN YALANLAR

İlk bölümde dönersek, dizi reaktörün patlamasının ardından ortaya çıkan ortamı başarılı resmetti aslında. Özenli bir sanat yönetimine, o günkü Sovyet günlük hayatının fiziksel görüntüsüne verilen önem eşlik etmiş. Pek çok eski SSCB vatandaşı, giydikleri elbiseleri, oturdukları evleri, kullandıkları aletleri neredeyse birebir gördüklerini söylüyor.

Yapımcılar liberal yazar Svetlana Aleksiyeviç’in sözlü tarih (bu da selektivif bir yapıt demek) eseri Çernobil’den Sesler kitabını iyi hatim etmişler. Radyasyona maruz kalan itfaiyecinin eşinin hikayesi, daha sonraki bölümlerden birinde hayvanların vurulması hikayeleri birebir çekilmiş filme. Doğrudur, felaketler bunu yapar; dramlar oluşturur, çok sayıda insanın hayatını mahveder. Öte yandan sosyalizme yüzünü dönen kitleleri yüz çevirtecek en tehlikeli şey, bu fiziksel gerçekliğin içine saklanan yalanlardır. Çernobil’in her saat başı Hiroşima’nın 2 katı radyasyon verdiği ile başlıyoruz. İki üç kez daha Hiroşima ile karşılaştırma yapılıyor. Oysaki rakamlar doğru değil tabii. Üstelik bir kaza olmayan, canice bir eylem olan Hiroşima küçültülmüş oluyor. Peki, geçelim. Biraz kahramanlığın ardından o kadar değilmiş diyecekken, bir komite toplantısı sahnesi ortaya çıkıyor sonlara doğru. Bu sahnede radyasyondan, felaketten ziyade parti görevlisi olduğu belli olan bir yetkilinin aptalca sosyalizm tiradı yer tutuyor. Yani bir felaket var, insanlar oturup kararlar almıyor da Lenin’den ve komünizmden bahsediyor, hamaset yapıyor. Mümkün mü bu? Pek değil. Hadi sizin için olsun. Bu bizden.

KURMACA KARAKTER EN ÖNEMLİ İŞLERİ YAPIYOR

İkinci bölümle birlikte anti-komünizm pedalına daha sağlam basılmaya başlanıyor. Çünkü “doğruluğun yılmaz savunucusu” anti-komünist Profesör Ulyana Komyuk devreye giriyor. Bir şeylerin saklandığı, örtbas edildiğine dair anlatıya dair ilk çabalar onunla başlıyor. Halbuki son bölümde öğreneceğiz ki bu karakter “kurgusalmış.” Erdemli, cesur ve fedakâr birçok insanın birleşmesinden oluşuyormuş. Bundan sonra dizinin anti-komünizminin büyük kısmı, bu kullanışlı aletle icra edilecek.

Aynı bölümde felaket ortamı resmedilirken yeterince serum yok, iyodinimiz bitmiş gibi şeyleri duyuyoruz. Bu Aleksiyeviç’in anlatısıyla kısmen uyumlu ama yardım gördüğünü belirten çok sayıda da insan var. Patlamadan iki ay sonra Sovyetler ile birlikte yardım çalışması yürüten ABD’li Dr. Gale, Sovyet doktorların elinden geleni yaptıklarını söyledikten sonra, “Eminim ki bu her ülkede yaşanabilirdi, Sovyet doktorlar da hemen yardım isteklerini iletirdi” diyor.

İkinci bölümde Prof. Legasov da başka bir anti-komünizm kaynağı oluyor. Gorbaçov ve Şerbina’nın da olduğu toplantıda masaya yumruğunu vuruyor. Bu onun sistem karşıtı olduğu izlenimini vermek için, oysa Legasov çocukluğunda Komsomol (SBKP’nin gençlik örgütü) üyesi, daha sonra ise partili mücadele veren bir adam. Herkese doğruları anlatıyor. Gerçekten de bu sahnedeki birçok şey gerçek. Çünkü Legasov doğruları anlatsın diye çağırılıyor. Zaten suçluların santral görevlileri olduğu görüşü yaygın. Gorbaçov’un ful destek sunduğunu belirttiği de doğru.

Sonra Şerbina ve Legasov nasıl oluyor bilinmez -çok uzak- helikopterle Moskova’dan Çernobil’e gidiyor. Oysaki normalde uçakla Kiev'e inip sonra arabayla Çernobil'e geçiyorlar. Sonra da sahnenin devamında “zalim” Şerbina, adı bilinen ve uluslararası kabul görmüş bir adamı helikopterden atmakla tehdit ediyor. Tarih sanki 1500, o da o yılların Çar’ı. Legasov’un konuşmaları dahil, tamamen hayali bir sahne bu. (Arabayla geldiklerini söylemiştik) Ardından kurgusal karakterimiz Ulyana, Belarus MK’ya gidiyor ve ısrarla sorun olduğunu söylüyor. Kendisi nükleer fizikçi ve karşısındaki işçi, bunu bildirmekten geri kalmıyor. “İşçi sınıfından gelme adamlar yönetici olamaz çünkü aptal olurlar ve nükleer fizikçilere bile kafa tutarlar.” Bu kadar aptallık herhalde, ancak sadece “sosyalist bürokrasi”de olur! Kurgusal sahne kurgusal karakterin ahlak dersiyle bitiyor.

Sonra Şerbina helikopterle ille de reaktöre uçun diye tutturuyor ki bu ölmeleri demek. Sonra da uçmakta tereddüt eden pilotu kurşuna dizilmekle tehdit ediyor. Yıl 1986 tekrar ediyorum. Sovyet halkının yaşamında böyle bir korku yok o zamanlar. Olsun drama bu değil mi? Sonra helikopterle su taşıma sahnesi orta çıkıyor. Orada bir helikopter düşüyor. Bilin bakalım ne olmuş, o helikopter 4 ay sonra başka bir sebeple düşmüş!

SANSÜR VARDI, DOĞRU

Gerçek olan bir şey var. Gerçekten de SSCB Çernobil hakkında iki gün açık yayın yapmıyor. Çünkü bu hiç beklenmeyen bir kaza. Kimse çekirdeğin patlayabileceğini bile düşünmüyor. Sovyet otoriteler ve bilim adamlarından bahsetmiyorum, dünyadaki hiç kimse bunun olabileceğini bilmiyor. Fiziksel olarak imkânsız sanıyorlar. İşin boyutunu da kavrayamıyorlar. Yani bilerek insanları çıkarmıyor değiller. Ortaya çıkınca da tahliye başlıyor. Bu da “yabancı basın öğrendi, tahliye etmemiz gerek” çiğliğiyle veriliyor. Reaktöre su yoluyla girmeye çalışan üç gönüllü balık adam da “bir haftada ölecekler” denerek yollanıyor ölüme ki, son bölümde öğreniyoruz ki 2’si hala yaşıyormuş! Ama olsun, bu gerçeği sona bırakmak nefret birikimini arttırıyor.

Üçüncü bölümde KGB olaya giriyor. Şerbina dahi izleniyor, oysa ki Şerbina SSCB’nin ikinci adamı olarak KGB başkanından çok daha güçlü. Böylece totaliter Sovyetler anlatısı başlıyor. Ama makaranın koptuğu sahne Kömür Bakanı’nın eli silahlı iki askerin tehdidiyle madencileri zorla çalıştırmaya çabalayıp madara olması. Drama bu tabii olur böyle şeyler! Madencilerin bakanın takım elbisesini kömürlemesi de dahil, tamamen uydurma bir sahne olduğunu söyleyerek geçelim. Madencilerinin şefinin Şerbina gibi gerçekten de sertliğiyle meşhur bir adama “posta koyması” da başka bir uyduru. Böylece biraz da tam bir liberal kafayla “devlet vs. siviller” meşruiyeti aranıyor. Madencilere vantilatör verilmediği için çıplak çalışmaya başlıyorlar ki böyle bir şeyin yaşandığına dair bir veri de yok…

Dördüncü bölümde Merkez Komite’nin izniyle arşive giden Ulyana Komyuk sansürlü belgeler alıyor. Sovyetler Birliği’nde sansür tabii ki vardı ama burada hayali bir karakter üzerinden çorbaya tuz atılmış oluyor.

Çatı çalışması sahnesinde Batı Almanya’dan gelen robot bozuluyor, ki burası doğru, ama tüm çalışma boyunca çoğu Sovyet yapımı 60 robot deneniyor. Ermeni robot uzmanı Kemurciyan’ın geliştirdiği modeli STR-1 olan robotlardan 4'ü sonuna kadar operasyonel kalıyor. Batı Almanya ve Japonya’dan gelen robotlar başarısız oluyor. Doğru olmayan diğer bir şey radyasyon numaraların yanlış verildiği. Bu totaliter Sovyetlere anlatısıyla yakıştırılan bir şey. Bir diğer yalan ise robotlar konusunda ABD ile anlaşılmadığı. Oysa Christopher Anderson’un 1990’da yayımlanan The Scientist.com’daki haberine göre, durum bunun tam aksi; Sovyet bilim adamı Yuri Semiolenko: “ABD elinde bu teknolojiyi geliştirmişti ama ABD’li bilim adamlarının Sovyetler için özel makineler tasarlamalarının önüne, hassas teknolojinin ABD’ye tehdit kabul edilen ülkelere geçmesinden duyulan endişe sebebiyle geçilmişti” diye anlatılıyor. Doğru olansa çatının yüzde 80'inin elle temizlendiği. Her asker 20 rem maksimum maruziyet dozuna maruz kalıyor. 21’de sorunlar başlıyor ve aşan 2-3 asker oluyor.

Ve son sahnede Ulyana tekrar bir bebeğin anne karnında tüm radyasyonu çektiği için öldüğünü söylüyor. Bu Aleksiyeviç’in kitabından alıntı; ama bilimsel değil, anne içinden böyle düşünüyor, oysa dizide bir bilim adamı bize bunu söylüyor dolayısıyla tamamen gerçek sanıyoruz. Drama için tabii ama bu drama nedense hep anti-komunist bir tat taşıyor. Şerbina da başka bir yerde onu vurdurmakla tehdit ediyor. Vay zalim vay.

SON BÖLÜM FARS SEVİYESİNDE

Son bölümse tamamen yalan dolan. Anlıyoruz ki partinin gerçekten de söylememesini istediği bazı şeyleri açığa vurduğu (ki burası doğru) Legasov’un ünlü Viyana konuşmasını yaptıktan sonra KGB peşine düşmeye devam ediyor. “İkna ettin aferin” konuşmasının ardından, vaatler sıralanıyor. Legasov değişiklikler yapılmadı deyince, “kötü adamlarımız, kahramanlarımız ve yeni gerçeğimiz olacak” diyen KGB şefi, “reaktörlerle sonra uğraşırız” diyor. (UĞRAŞILIYOR DA)

Hemen sonra Ulyana hemen bir mahkemeden bahsediyor. Burada yabancı basın, bilim insanları da olacak. “İtiraf et her şeyi” diyor kurgusal karakter. Hadi bunu da temsil ettiği biri söylemiş varsayalım şimdilik. Sonra mahkeme başlıyor. Şerbina ve Legasov konuşmalarını yaparken dava kapanıyor. Tam o sırada Legasov daha bitmedi deyip reaktörün ucuz malzemeden yapıldığı, liyakat esasına uyulmadığı ve esasında olayın sosyalizm olduğunu belirten şeyler söylüyor. Oysaki Dyatlov bile bilinen bir bilim adamı o dönemlerde. Bilin bakalım burada yanlış olan ne? Şu; böyle bir dava gerçekte yok, yaşanmadı, kurgusal yine...

Prof. Legasov aslında gerçek hayatta son konuşmasını Viyana’da yapıyor ve bütün bilim adamlarını ikna ediyor. IAEA (yani Uluslararası Atom Enerji Enstitüsü) Başkanı Hans Blix şöyle diyor: “Bir yandan faciaya santral personelinin olağan üstü hataları sebep olurken, öbür yandan, olay gerçekleşir gerçekleşmez Sovyet uzmanlar sıra dışı bir yeterlilik ve profesyonellikle ortaya çıkan sonuçları elemine etmek için müdahil olmuşlar.”

LEGASOV’A VEFASIZLIK

Dizinin sonunda ise gerçek hayatla bir karşılaştırma yapılıyor. Profesör Legasov’un bir efsane olarak yayılan “gizli kayıtları”ndan bahsediliyor. Böyle kayıtların varlığından bahsedenler var (kaynağı pek belirsiz olsa da) ve çeşitli transkriptler dolaşıyor internette. Kızı ise Moskovski Komsomolets gazetesine pek çoğunun uydurma olduğunu söylemiş. Gerçi oradan yapılan alıntılara benzer bir şey olmadığı da yazılıp çizilmiş. Transkriptler çok uzun açıkçası okumadım ama Guardian bile kabul ettiyse doğrudur diye düşünüyorum. (Dileyen buradan hepsini okuyabilir: http://www.pseudology.org/razbory/Legasov/01.htm) Legasov ihtihar ederek ölüyor ama daha önce bir kez daha denemiş ve hastanedekiler onu kurtarmış. Burada bir “haksızlıktan” bahsedeceksek, bu Legasov’un Viyana’da itaatsizlik ettiği için madalya alamaması olabilir. Gorbaçov iki kere reddetmiş.

Sonra, 400 madencinin tahminen 100’ünün 40 yaşına gelmeden öldüğü söyleniyor. Gerçekten “tahminen” deniyor. “Demiryolu köprüsünden olayı izleyen hiç kimsenin hayatta kalmadığı bildirildi” deniyor. Rakam yok. “Midnight in Chernobyl” kitabının yazarı Andrew Higginbotham, böyle ölümlerin yaşandığına dair hiçbir şey öğrenemediğini, hatta 8-9 kez turlaya turlaya olayı izleyen bir adamla tanıştığını ve sağlık durumunun harika olduğunu söylüyor.

Sovyet raporlarında Çernobil kazasında sadece 31 kişinin öldüğünü yazdığından bahsediliyor: SSCB ölümleri küçülttü denmek isteniyor. Doğrudan radyasyon sebebiyle gerçekten de 31 kişi ölüyor. Elbette ki binlerce hayat tehlikeli bir şekilde etkileniyor. Higginbotham’ın araştırmalarına göre, ölümcül olabilecek kansere yakalanan insan sayısı 9000 ila 15 bin arasında. (Hepsinin öldüğünü varsayamayız tabii ki) 4000’e kadar düşen araştırmacı da var. Bunlar da büyük rakamlar, küçükleştirmek gibi algılanmasın ama bir rapora “Şimdilik 31 kişi öldü ama binlerce kişi daha ölebilir” yazamazsınız. Rapor rakamlara dayanır, tahmini rakam verilemez. SSCB felaketten 5 sene sonra çözüldüğü için de rapor güncellenmiyor. Ve bir hatırlatma: sürekli karşılaştırdıkları Hiroşima ve Nagazaki’de 105 bin kişi ölüyor. Son olarak, bunlar anlatılırken arkada da “sosyalizma” diye şarkı çalıyor…

Daha yazmaya gerek var mı ki? Siz şimdi bu kadar şeye isterseniz “drama” deyin, biz “anti-komünizm” diyoruz. İsterseniz bir de “anti-komünizm benim için önemli değil ben komünist değilim ki” deyin, biz “yalan söylemek ve gerçeği çarpıtmak ayıptır” diyoruz. Keyfinizi kaçırdığım için özür dilerim ama yapacağımız onlarca muhabbette şimdi bize sosyalistlerin Çernobil’deki bütün “caniliklerinden” bahsedilecek. “Sonra da Çernobil’i izlemedin mi?” diye sorulacak. Biz de Sovyetler'in gerçekten de bu duruma hazırlıklı olmadığını, hatalar yapıldığını anlatırken bunları da terkarlayacağız.

Ama Fukuşima’nın hala sızdırdığı radyasyondan, Japonların kaynak yokluğundan sızıntıyı engelleyemediğinden bahsedilmeyecek. SSCB’nin tüm imkanlarını Çernobil’e gömdüğünden de. Amerikan Şikreti Union Carbide’in kimyasal salıntısı dolayısıyla 1984'te Hindistan’da 600 bin kişinin zehirlendiği, 20 bin kişinin öldüğü ve 150 bin kişinin durumdan ağır etkilendiğinden de kimsenin bilgisi olmayacak. Ama Çernobil’in sebebi sosyalizme yıkılmaya devam edecek. Diğerleri için fedakarlık hikayeleri dizilmeye devam ediyor ki Japon bilim adamlarının yaptığı büyük cesarettir.

Bu yazı benim iki günümü aldı ama olsun. Yeter ki “birader komünistler de amma kafa siktiler” derken maddi temelleri belirttiğimizi ve sizin sikeceğiniz kafalara karşı önden konuştuğumuzu bilin yeter.

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Cok enteresan bir yazi olmus, elinize saglik. Yazinizda yer verdiginiz iddialarin kaynaklarini da paylasabilirseniz harika olur. Tesekkurler.
Adsız dedi ki…
Elinize sağlık. Güzel yazı olmuş.
Adsız dedi ki…
bu belgesel degil; biz tarihi %100 dogru yansitiyoruz diye bir aciklama da yok, biz de bunun bir dizi ve kurgusal oldugunu bilerek izliyoruz.
zaten yonetmenin varligi olayi otomatik olarak subjektif yapiyor, bu sanatin en onemli ozelligi bu zaten.
kaldi ki; ‘yok canim daha neler 1980’lerde boyle sey mi olur?’ dediginiz bir cok ornegin daha beteri gunumuzde pek cok muz cumhuriyetinde yasaniyor sanki?
Someone dedi ki…
Teşekkür ederim, onca saçmalıktan sonra iyi geldi.
Someone dedi ki…
İyi yazı, okuduğum bütün saçmalıklardan iyi sonra bilgilendim.