Çeviri: 'Game Day'in Sözlü Tarihi

2002 yazının bunaltıcı bir gününde, Baltimore'un en iyi basketbolcularından bazıları, şehrin Doğu tarafında, Collington Square Park'ta bir maç için toplandı. Neredeyse bir All-Star maçı gibiydi. Ve milyonlarca insan bu maçı izledi.

The Wire, bundan 16 yıl önce HBO'da başladı. 2002'den 2008'e kadar beş sezon sürüp çok beğenilen dizi, Amerikan kentinin düşüşünü, kurgusallaştırılmış Baltimore gerçekleri üzerinden anlatıyordu. Hikaye genel olarak kayıplar üzerinden tanımlanmıştı -- hayatın, endüstrinin, fırsatların ve kurumların kaybı.

1973'te Baltimore bir şey daha kaybetmişti, NBA'i: Bullets, takımı Baltimore'dan Washington'a taşınmıştı. Ama basketbol, şehirde gelişmeye devam etti. Carmelo Anthony, Keith Booth, Michael Lloyd, Skip Wise, Sam Cassell, Muggsy Bogues ve başka pek çok oyuncuyu çıkaran kentin bir yönü bu. Basketbol olmadan, Baltimore'un hikayesi eksik kalırdı.

The Wire'ın dokuzuncu bölümü, "Maç Günü", polisin Barksdale organizasyonu hakkındaki soruşturmasını, Doğu ve Batı yakalarındaki uyuşturucu baronlarının organize ettiği basketbol maçına taşıyor. Bu sözlü tarihte, The Wire'ın meşhur basketbol maçının nasıl oynandığını ve Baltimore'un zengin basketbol kültürünün orada birkaç dakika içerisinde nasıl canlandırıldığını okuyacaksınız.



Christopher Clanton (Savino Bratten): Baltimore, basketbolu kadar eroiniyle de bilinir. Zaten elde, bir mahalle hikayesinin klişesi olan, torbacı öyküleri var. Konu Baltimore'sa, bu öykülere basketbol yönünden de bakmak zorundasınız.

David Simon (dizinin yaratıcılarından): Batı yakası ve Doğu yakası arasındaki doğal rekabetle ilgili bir şey yapmak istedik.

David Melnick (yazar): Bu 'Doğu'ya karşı Batı' olayı gerçekten kendine hastı ve diziye yeni bir hava kattı, dizinin daha önce görmediği bir şey.

David Simon: Bu fikri bulduğumuzda, "Hah, güzel" demiştik. Doğru şeyi bulmuştuk. Doğru yoldan gittiğimizi hissediyorduk.

David Melnick: Sporun, özellikle de basketbolun, Baltimore kültürünün önemli bir parçası olduğunu düşünüyorum; 80'lerin başına geri dönersek, insanlar hâlâ, Mugsy Bogues'un da bir parçası olduğu, gelmiş-geçmiş en iyi kolej takımlarından biri olan Dunbar takımını sevgiyle anıyorlar. Bence basketbol bu kültürün, hikayeyi anlatmaya yardım eden, mühim bir bölümü. Ve bence, doğal olarak üstüne koyarak büyüyen ve tekrar tekrar vurgulamak gerekmeksizin, anlaşılır şekilde güçlenen bu rekabeti sunmanın tazeleyici bir yolu oldu.

Shamit Choksey (yazar): Televizyon veya sinema için spor sahnesi yazıldığında, çoğunlukla daha önce görüldük şeyler ortaya çıkar. Bunun güzel örnekleri de var tabii. Ama bu, yapımcı, yazar ve yönetmen spor hakkında bildiklerimizin dışına çıkıp yeni bir tarafını gösterirse olur. Bana kalırsa Doğu-Batı maçı bir nevi, basketbolu anlamak için yeni bir alandı.

Milcho Manchevski (yönetmen): Hâlâ basketbol oynarım, ama Yugoslavya'dayken lise takımında oynamışlığım var. Sanırım Bob Colesberry'ye (dizinin yaratıcılarından) bundan bahsettim, bölüm de böyle ortaya çıktı. Ama evet, basketbol çekeceğim için havalara uçuyordum.

David Simon: Şehirde basketbol, halkın zaferi gibi. Bir şehir oyunu. Bunu Amerikan futbolu ile yaptığımızı hayal edemezsiniz -- doğru olmayacaktır. Beysbol absürd kaçar. Ancak Amerikan futbolu olsa bile Mash dizisinin sonundaki maç gibi olurdu. O anda içinde yaşadığımız şehir için sahici gelmişti. Dunbar, Melo ve Civic Center'da eski Bullets için gösterilen sevgi. Şu anda bir NBA takımı olmasa da, burası ilk NBA şehirlerinden.


David Melnick: Herc ile Carver çatıda oturuyorlardı ve etrafta kimse yoktu.

Shamit Choksey: Etrafa bakıyorlar, sokaklar bomboş. Çatıdalar, gözetleme halindeler; ve birisi, diğerine "Belki biz kazandık" diyor.

David Melnick: Uyuşturucu konusunda savaş var, mahallelerde savaş var ve bu, birbiriyle çatışan iki taraf olduğu fikrini veriyor. Bir anlamda, tüm bu takım konsepti dizinin basketbol kısmına geçti -- işte bu, "Belki biz kazandık"a geliyor.



Manchevski: Oraya gelen iki polis için, tüm maçı röntgenlermiş gibi bir bakış açısından görmek istedim, dışarıdan bakan birinin gözünden -- maçın ortasında gelmişlerdi, olaya yabancılardı ve kafaları karışmıştı.

Tray Chaney (Malik 'Poot' Carr): O günü çok net hatırlıyorum. Güneşli, güzel bir gündü.

Clanton: Çok sıcaktı. Güzel bir Baltimore günüydü. Ve Doğu Baltimore'un tam ortasındalardı. Collington Square isimli sahadaydık. Çok sayıda figüran olmasına rağmen atmosfer bozulmamıştı. İnsanlar her yerden akın akın geliyordu. Her çeşit insanı görebilirdiniz orada, neler döndüğünü merak etmişlerdi.

J.D. Williams (Bodie Broadus): Dizinin başlarıydı ve biz daha şehri çok tanımamıştık, veya efsaneleri hakkında bilgimiz yoktu. Ama sahadaki o günü hatırlıyorum, iyi oyuncularla yüksek bir enerji yakalanmıştı.


Manchevski: Bir topluluk duygusu yaratmak önemliydi. Böylece inandırıcı figüranlar bulmak için çok zaman harcadım, kimisini maçı izlemeye katlanır sandalyelerle getirdik, oradan ayrılırken de onları yanlarına aldılar ve bu da sahneye biraz daha sahicilik hissi kattı.

Pat Moran (Baltimore oyuncu sorumlusu): Diziyi şu insanlar izliyordu: The New York Times okuyanlar, polis, suçlular... ana seyirci kitlemiz bunlardan oluşuyordu. O hayatın içinde olanlar. O hayattan kaçanlar. Hayatından olacak kadar bağımlılığı deneyimlemiş insanlar.

Bu yüzden gerçekçi olması gerekiyordu. Bir tek unsur bile yanlış olsa, tüm sahneyi öldürürdü.

Anthony Hemingway (Yönetmen yardımcısı): O gün insanların çekime katılması için radyodan ödüllü yarışma düzenledik. Yani diziyi sevdikleri için aramızda belli bir hukukumuz vardı ve çekime katılmak istediler, ödüle de taliplerdi. Orada çok durmayabileceklerini biliyordum.

Williams (Bodie): Bence herkes, özellikle de Baltimorelular, bu sahnenin başarılı olmasını istediler.

Anthony Hemingway: Beş sezon boyunca, oralardan birçok kişiye iş verdik. Bu büyük ölçüde insanî şartlar hakkında düşündüğüm, yüksek sesli ve Baltimore'un ötesine hitap eden bir hikaye; ama biz bu diziyi Baltimore'da, daha çok oraya has durumlar üstüne yaptık, hâliyle oradan insanları kullanmak istedik. Baltimore, belirli bir sese sahip olan, hatta giysi ve başka şeyler açısından da kendine has görünüşe sahip bir yer.

Melnick: Baltimore bizim için yalnızca bir zemin değildi. Hikayedeki bir karakterdi de. Bu yüzden David Simon için bunu mümkün olduğunca sağlam ve gerçekçi hâle getirmek önemliydi.

Uta Briesewitz (görüntü yönetmeni): Oyuncular oynamaya, figüranlar tezahürata başladı ve söyledikleriyle tamamen oyunun içindelerdi. Ve aniden hepsi gerçek ve sahici hâle geldi; gerçek bir şeyi yaşıyormuş gibi hissediyordunuz, fakat hepsi kurguydu. Bana göre, insanları bir araya getirdiğiniz, hele de o mahalleden kişilerin kullanıldığı ve tamamen doğal bir şekilde davrandıkları sahnelerin kendine has bir heyecanı vardır.

Moran: Basketbol oynarken gördüğünüz kişiler, gerçek hayatta da o sahalarda, bu durumlarda basketbol oynayan kişilerdi.

Clanton (Savino): Bazıları önde gelen lise ya da üniversiteli oyunculardı, hatta getirdikleri sokak oyuncuları bile epey katkı yapmıştı.

Seth Gilliam (Ellis Carver): Maçta oynamaları için Baltimore'un hem Doğu yakasından, hem de Batı yakasından adamlar getirmişlerdi. Belli bir enerji ve duruş katmaları için.

Moran: Ufak diyaloglar için profesyonel oyunculara ihtiyacınız yok. Ve böyle bir durumda yapmanız gereken, gerçekten bir Doğu yakası-Batı yakası maçındaymış gibi basketbol oynamak.

David Simon: Coppin State ve Morgan State üniversitelerine, civardaki başka yerlere gözlemciler yolladık.


Maurice Blanding (Barksdale'in oyuncusu): The Wire'ın hikayesinin üstüne kurulduğu Lexington Terrace Konutları benim büyüdüğüm yer. İşi aldığımda yönetmenin bundan haberi yoktu -- bu çılgınca bir şey, çünkü daha önce güvenlik görevlisi olarak çalışmıştım. "Basketbol oynayabilecek birini arıyorlar, deneme çekimine gelmene ihtiyacımız var. İşi alabilirsin" demişti. Ben de "Pekala" demiştim. The Wire'ın bu kadar büyük bir iş olacağını düşünmüyordum, ama oldu.

Coppin State'e gittim, yönetmen oradaydı. "Smaç vurabilir misin?" diye sordu. Top da potanın hemen altındaydı... Topu yerden aldım ve hemen sıçradım. O zamanlar 1 metre falan sıçrayabiliyordum, smacı vurdum. "İşi kaptın" dedi.

Andre 'Silk' Poole (Prop Joe'nun oyuncusu): Kwame Evans, George Washington Üniversitesi'nde dikkat çeken bir oyuncuydu, NBA görmesi gereken biriydi. 2 metre boyunda, şutör guard. George Washington'da okudu. Che Evans, Bowie State'de okudu. Bino Ranson. Maurice, Avrupa'da oynadı. Organize basketbol oynamış adamlarımız vardı yani. Bu öyle markette çalışan birini alıp da sahaya sürmek gibi değildi. Bu gerçek basketbol gibiydi -- millet dibine kadar trash-talk yapıyor falan.


Chaney (Poot): Maç manyaktı.

Clanton (Savino): Figüranlar için bir bölüm yapmışlardı ve geri kalan tüm kadro da oradaydı.

Gilliam (Carver): Oyunlar ayarlanmış gibi değildi. Gerçek insanlar oynuyor gibiydi.

Bino Ranson (Basketbolcu): Bayağı iyiydi, çünkü orada ciddi ciddi maç yapabileceğiniz kişiler vardı. Gerçekten oynuyordunuz. Avon Barksdale, Wee-Bey ve diğerleriyle bir arada olmak süperdi. Onların işi rol yapmaktı, bizimkisiyse basketbol oynamak. Oyunumuza karşı korkuyla karışık bir saygıları vardı.

Andre 'Silk' Poole: Çok sıcaktı, herhalde 50 derece falan. Collington Square Park bir tepede yer alıyor, bütün yolu çıktık, 30 metre filan olmalı. Güneş parıl parıldı. Asfaltın üstündesiniz, yanıyor. Ve o şekilde basketbol oynuyorsunuz. Baltimore oyuncuları olarak işimiz buydu. Hakikaten oynuyorduk.

Moran: Çocukları Juilliard'da böyle oynatamazsınız.

Williams (Bodie): Gerçekten o maçta yer almak istedim, ama oynadığım karaktere uymuyordu.

Wood Harris (Avon Barksdale): Basketbolu severim. Çekim aralarında şut attığım, topla oynadığım olurdu. Sahaya giren diğerlerine bakıp "Sizden cacık olmaz. Gelin de hesabınızı alayım" derdim. Orada bayağı bir eğlendik diyebilirim.

Manchevski: Bir film ya da dizi çekmekten çok, bir dansı yönetmek gibiydi.

Williams (Bodie): Çok sahici görünüyordu.

Ranson: Biz yalnızca basketbol oynuyorduk, yapımcı ya da her kimse, ne istediğini biliyordu. O yüzden sürekli çekimleri durdurup geri başlıyorduk.

Briesewitz: 'Yapmacık' kelimesini kullanmak istemiyorum ama genelde filmlerde yer alan maçlar, görmeye alıştığımız gibi değildir, çünkü doğru kamera açıları mümkün değildir. Tabii ki onu daha heyecan verici ve sinemasal açıdan daha doğru kılabilir, ama size gerçekten bir basket maçındaymış, sadece orada oturup herkes gibi izliyormuş şeklinde bir deneyim sunamaz.


Melnick: Dizide uzun zaman sürdüreceği etkisi hakkında hiçbir fikrimizin olmadığı Proposition Joe karakterini sunarken büyük sorumluluk hissetmiştik. Ama yeni bir karakteri sunmanın getirdiği o harika his vardı. O ilk anlar tamamen bu adamın kim olduğu, motivasyonunun ve niyetinin ne olduğunu ortaya koyma üzerineydi.

David Simon: Sette dolanırken Robert Chew'i görürsem, o günün güzel geçeceğini anlardım.

Moran: Prop Joe, adamım.

Briesewitz: Aşırı sıcaktı. Ama Prop Joe'yu oynayan Robert F. Chew, o sıcakta takım elbiseyle duruyordu. Diğer aklımda kalan şey ise hiç oturmaması. Çekimler arasında dinlenmek veya başka bir şey için asla oturmadı; sürekli o takım elbiseyle ayaktaydı. Ben de "Aman tanrım, bu sıcakta şimdi bayılacak" diye aklımdan geçiriyordum.

Harris (Avon): Bir aktör ortaya çıkıp, yalnızca replikleri ezberleyip sahnenin sonunu bekleyebilir; bu çok amatörcedir. Ben ve Prop Joe'da bunu göremezdiniz. The Wire'da, oyuncular arası iletişimsizliği nadiren görürdünüz. Bir dinleyici olarak ona bağlıydım, bir dinleyici olarak o da bana bağlıydı ve hep karaktere bağlı kaldık.

Chaney (Poot): Avon ve Prop Joe'nun kenarda bir oraya bir buraya gidiş-gelişini çok iyi hatırlıyorum Buna şahit olmak için tellere yapışmıştım.

Harris (Avon): Nesin sen, Pat Riley mi? Takımları çekmişsin falan? Hadi siktir ordan. Taktik tahtan da var mı?


David Simon: Bunlar tamamen benim düşüncelerimdeki değişikliklerdi. Bir çizgi roman karesi gibiydi, Robert Chew harikaydı. Çok abartmadan oynadı. Can alıcı repliği söylemenin bir yolu var ve bunu mizah ile sunmak daha eğlenceli kılıyor. O çok iyi bir oyuncu.


Andre 'Silk' Poole: Prop Joe her zaman bir şeyler yapmaya, iki tarafın da oynamasına yardımcı olmaya çalışıyordu; ama bunu dikkat çekmeden yapmaya uğraşıyordu. Aynı şeydi. Ve bu bir nevi, basketbol ortamına uygun hâle getirilmişti.

David Melnick: Avon ve Stringer'ın oyuncu elde etme çabası ve sonra aniden Prop Joe'nun Batı'daki en iyi oyunculardan birini seçmesi fikri -- üstünde uğraşması ve düşünmesi çok eğlenceliydi.

Maurice Blanding: Onun adı Andre Poole. Lakabı 'Silk' ve AND1 bünyesinde oynadı. Prop Joe'nun takımındaydı, acayip hareketler yapıyordu. Çok iyi oynuyordu. Tam bir canavardı.

David Simon: İnanılmaz bir crossover'ı vardı. Bu hareketi yaparken onu gördüğümüz ânı hatrlıyorum. "Tamam, bu olur" demiştik. Bütün o ânı izletir. Müthiş bir hareketti.


Andre 'Silk' Poole: Beni buldular ve maçın ikinci yarısında oturacağımı söylediler. Maurice sahada, işini yapıyordu. Prop Joe da oradan Avon'a "Altı haneli bahse var mısın?" diye soruyordu. Avon da "Tamam, varım" diye cevap veriyordu. Sonra dönüp bana "Vakti geldi" der gibi baktı. "Yen onu." Ben de girip oyunumu oynadım.

David Simon: Üçlüğün oralarda yaptığı o hareketin harika olduğunu düşünmüştüm. Mükemmeldi. Orada Milcho'nun hakkını vermek gerek.

Bino Ranson: Silk'in oradaki hareketi... tam da kameralar içindi. Bunun için para almıştık.


Wood Harris: Sanırım o zaman hakeme gitmiştim, o da kötü bir karar vermişti. Herifi gebertecektim.

David Simon: Maç, birkaç sebepten temaya yardım etmişti. Prop Joe ve Doğu Yakası ile Barksdale'ler ve Batı Yakası arasındaki rekabete de. Sindirilmiş hakem fikri ve Barksdale'in hakemin bu hâline delirmesi, bize Avon'a yakından bakma imkanı veriyordu.

Wood Harris: Yüzünü tamamen hatırlayabilirsiniz... Harika bir iş çıkarmıştı. Benden çok korkmuştu. Ben de bunun üstüne gittim. Benim o zorba hâlim, ekranda tam olarak önünüzdeydi. Benden aşırı korkmuştu. Ona dönüp gitmesini söylediğim an harikaydı -- benden gerçekten korktuğunu düşünmüştüm!


Tray Chaney: Wood Harris'in etrafında hayran hayran dolanıyordum, çünkü onu uzun süreden beri çok seviyordum. Bu bölümdeki bazı cümleleri bana Above The Rim'de Tupac ile birlikte yer aldıkları sahneleri hatırlattı.

J. D. Williams: Bu seviyede, o ortamda, Wood Harris'le birlikte olmak -- o olağanüstü bir aktör, rolüne başkalarının katamayacağı şeyler katıyor.


Wood Harris: Basketbol en sevdiğim spor. Ben Chicago'da, Baltimore'a benzer bir ortamda büyüdüm. Baltimore tabii, oradan daha farklı ama nihayetinde ekonomik yapı aynı -- para yok. Mahallenin gangsterleri ele geçirmeden önce bu tip sahalarda bulunmuştum ve böyle maçlarda da oynamışlığım var. Yani benim için bu sahnelerde yer almak, kişisel bir deneyimle bağ kurmak anlamına da geliyordu. Bu yüzden basketbol sahasında olup da kenardaki bir gangsterin maça hükmetmeye çalışmasına veya sahadaki bir oyuncu veya koçu kontrol etme çabasına ya da birini dövmesine alışkındım. Bunları basketbol sahasında görmüştüm, o yüzden ister inanın ister inanmayın, kenara durup maça etki etmeye çalışmak benim için eğlenceliydi.

David Melnick: Spor, hikaye anlatmak için iyi bir araç; ama bizim ve David'in açısından, karakter temelli bir dizi bu. Peki karakterler olan bitene nasıl tepki verecek? Karakterler bu sahnenin bir parçası olarak nasıl  planlanıyor, çiziliyor ve ilerliyor? Shamit ve benim için bu şöyleydi: "Hikaye veya karakterin gelişimi için önemli değilse, her smaç, pas veya hareket için bir şey yazmamaya gayret edelim."

Seth Gilliam: Eğer bir ortaklık, ortak bir olay varsa, karşıt taraflar bunun için bir araya gelecektir. Eğer bir ortak payda varsa, farklılıkları bir kenara koyup ortak noktaları paylaşabilirler. Bu, Herc ve Carver'ın kafalarında çakan bir şimşek gibiydi: "N'oluyor lan?" Çünkü onların aklına haydutluktan başka bir şey gelmiyordu. Onların başka bir mecrada yer alabileceklerini düşünemiyorlardı.



Shamit Choksey: Eğer tüm bölüme bakacak olursanız, basketbol bir nevi arka fon. Herkes bölümle ilgili olarak bunu hatırlasa da, diğer şeyleri bir arada tutan bir tutkal işlevi gördüğünü söyleyebiliriz.

Wood Harris: Polis, Avon'u ilk olarak orada görmüştü. Bölümdeki en mühim şey bu. Bunun öncesinde polis onun neye benzediğini bile bilmiyordu. Onun kim olduğunu tam olarak çözememişlerdi. Ve maçta yaptıkları casuslukla, Avon Barksdale'e bir bakış atma imkanı buldular.


David Simon: Maç, etrafında bir sürü alt metin yaratabileceğiniz bir drama yaratmıştı: Oyuncuların standart iş ahlakına sahip olmaları fikri; biz açıkça ona destekleyici bir rol olarak daha az zaman ayırmışken Prop Joe'nun, Barksdale'in Batı'da sahip olduğu kadar güce Doğu'da sahip olması fikri. Barksdale'in o yoğun gururunun ortaya çıkma fikri. Kuralların herhangi bir anda savunmasız olabilecekleri fikri. Ve sonra gerçekten değer verdiği bu oyunun bile kurallarının savunmasız olduğu fikrine geri çekilip iğrenerek bakması -- hakemle olan didişme. Herc ve Carver'ın yerlerinden ayrılmaları fikri, aslında yapmak istedikleri iz sürme olmadığından, ekip içerisindeki konumlarını göstermiş oluyordu. Bu şekilde birçok şeyi halletmiş olduk.

Anthony Hemingway: Benim için görsel olarak, sahayı şehrin ortasındaki yüksekçe bir yerde bulduğumuz an çok güzeldi ve orada Baltimore'u 360 derece görebilirdiniz.

David Simon: Bölümü izlediğimde, figüranlara falan baktığımda, orada gerçek Baltimore'u hissettim. Doğru hissi almıştım. Kamera her yakınlaştığında, gurur duyduğum bir sürü dokunuş vardı.


Christopher Clanton: Doğu ile Batı arasındaki maçlar -- bunlar harbiden maçtı.

Maurice Blanding: Bu bölüm, basketbolu tasvir ediyordu --veya sokak basketbolunu-- ve doğruyu söylemek gerekirse, bunu gerçeğe çok yakın şekilde yapmıştı. Patronlar kenarda, hocalar da orada. Oyuncular sahada. Bu konuda bilgiyi nereden aldılar bilmiyorum ama, sahanın etrafının dolması, tellere tırmanan izleyicilerle falan, çok iyi iş çıkarmışlardı. Ürkütücü bir atmosfer oluşmuştu. Tekrar Yaz Ligi'nde oynuyor gibi hissetmiştim.

Pat Moran: Eğer 10 farklı yerde 10 sahneniz varsa ve sadece oynadıkları günlerde olanları kayda aldıysanız, seçtiğiniz şey asla sahte olmaz. Asla.

Andre 'Silk' Poole: Maurice Batı yakasındandı. Yani böyle maçları bilirdi. Maçın gerçeklik oranı yüzde 1000 falandı.

Maurice Blanding: Uyuşturucu satıcıları hakkında konuştuğunuz zaman, bu gerçektir. Çünkü Yaz Ligleri'nde takımı olan Batı Yakası veya Doğu Yakası uyuşturucu satıcıları vardı.


Andre 'Silk' Poole: Çoğu zaman sadece övünmelerine yarıyor. Gerçekten. İki eleman, bir yerde beraberler, bir şeyler yiyorlar. Sonra başlıyorlar: "Adamım Silk şöyle şöyledir." Diğeri de "Abi harika, o zaman bir takım kuruyoruz" diye gaza gelir, olay oradan başlar.
- Tamam, bahsi belirliyoruz -- ne kadar?
+ 10.000 diyorum.
- Bu kadarcık mı? 30.000 olsun.

Böyle böyle ilerler. Bir bakmışsın, yemek yerken olay üç gün içinde binlerce dolarlık maç kurmaya gelmiş. Sonra da herkese yayılır:
"5.000 koyuyorum."
"Benden de 5.000"
"Beni de yaz."

Maurice Blanding: Yemek yediğimizden emin olurlardı. Çünkü maç yaptığımız bazı adamların düzenli bir hayatı yoktu. Başlarında bir baba figürü olmazdı. Veya bir anne.

Andre 'Silk' Poole: Çok tuhaftır, bu tip kötü adamlar, her zaman oyuncularını korur-kollardı. Ve ilginç bir şekilde, bu tür bir kaos ortamında işe yarayan bir şeydi bu. Hep korumaya çalışırlardı: "Hayır, onları rahat bırakın. Onları bu işlere karıştırmayın." Anlatabildim mi? Yapmaya çalıştıkları şey için belirsiz bir araç olsak da, durum buydu.

Christopher Clanton: Bunu onlar finanse ederdi. Evet. İşler böyle yürürdü. Dizi bu açıdan birçok gerçek konuya değiniyordu.

Maurice Blanding: Gangsterlik dünyadaki en güzel şey değil, evet. Bunu anlıyorum. Ama bu adamlar bir taraftan da iyi insanlardı. İşlerini yürütüyorlar, kimi ölüyor, kimi hapse giriyor. Kimi bu mevzuları bırakıp 9-5 mesaili bir işe giriyor. Fakat o zamanlar işler böyle dönüyordu. Batı yakası takımlarıyla mücadele eden Batı yakası takımları. Ne zaman bir Doğu takımıyla oynayacak olsak, mümkün olan en iyi Batı takımını çıkarmaya çalışırdık.

Pat Moran: O maçlar büyük olaylardı. Doğu yakası, Batı yakasına karşı; ya da bir mahalle, diğerine, fark etmez. Her zaman çok kişi izlemeye gelirdi ve önemli olaylardı.

Maurice Blanding: Bence bu onların "Bakın, yaptığım bütün kötü işlere karşılık, bu benim yaptığım iyi bir şey" deme yoluydu. "Bu benim geri iade tarzım."

Christopher Clanton: The Wire'ın her bölümünde o sahicilik hissi vardı. Hangi sahne olduğu fark etmez. Eğer Baltimore'dansanız, gösterdikleri belirli şeyleri anlayabiliyordunuz. Maçın dizide yer almasıyla, organize olmaları ve seçtikleri oyuncularla -- bence bu sayede o gerçekçi his oluştu, çünkü bu adamlar basketboldan başka bir şey bilmezdi.

Bino Ranson: Tamam, burada Orioles, Ravens, Colts falan var. Ama basketbol, özellikle de söz konusu olan, şehrin varoşlarındaki gençlerse, tam bir vitrin. Basketbol, Baltimore'da birçok insanı bir araya getiriyor. Basketbolda insanları birbirine bağlayan şeyler var.

Andre 'Silk' Poole: Eğer Baltimore'dan çıkan oyunculara bakacak olursanız, buraların gördüğü en iyi oyuncudan başlarsınız, yani Skip Wise. Sonra ise Ernie Graham, Kurk Lee... Carmelo Anthony var. Juan Dixon, Reggie Lewis, Muggsy Bogues, Sam Cassell. Ve Baltimore'lu oyuncuların hepsinde var olan ortak özellik nedir, biliyor musunuz? Saygı görmeleri.



Bino Ranson: Ülkedeki herkes, her üniversite koçu bana gelip "The Wire'daki sen miydin?" diye soruyor. Bunu duymadan sokakta yürüyemez oldum. Purdue'nün koçu Matt Painter da mesela, dizinin hayranıymış, onunla bu konu hakkında konuşmuştuk.

Aslına bakarsanız, oğlum da o gruba ait. O bile diziyi izledi ve beni görünce heyecanlandı: "Baba, seni The Wire'da gördüm! Smaç vuruyordun!"

Maurice Blanding: İnanılmazdı. Kendimi üst düzey aktörlerden biriymiş gibi hissetmiştim.

Andre 'Silk' Poole: O maç, basketbolun 'Kim Kimdir?'i gibi bir şeydi. O gün yıldız olmuştum.

David Simon: Bir figüran için harika bir gündü. Orada Baltimore'dan birçok yüz vardı, çok hoşuma gitmişti.

Maurice Blanding: Bence bu, The Wire'ın başarılı olmasında en büyük etkendi: Eski uyuşturucu bağımlılarını kullanmaları, eski basketbolcuları, öğretmenleri kullanmaları. Baltimore'dan olup da dizide oynayan herkesin ayrı bir hikayesi vardı. Bu, benim hikayem. Baltimore'da herkesin bir hikayesi vardır. Herkesin. Bana güvenin. 

(Orijinali için şuradan. Ayrıca bu bölümle ilgili bir sözlü tarih daha var, onun da linkini şöyle bırakayım.)

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Great site you have got here.. It's difficult to findd
hhigh quality writing lie yours nowadays. I really appreciate people liie
you! Take care!!