Çeviri: Hip-Hop'ın Ellinci Yılında 50 Rapçi, 50 Hikaye



(Hip-hop'ın ellinci yılında, çevirmek için şöyle kapsamlı bir yazı aranırken, taymlayna bu harika çalışma düştü. Orijinali şu. İlk günlerde 'gift article' olarak beleşe okunabiliyordu ama o da birkaç gün sürdü ve şu anda o linkten okuyamıyorsunuz. Bazı başka yollarla ulaşma imkanı var ama orada da yazıyı sunma şekilleri gereği, orada gördüğünüz, isimlerin yazdığı etiketlere tıklanamıyor -- o etiketlere tıklanınca ayrı bir sayfa açılıyor ve o kişinin anlattıklarını okuyorsunuz. Yani şu anda bu hikayeleri orijinalinden okuma imkanınız, New York Times üyeliğiniz bulunmuyorsa eğer, yok. Ne olur ne olmaz diye hemen yazıları kopyaladım, iyi ki de öyle yapmışım. O sayede çevirme imkanı buldum. 

Sunuş şekline dair birkaç zaruri not var: 

-- Çalışma hakkında fikir vermek gerekirse, bu her biri önemli figürlere hip-hop kültürü ve rap'le tanışmaları, benimsemeleri, rap yapmaya nasıl başladıkları, kültüre bakışları, ilham aldıkları kişi ve gruplar, rap'in günümüzdeki durumu hakkında sorular sorulmuş ve yer yer kısa, yer yer uzun cevaplar alınıp evladiyelik, önemli bir iş ortaya çıkarılmış. Keşke yerli versiyonu da olsa. 

-- Her isim, şarkı, albüm, video, terim ve isim için, ilk anıldıkları yerde link koydum, okumayı biraz zorlaştırabilir ama sonuçta herkes her ismi tanımıyor ve her şeyi de bilmiyor. Mümkün olduğunca Ekşi linki koydum, çünkü en geniş kitleye ulaşan verimli ve doyurucu yorumlar burada yer alıyor. Orada entiri yoksa ya da sadece düz bilgi sunuyorsa, onun yerine Vikipedi linki koydum. Mecbur olmadıkça Wikipedia'dan link vermedim, çünkü sonuçta bu bir çeviri. Şarkılar için de eğer sitede paylaşılmışsa Youtube linklerini verdim, ki çoğunun var. Aralarında internette adı bile geçmeyen kişiler var ki, çok acayip. Daha yeraltı olunamaz sanırım. 

-- Normalde hikayelerin bulunduğu sayfaya her girdiğinizde, renkli parçaların üstündeki isimlerin yerleri değişiyor. Ben alfabetik biçimde dizmeyi uygun gördüm. Arka arkaya aynı renkler denk geldiyse, sebebi bu. Ayrıca ana görsel için de o manzarayı kullanmayı seçtim. Başka türlü bir fotoğraf filan pek uygun kaçmazdı. Normalde en yukarıda ne olduğu, yazının linkine tıklayınca görülüyor zaten. Onu uygulamak blog ortamında zor.

-- Etiketlere tıkladıktan sonra açılan o ayrı sayfalarda, sanatçı ismi, doğum yeri ve yılının altında bir Spotify veya Youtube linki oluyor. O linkleri, ismin altındaki doğum yeri ve yılına gömdüm. 

-- Yukarıdaki görselde gördüğünüz şekilde, 4-5 renk belirleyip, yazıları o renklere pay etmişler. Ben o yazıları tersyüz ederek koydum, yani normalde yazı yeşil ve vurgulanan yerlerin zemini beyazsa, ben vurgulu yerleri yeşil yaptım. Bazı yerlerde tonları değiştirdiğim de oldu, hep aynı renkler görünmesin diye. Yazılar orijinalinde hangi renktelerse, onları korudum.   

-- Türkçesi bulunan terimleri o şekilde yazdım ama bazılarının hiçbir şekilde yerli versiyonu yok. Onlar aynı kaldı. İtalik fontla yazarak vurgulamaya çalıştım.

-- 50 kişi mevzu bahis olduğu için, aynı kişi konuşuyor gibi gelmesin diye, yer yer farklı kelimeler ve cümle kalıpları kullandım. 

-- Şarkı sözlerini olduğu gibi koydum, çevirmekle uğraşmak akıl işi değil çünkü ve gerek var mı, ondan da emin değilim. Onları da italik yaptım, gidişatla karışmasın diye.

-- Bazı çok abuk gelecek terimlerin İngilizce açıklamalarını, kelimeye/cümleye link vererek açıklamaya çalıştım. Kafa karışıklığını önleme amaçlı. 

-- Bazı cümlelerde "[küfür]" yazan yerler var, oralar benim önlemim değil, orijinallerinde "[expletive]" yazıyor. Cümlelerin gidişatına göre, hangi kelime olması gerekiyorsa, ona göre ayarladım. Bir de, birkaç yerde böyle sadece alt çizgi var, oralar da normalde küfür olan ama yazılmamış yerler. Yazıların aslında öyle.

-- Son olarak da kişisel inisiyatif kullandığım bir yeri söyleyeyim: Şarkı ve albüm isimleri hep tırnak içinde verilmiş, ben hepsinin başına ve sonuna tek apostrof koydum, çünkü tırnak işaretinin, birinin söylediği bir cümleyi alıntılarken kullanılması gerektiğini düşünüyorum. 

Başlık görseli için Uğurcan'a, çeviri yardımı için de İpek'e teşekkürler. İyi okumalar.)






50 Cent


Hip-hop'a aşık olmuştum ama radyoda haftada sadece bir saat çalıyordu. Büyükannem kiliseye gider, bir kayıt cihazı alır ve papazın söylediği her şeyi kaydederdi, çarşamba günü, pazar ayinini kendi kendine tekrar dinlerdi. Maxell kasetleri vardı, bir kere kaydettiğinizde, kayıt şeritlerindeki tırnakları kırman gerekirdi. Kilisede almış olduğum kaydın üzerine yeni kayıt çekmek için, o kırık tırnakların boşluğunu, tuvalet kağıdı ile doldurmam gerekiyordu. Sadece bir saatliğine yayınlanıyordu -- o zaman bunu kaydetmeliydim. 

KRS'in yeni çıktığı zamanlardı bu, kariyerimin başlarında beni çok etkilemiştir, çünkü ortada yaratıcı bir saldırganlık vardı. Onun yaptıklarını tamamen örnek almadım, ve bir noktada seyirciden çok daha akıllı hale geldi ve bu eğlenceli değildi, çünkü [küfür] öğrenmek gibiydi. Öğreticiydi. Beni kaybettiği yer biraz orasıydı. Ama başlangıçta rekabetçi bir enerjisi vardı -- benim için hip-hop her zaman buydu. 

Şöyle diyordu: "Manhattan keeps on making it, Brooklyn keeps on taking it/Bronx keeps creating it and Queens keeps on faking it." Ve ben bir Queens'liyim! Bunu çok sevmiştim. Ama söyledikleri sebebiyle onun hakkında nasıl hissettiğimi bilmiyordum.

Buna bakarsanız, o zaman Columbia'nın bir sanatçı olarak kim olduğumu anlamadığı noktada ne yaptığıma da bakarsınız. Albümün çıkış tarihi yaklaşıyordu ve bir şeyler yapmam gerekiyordu. Öyle bir zamanlamaya sahip olmadığımı biliyordum. İşe yaramayacaktı ve bu bir seçenek değildi. Böylece, 'How to Rob' ortaya çıktı -- bu enerjinin bendeki versiyonuydu.

Biggie ve Tupac'ın ardından sanatçılar birbirlerinin isimlerini söylemekten korkar oldu. Bu yüzden Nas şöyle diyordu: "20 G bets I'm winning 'em, threats I'm sending 'em/Lex with TV sets the minimum." Jay-Z'yi tarif ediyordu. 'In My Lifetime.' Birbirlerinin adını anmadan birbirleri hakkında konuşuyorlardı. 

Karakter olarak diğer sanatçılardan farkım, yol boyunca hepsinden daha fazla engelle karşılaşmam. İlk zamanlar çok zordu. Sonra müzik sektörü de bana bunu yaparken, bahçede bekleyen pitbull gibi nasıl tepki vermeyeceğimi bilemedim. 

İlk başlarda Dre'nin bana söylediği şey şuydu: "Bunun ne olduğunu biliyorum. N.W.A. bu, ama sadece tek üyeli." Dre bana, kitlenin benimle etkileşime girmesi için [küfür] yırtmam gerekmediğini söyledi. Bana gelecekler. Ama başka bir şeye de ihtiyacım var gibiydi. Çalıştım ve kendimi fiziksel olarak iyi hale getirdim. Kadın takipçilerin beni düzeltebileceklerini hissetmelerine ihtiyacım vardı. 

Büyük albümleri dinlediğimde, duygusal anlar içerdiklerini görüyorum. Biggie'nin R. Kelly ile beraber söylediği '__ You Tonight' mesela. Bir R&B şarkıcısının albümünde konuk olarak bir rapçinin yer alması gibi bir ton değişimi yaratacaktı bu. Dre özellikle '21 Questions' için, "Neden istediğini bilmiyorum," diyordu. "Dinledim. İyi bir şarkı ama ihtiyacın yok."  

Bir kayıtta melodiye ihtiyacınız varsa, Nate Dogg'dan daha ideal biri yok. Nate sizi uçurur! Nate'e sahip olmak, böyle bir kaydı gerçekten sağlam hissettirmenin ve bunu sorgulamamanın en havalı yoluydu.

İlk albümde yaratıcılık açısından pek bağımsız değildim. Ama ikinci albümü yaparken yıldızlaştım. İkinci albümde içimden başka şeyler çıktı. Daha özgür hissetmeye başladım. 

Michael Jackson'ın bana öğrettiği bir şeyi söyleyeyim. Çünkü Chris Tucker'la konuşuyordu ve güncel müziğin büyük bir hayranıydı. "Şarkılarımda güzel melodiler var." Nakaratlarda söylediklerim ve bu gibi şeyler. "İngilizcenin insanların ikinci dili olduğu uluslararası arenada bağlantı kurmalarını sağlayan şey de bu. Sadece melodiyi takip edebiliyorlar." 

Bence genel olarak kültür, hasar görmüş şeyleri seviyor, çünkü seyircinin kendini daha iyi hissetmesini sağlıyor, birine bakıp "Benden daha [küfür]," diyor. İzleyicinin bir kısmının safariye çıkmasını sağlıyor. Hayvanlara yeterince yakın olup aslında tehlikede olmamak. 






Azealia Banks

New York, 1991


Hip-hop'a özel bir katkı yaptım ve çoğu kez bunun gözden kaçtığını hissediyorum. Hip-hop, Siyah kültürüdür. İnsanlar, "Ah, house müzik yapıyorsun, beyaz müziği yani," diyor. Hayır, tatlım. House müzik, Siyah müziğidir. Yaptığım her şey, hip-hop ruhuna dahil. 

Neler olup bittiğine dair hiçbir fikrim olmasa da, hip-hop'a dair ilk anım, Mariah Carey'nin 'Fantasy' remiksindeki Old Dirty Bastard. 2 yaşındaydım, 3'e girecektim. Ve Lil Kim'in 'All About the Benjamins'teki sözleri. Oradaki cüretkarlık inanılmazdı. Balıkgözü lensle çekilen videoyu hatırlıyorum, transparan elbise ve sarı peruğuyla görülüyordu. Şu sözlerle başlıyordu: "What the bloodclaat?/Wanna bumble with the bee, huh?/Throw a hex on the whole family." Belki 16 yaşına dek büyünün ne demek olduğunu bilmiyordum, ama bu [küfrediyor] kelimeyi kullanabilirdim. 

Ben tiyatroya giden bir çocuktum ve LIL WAYNE kesinlikle bir aktör gibiydi. Teatraldi ve şakaları çok komikti. 'Cannon' muhtemelen Lil Wayne'in gelmiş-geçmiş en iyi verse'lerinden birine sahip. [30 saniyeliğine şarkıyı söylüyor.] 

Ama tüm zamanlarda en sevdiğim rapçi, sokak partilerinde Lox'u duyduğum için STYLES P.  Sonra DatPiff dönemi vardı, 'Makinedeki Hayalet' gibi şarkı indirirdim. Onun o prova yapmamış halini severdim. Ve havasını. Fantastik bir dünya yaratmaya çalışmak yerine sizinle konuşuyordu. 

Aslında ilk mixtape'imde birlikte söylediğimiz bir şarkı var. Para istememişti bunun için. Başka erkek rapçilerle de ortak şarkılarım var ama muhtemelen hiçbir zaman ortaya çıkmayacaklar çünkü albüm anlaşmalarını imzalamadım. Mesela, anasını satayım, Yeezy -- hayatım boyunca seni sevdim, bunu mu yapacaktın?

Rap yapmaya başladım, çünkü rap yapan bir erkek arkadaşım vardı ve cypher'lara katılırdı. için tüm o farklı kelimeleri öğrenmem gerekti. O Ladytron beat'i üzerine 'Seventeen'i yazdım ve o gün cigara bana geldiğinde şu sözler çıktı ağzımdan: "I’m not the don diva/I’m beyond ya don skeezers/I get cake from quick chicks with long heaters." Şu tepkiyi verdiler: "Kızım sen rap yapabiliyormuşsun ya! Kaydetmelisin bunu!" 

İlk kaydımı, bir oğlanın dolabında, çorap sarılı bir mikrofonla, Supreme marka ceketlerin arasında aldım. İki hafta sonra, Fader blogunda adım yer aldı. Bir gecede adım duyuldu ve dedim ki, Tamam, artık bir işim var. 

Tüm o tiyatro eğitiminin kesinlikle katkısının olduğunu düşünüyorum. 212'deki o beyaz Valley Girl sesiyle, New York'a geleli iki yıl olan ama "Ben bir New York'luyum!" diyen aptal orospularla gerçekten dalga geçiyordum. Sanırım XL Recordings'teki herkes benim 17 yaşında olduğumu unutuyordu. Herhangi bir koruyup kollama hissetmemiştim. Herkes beni yalnız bıraktı ve ne istediklerini bilmemi bekledi.  




Big Boi (Outkast)

Atlanta, 1975


Dungeon'da sanki X-Men Süper Kahramanlar Okulu vardı. Hepimiz --Outkast, GOODIE MOB, Organized Noize-- tüm ekip orada lirik becerilerimizi daha iyi hale getiriyor, dünyaya hazırlanıyorduk. 

Ben ve Dre gidip uğraşıyorduk. Rap yapıyorduk, sözlerimizi birbirimize veriyorduk. Anlaşmamızı böyle aldık, esasında. Big Gipp, 'Scenario'yu çalıyordu, A Tribe Called Quest remiksi. Bir güzellik malzemeleri mağazasında çalışan Isuzu Trooper ve Rico Wade onunlaydı.  Ben ve Dre oradaydık, şarkının enstrümental halini çaldık ve onun üstüne epey bir süre rap yaptık. Ve Rico şöyle dedi: "Pekala, Dungeon'a gidiyorsunuz." 

Barların nasıl sayılacağını falan bilmiyorduk. Dungeon'a gittiğimizde bir gün, format atmayı öğrendik. Organized Noize'daki ustalar bize bunu nasıl yapacağımızı öğretti. Ben, Dre ve Cee-Lo, 16-17 falandık, diğerleri ise 20 civarıydı.

Herkes oradaydı: Cool Breeze, Backbone, Witchdoctor. Sonra Future da geldi. Her şey doğaldı ve okul arkadaşı gibiydik. Ve hepimiz bir araya geldik. Okula beraber gitmiyorduk ama birlikte eğitiliyorduk. 

Parental Advisory isimli bir grup bizden önce oradaydı -- KP the Great, Mello ve Reese. 'Manifest' adında bir şarkıları vardı ve bu karanlık, cesur bir şarkıydı. Yeraltı işiydi. Onlar ilkti, biz arkalarından geldik. 

'Player's Ball'u yaptığımızda, Noel'deki yayın anlaşmamızdan 100.000 dolar aldık, çünkü listelerde bir numaraya çıkmıştı. Sıfırdan başladığınızda, bu para 1 milyon dolar gibidir, anlıyor musun? 21 yaşından önce milyoner olmuştuk yani. 

Bundan sonra yaptığımız ilk şey, bir otomobil almaktı elbette. Ama paranın geri kalanını ayırdık ve bir MPC60 drum machine aldık. İnsanlar, 'ATLiens'tan 'Idlewild'a dek şarkılarımızın çoğunu kendimizin yaptığını bilmiyor. 'Mr. Jackson', 'Bombs Over Baghdad' ve 'Aquemini' gibi şarkılar -- bunları biz yaptık. Organized Noize'u izledikten sonra şöyle düşündüm: "Pekala, eğer MC olacaksak, seslerle bir manzara yaratmak ve mesajı yazmak ne kadar havalı olurdu?

OutKast'in yarısı olmakla ve kendim bir bütün olmakla tanınıyorum. İster film ve televizyon olsun, ister çocuklarımın resitalleri ya da futbol maçları olsun, dünya bizi tanıyor. Markamız prestijli. Braves'in stadında bobblehead gecesi düzenlediler. O gün bir şarkı söylemeyecektik ama tüm şehir o oyuncaklardan almak için oraya geldi. Çok güzeldi ya.




Big Gipp (Goodie Mob)

Atlanta, 1972


Kankam dün gece bana hatırlatmak zorunda kaldı: "Gipp, Atlanta müziğinin her dönemine dahil olduğunun farkında mısın?" "Vay be," dedim. 

Jean Carne isimli bu hanımefendi, oğlu Joseph ile beraber mahallemize taşınan bir soul şarkıcısıydı -- 'Closer Than Close' isimli bir şarkısı vardı. Aynı yıl mahallemize Ray Murray isimli biri taşındı. 

Bir araya geldikten sonra Bayan Carne oğluna ilk stüdyomuzu satın aldı. Bizi arayıp, "Abi, annem bana bir stüdyo aldı," demesini hatırlıyorum, çünkü o gün LL COOL J, 'Jack the Ripper'ı çıkarmıştı. O yüzden aklıma kazınmıştır. O şarkıyı defalarca kez dinlemiştik.  

Bayan Carne beni sağa-sola götürmeye başladı -- sektöre girişim böyle oldu. Kendisi Peabo Bryson'ın kuzeniydi. Bayan Carne'ın evinde Stevie Wonder'la tanıştım, New Edition'la tanıştım -- sektöre girmeden önce sektörle tanıştım yani. Kızının doğum günü partisi vardı ve oraya Jackson 5 ile beraber gittik. Atlanta, sivil haklar hareketi sebebiyle pek çok süper yıldızla doluydu: Larry Blackmon ortalıkta dolanıyordu, Curtis Mayfield oralardaydı, Kool & the Gang de. 

Ray bana rap yapmayı öğretmeye başladı. Bana verdiği ilk kayıtlar Last Poets ve KRS-One'ındı, sadece bana bir şeyler katmak için, anladın? Ama ben kendimi iki sanatçı aracılığıyla yarattım: Public Enemy'den Chuck D ve Ice-T. Okulda öğrendiklerimden fazlasını Chuck D'den öğrendim. Ice-T, player hayat tarzını temsil ediyordu -- genç bir erkeği hemen etkiliyor tabii. 'Power' albümünün kapağına bakıp "İşte benim adamım!" diyordum. 

Campbellton Road'daki Red Lobster'da bulaşıkçı olarak çalışıyordum ve bir gün Public Enemy dinliyordum. Yanımdaki adam New York'luydu. "Hey, Gripp, bu grubu seviyor musun?" diye sordu. Ben de, "Onları sevmiyorum, onlara bayılıyorum," dedim. Bunun üstüne, "Onlarla tanışmak ister misin?" dedi. Ben geyik yapıyordum, çünkü Red Lobster'dayız; bulaşık yıkıyoruz. "Şey, adım Mike. Professor Griff benim küçük kardeşim. Buraya gelecekler ve seni onlarla tanışmaya götüreceğim." 

Beni Fulton County Stadyumu'na götürdü ve o akşamı konser değil, Chuck D'nin konsere geliş şekli sebebiyle hatırlıyorum: O akşam en son çıkacak olan onlardı ve Chuck D oraya bir taksiyle gelmişti. Kariyerim boyunca bunu unutmadım. 

N.W.A. tüm ortamı değiştirmişti. Müziği bir dakikalığına durdurmuşlardı. Saldırganlığı, gerçekten daha önce görülmemiş bir şekilde soktular rap'e. Ve sonra Geto Boys geldi. "Güney'in en büyüğü kimdi?" dedikleri zaman. Bir çocuk olarak, SCARFACE bizim Güney'deki Ice Cube'umuzdu. 

Her gün yeni şarkılar çıkıyordu. Çok heyecan vericiydi. Nereye gidersen git, birisi, "Bunu duydun mu?" derdi. Ve bu, Atlanta'da çocuk olmaktan başka bir şeydi çünkü Atlanta'da soul müzik çok baskındı -- Commodores, O'Jays, Gladys Knight, Curtis Mayfield'dan büyük bir şey yoktu. 

Goodie Mob ile insanlara geldiğimiz yerin ruhunu ve kalbini sunduk. Bizi büyüten her şeyi, bizi oluşturan her şeyi, annelerimizin bize öğrettiklerini, yetiştirilme şeklimizi size verdik. 

Toplu konutlardan gelmiyorduk. Her zaman varlıklı ve dindar Siyahların yanında bulundum -- tüm gördüğüm buydu. Torbacılar ve gangsterler şehirde hiçbir zaman yaygın olmamıştı çünkü hiçbir şey Kral'dan daha büyük olamazdı. Goodie Mob'un bizim konuştuğumuz gibi konuşmasının sebebi bu. Biz küçük yaşta bile yetişkin erkekler gibi rap yapardık. Yine de size 'Dirty South'u verdik, sizi toplu konutlara, sokaklara götürdük. Hepsini yaptık. Her zaman daha iyisine sahip olduğumuzu bildiğimiz bir yerden yaptık. 

Aynı zamanda da Babyface ve L.A. Reid bizimle anlaştığı için. Asla bir rap müzik şirketiyle çalışmadık ve benzerlerimizin yanına kâr kalan şeyler bize kalmıyordu. Babyface'in "Bir şarkıda nakarat ve köprü yoksa, şarkı denmez ona," dediğini hatırlıyorum. Ve bize söylediği tek şey buydu. 

Amerikan Güreşi'nden çok etkilenmişimdir. Ric Flair, Dusty Rhodes, Road Warriors gibi sanatçıları yakından görmeliyim. Kostümler -- insanlar bunları gördüklerinde nasıl etkileniyor, biliyordum. Dungeon Family'de böyle yapmaya başlamamızın sebebi buydu. İnsanlar bizi anlamasa da, nasıl göründüğümüzü hatırlayacaklardı. 

Outkast ve Goodie Mob'un böyle olacağını kim bilebilirdi? Başka kimsenin ekibinde Andre 3000 gibi bir adam olduğunu sanmıyorum. Bizden başka kimsenin ekibinde bir CeeLo Green olduğunu sanmıyorum. Tek yapman gereken, "Ceelo, biraz Gnarls Barkley yapsana," demek. 

Güney ne zaman yeni bir stil çıkarsa, hoşlanmayacak bir şeyler buluyorlar. Ama düşünecek olursanız, çıkışımızdan bu yana hiç durmadık. Future'a baktığınız zaman --aileden biri o, Dungeon'dan-- Ying Yang Twins, Lil Jon, Ludacris, T.I., Jeezy, GUCCI MANE. Başlarda Migos'u da sevmemişlerdi! 

Atlanta'da bir striptiz kulübü kültürü olduğu sürece, daima herkesin önünde olacağız. Birisi Patchwerk'teki stüdyodan bir Young Thug kaydı alabilir, pazartesi günü Magic City'ye gidebilir, en güzel striptizciyi bununla dans ettirebilir ve şarkı liste başı olabilir! Çalışmayı bırakmamakla ilgili bir şey bu. 



Boots Riley (The Coup)

Oakland, 1971


15 yaşındayken, arkadaşım Johnny'yi polis şiddetine karşı düzenlenen mitinglere getirmeye çalışıyordum. Ona orada bir sürü kişi olacağını ve onların önünde rap yapabileceğini söylüyordum. O ise, eğer ben yaparsam, kendisinin de rap yapacağını söylüyordu. 

Çoğu zaman Schoolly D'nin sözlerini çalıyordum, çünkü onu kimse tanımıyordu. Okulda masaya vurarak rap yapıyordum, tiyatroyla da ilgileniyordum. Birisi, "West Side Story'nin bize özel versiyonunu yapalım, ama Doğu Oakland'dayız, o yüzden East Side Story diyelim," şeklinde bir fikir ortaya attı ve tüm oyunu rap yaparak sergileme önerisi getirdi. İlk yazma deneyimim buydu. 

Berkeley'deki bir mitingde konuştum ve TOO SHORT'un DJ'i olan Pizo the Beat Fixer bir ara yanıma gelip, "Dostum, rap yapıyor musun, çünkü bu politik [küfür] şu anda işe yarayabilir," dedi. Ben de, "Evet, yapıyorum aslında," dedim. Ve bu adam, benim, Spice 1'in ve o zamanlar Tony! Toni! Tone!'nin bir şarkısında, "Mocedes, the Mellow," dediği için tanınan Mocedes isminde bir adamın bulunduğu bir albüm çıkardı! Daha sonra Tupac'ın üvey kardeşi Mopreme olarak tanındı.   

Bugün bile yerel sanatçıların başına gelen bir şey var -- hepimize [küfür] olmadığımız öğretildi. Too Short, Fresh Fest'te çıktığı zaman ortaokulda olduğumu hatırlıyorum. Ve insanlar, ona nasıl izin verildiği hakkında konuşuyorlardı falan filan. MC Hammer ve Digital Underground'a dek insanlar, bilirsiniz, "Bu yerel bir şey ama diğer insanlar da bundan hoşlanıyor," şeklinde davranmaya başladılar. Sende ise küçük kasaba zihniyeti var. Ve böylece, Coup'yu kurduğumuzda, başka yerlerdeki insanların bizi sevdiklerini, insanların bize sahip çıktığını göstermemiz zaman aldı. Çünkü herkes önemli bir şeylere bağlanmak ister. 

Demek istediğim, kesinlikle bir takım çalışması duygusu vardı, insanlar bağlantılarını paylaşıyor, konserler düzenlensin istiyorlardı. Bu cümleleri okuyan 20 yaşındaki gençler için söylemeliyim, birbirlerinizin işlerini paylaşmıyorsunuz. Birbirinizin projelerinde yer alın. Videolarınızda görünün. E-40'ın amcası herkesin işlerine destek verirdi. Menajerim Chaz Hayes, bir noktada bizimle, Spice 1'le, E-40'la, Master P'yle ve Tony! Toni! Tone!'nin bazı üyeleriyle çalışıyordu. 

'Soul Beat', yeni bir şeyler duyabileceğiniz bir kanaldı. Mesela ICE CUBE'u, henüz C.I.A. üyesi olduğu dönemde, havuz başında dans ederken görebilirdiniz orada. Coup, E-40 ve Click, Soul Beat Day'de sahne alıyordu, kuliste E-40 ve Studio Ton şöyle dedi: "Baksana, senin şu, 'practice looking hard,' sözünle bir şeyler yapmak istiyoruz." İşte o günden sonra beraber bir şeyler yapmaya başlamıştık. California'da birçok araba konseri ve lowrider konseri yapmıştık. O lowrider gösterilerinde kazandığım kupalar hâlâ durur.    

Wild Pitch, bize bir fikirleri olduğundan bahsetti. Tam olarak bir türe uymadığımızı, bunu aşmanın yolunun da bir kolej turuna çıkmak olduğunu düşünmüşler. Biz de onlara kolej müziği yapmadığımızı söyledik. Diğer yandan albümü alan da onlardı, yani korkunç bir hata yapmıştık. 

Fakat bize 14 bin dolar verdiler. Bu yüzden 50 günlük, her şehirde durduğumuz bir tura çıktık; kendi posterlerimizi astık, kendi çıkartmalarımızı yapıştırdık, insanlara plak dükkanlarının yerini sorduk ve oralara gidip albümümüzü çaldık, onlara dinlettik. 

D.C.'ye vardığımızda şirket, BET ile herhangi bir ilerleme kaydedilemeğini söyledi. Harcırahımızı biriktirmiştik, bilirsiniz, günlük 5 dolar hakkımız vardı. Kapıyı tıklattık, Joe Clair'a nerede bir şeyler yemek istediğini sorduk. Onu yemeğe çıkardık, beraber takıldık ve videoyu gösterdik. Ve bir hafta sonra, sanırım Memorial Day'di, deli gibi bizim videoyu döndürüyorlardı. Tam o sıra Cleveland'daydık ve insanlar "Sizi televizyonda gördüm," demeye başlamıştı. 




Bun B (Ugk)

Port Arthur, Texas; 1973


Ben küçükken kendimi müziğe kaptırıyordum ama 'Microphone Fiend'i duyana dek aslında MC olmak aklımda yoktu. Ve bu, Juice Crew'a aşık olmamdan sonraydı -- Kool G Rap, Big Daddy Kane üstümde büyük etkisi olan isimler. O zaman söz yazmaya başlamıştım. 'Microphone Fiend' videosu 'Rap City'de çıktığında bir rapçi olmaya karar vermiştim, çünkü hayatımda gördüğüm en havalı [küfür] buydu ve ben de bu kadar havalı biri olarak görülmek istiyordum. 

KTSU çalana kadar Houston hip-hop'ını duyamazdınız. Texas Southern University'nin radyosuydu bu. R.P. Cola, Billy Dee gibi adamlar vardı, bunlar aslında mekanlarda serbest stilde kapışan adamlardı. Akshen ile aşağı-yukarı aynı zamanlarda ama hâlâ pek bilinmiyorlardı. 'Another Head Put to Rest' radyoda çalınmadı. Çok küfürlüydü. 'Car Freak'i falan duyardınız ama Geto Boys, 'Balls and My Word'u çıkartana dek böyle bir örnek yoktu. İşte o andan itibaren müzik yapma ve yayınlama fikri çok uzak gelmemeye başladı. 

'88 gibi yazmaya başladım. Çalışmayı arzuladığım teknik seviye Juice Crew ve Rakim seviyesiydi. Metaforların kullanımı, dili manipüle etme, kelimenin ortasında kafiye yapma, mümkün olduğu kadar çok benzer sesli kelimeyi bir araya getirme. Ve okulda epey iyi olduğum için bunu da becerebileceğimi hissediyordum, anladın? İngilizcede gerçekten iyi notlar alıyordum. Çoğu arkadaşımdan daha fazla kelime biliyordum. Bunların bir kısmını kafiyelere nasıl dahil edeceğimi bulmalıydım. İlk denemelerim korkunçtu. Sanki [küfür] kelimenin tam anlamıyla oturup sözlüğe bakmak zorunda bırakacak gibi. Ve insanlar bunu yapmak istemez. 

Bu farkındalığın çoğu, Pimp'in benim üzerimdeki etkisinden kaynaklanıyor. "Ortalığın amına koyacak bu," diyordu. İnsanlar sizi gördüklerinde kendilerini görebilmeli ve sizi duyduklarında kendilerini duyabilmelidir. Teknik düzeyde iyi olmak ve kafiyelerinizi roketler, hücre biyolojisi ya da moleküler biyoloji veya her neyse onunla karşılaştırmak istiyorsanız, bu harika. Ama günün sonunda, insanlar bu [küfür] ile dans etmeli. 

Müzik yapmaya ilk başladığımızda, o zamanlar Houston'da 50 tane rapçi falan vardı. Ama 92'de ilk kez New York'a, Jive ile anlaşma imzalamaya gittiğimizde, tanıştığımız ilk üç beyazın hepsi rapçiydi. Oteldeki kapı görevlisi bile: "Eee, siz burada ne yapıyorsunuz? Rap mi yapıyorsun? Ben de rapçiyim!" Pizzacı: "Anlaşma için mi geldin? Beni de dahil et, ben de rapçiyim." Ertesi gün, şoför: "Siz rapçisiniz galiba? Jive binasına gidiyorsunuz. Ben de kendimce rap yapıyorum." Ve bunların hepsi beyazdı! Torbacı bile, "Rapçi misiniz? Ben de rap yapıyorum," dedi. Ve o da beyazdı. 

Kariyerimin ilk yıllarında, ne kadar zorlu ve sert biri olduğumu hissettiğimi duyurmaya çalışmak istedim. Sonunda bunun sert durmakla ilgili olmadığını, gerçekten yeterince sert olmakla ve o sırada, o odada ihtiyaç duyulan şeylere yetmekle ilgili olduğunu fark ettim. 

Yani Ruthless Records'tan bir grup [küfür] ile aynı odadaysam, ilerlemem ve kendimi taşımam gereken bir yol var, ama sonunda mikrofona ulaştığımda herkes kim olduğumuzu anlıyor. '92'de Q-Tip ve Busta ile aynı odada kalsaydım da aynı şey olurdu. İnsanların birbirleri hakkında çizecekleri belirli varsayımlar var. Ve yeteneğimi gerçekten gösterdiğimde, birleştirici nokta bu oluyor. 

Kelime oyunlarından büyülenmiştim ve bu, Doğu Yakası'ndan gelen baskın müzik tarzıydı. Ama aynı zamanda çok küçük bir kasabadan geliyordum. Orada çok sayıda gangster [küfür] oluyor. Kokain şehre geliyordu. Ve biliyordum ki, eğer rap yaparsam, ben de bunların bir yansıması olmalıyım.

Bir ara Volume 10'in 'Pistolgrip-Pump' isimli şarkısını duydum, bırak bizim sound'umuzu, o zamanlar yapılan hiçbir şeye benzemeyen bir şeydi. Müzik harikaydı. Sonra nakarata takıldım ve, "Bir dakika, benim bu," dedim. 'Pocket Full of Stones'taki verse'lerimden biri. Tek kuruş istemedim. Rapçilerin diğer rapçilerden para aldığını düşünmüyordum. Bunu duyduğumda, "Hasiktir, Batı Yakası'nda benim [küfür] biliyorlar," dedim. Sonra başka bir albüme girdi ve şöyle oldu: "'Pistolgrip' was a hit/UGK, I'd like to say what's up." Çılgınlıktı bu!

Biggie ile 94'te tanıştık. Jive Records ile tanıtım işindeydik ve bu, Craig Mack'in 'Flava in Ya Ear' şarkısının altın plak kazanmasından üç-beş gün sonraydı. İşte biz oradayız, Craig orada, Big orada ve herkes resmen Craig Mack'e yaltaklanıyor. Ama elbette biz Biggie ile tanışmak istiyorduk.  

Gidip kendimizi tanıttık ve o şöyle dedi: "Kim olduğunuzu biliyorum. 'Menace' soundtrack'inde vardınız hepiniz. 'Pockets' şarkısı sizde. Eiht ile birlikteydim, ona soundtrack'teki en iyi şarkının sizde olduğunu söyledim."  

Bu, gururumuzu okşadı ve şaşırdık. Ve unutmayın bu, Biggie'nin korsan albümünün elimizde olduğu zaman, ama bundan bahsetmemeye çalışıyorum. Bunu nasıl karşılayacağını bilmiyordum. 

Otumuz vardı, beraber içmeyi teklif ettik. İçmek için arabaya doğru giderken ona ön koltuğa oturmasını teklif ettim, o da sorun olmazsa arkaya oturacağını söyledi. Ve kapıyı hiç kapatmadı. İçeriyi dumana boğmaya çalışıyoruz hani? Kapıyı kapatıp pencereleri açmaya çalıştım ama yanaşmadı. Bir de baktık ki, bizi o kadar tanımadığı için ön koltuğa oturmak istememiş, çünkü tanımadığı kişilerin arkada kalmasını istemiyordu. Ve kapının açık kalması gerekiyordu, zira kaçması gerekirse diğerlerinden az da olsa daha avantajlı olması gerekiyordu. 




Busta Rhymes

Uniondale, New York; 1973


Benden büyük yaşta birkaç kankam vardı. Ben hâlâ tek haneli yaşlardaydım ve mahallemde Yüzde Beşçiler'in müritleri vardı. Kasetleri elden ele dolaştıran onlardı -- Kool Moe Dee'nin Busy Bee'yle kapışması ve COLD CRUSH BROTHERS'ın dahil olduğu kapışmalar. Ve radyoda 'Rapper's Delight' çalmaya başladığı zamanlar WHBI isimli bir yeraltı radyo istasyonu vardı, sanırım 105.9'dan çalardı, sabah 2'den 5'e dek faal olurdu.

The Supreme Team orada çalardı. The Awesome Two, Special K ve Teddy Ted oradaydı. Ve aynı radyo istasyonunda Zulu Nation çalardı, bazen Red Alert, Afrika Islam ve Jazzy Jay de. Şu duraklama kasetlerinden yapardım ve sonra okula gidip büyük kuzenlerimle kapışmalara gitmiş gibi davranır ve bunları 5 dolardan satardım.

Geç saatlere dek otururdum, çünkü annemin çalıştığı gecelerde bana bakan Panamalı kadından bu istasyonu öğrenmiştim. Bugün hâlâ sevdiğim o kadının oğlu bana graffitiyi tanıttı. Metrolarda spreyle boyayacağı parçaları çizdiği bir kara defteri vardı. Ben orada oturur, onları bakar ve bir film izler gibi eğlenirdim. Hip-hop'a ilk elden tanık olduğum ilk deneyimlerim bunlardı. Mahallede sokak partisi yaptıkları zaman DJ'leri ve mikrofondaki adamları gerçekten görme şansım oldu. Sokakta silahlar patlayana dek herkes orada olacaktı. Ama biri vurulmadıkça ya da polis gelmedikçe bu asla bitmezdi.

Jamaikalı yetiştirilme tarzım da bir unsurdu. Brooklyn'de tüm Karayipli topluluklar bir aradaydı. Sadece hip-hop ile ilgili değildi bu. Haitililer, Trinidadlılar, Jamaikalılar, Bajanlar, Panamalılar vardı. Bunun şovmen tarafım üstünde büyük etkisi vardı, giyinme tarzımdan konserlerimdeki enerjiye -- onların akış kalıplarından dancehall kayıtlarındaki rap yapma stilleri ve ağır bas vuruşlarına kadar. Bunların hepsini hayal gücüme dahil ettim ama hip-hop tarzında.

1983'te, ben 12 yaşındayken, Long Island'daki Uniondale şehrine taşındık. Ebeveynlerimizin standartlarıyla ilgili olarak, hepimiz bir şeylere zarar vermeyi çok erken keşfediyorduk. Yanlış yollara bulaştığımızı gördüler. Bizim oralardan geldiğinizde şöyle bakıyorsunuz: "Long Island hanım evladı. Oraya gidip tüm o çimlerin ve çiçeklerin arasında, hip-hop kültüründen anlamayan beyaz çocukların arasında olmak istemiyorum." Ancak bu ortak payda, Leaders of the New School'un bağlantı kurmasını sağlayan şeydi. Çünkü mahalle hâlâ banliyödeydi.  

Grubu resmen 86 senesinde kurduk ama henüz Busta Rhymes ismini almamıştım. Adım Chill-O-Ski'ydi. Chuck D ve diğerleriyle yolumuzun kesişmesi, Hempstead'de yapılan bir yetenek yarışmasında gerçekleşti. 20 ila 30 arası grup vardı ve sonuna kadar bekledik. Chuck D bizi, başka bazı gruplarla birlikte Hempstead'deki Spectrum City Stüdyoları'na davet etti. 

Üzerinde Son of Bazerk, Funky Frank and the Street Force, Young Black Teenagers ve Leaders of the New School gibi farklı grup isimlerinin olduğu bir pano vardı. Grubumuzu bölmeye ve bizi daha çok uyduğumuzu düşündükleri bir gruba eklemeye çalışmalarını dinlemek zorunda kaldık. "Buraya ayrılmak için gelmedik," diyorduk. Ve buna saygı gösterdiler. 

Onlara Leaders of the New School ismini istediğimizi ve aslında sonradan Young Black Teenagers'ın üyesi olacak bir çocuğun aynı adı istediğini söyledik. Bu yüzden biraz uğraşmak zorunda kaldık. Ve bize, bu ismi o kadar çok istiyorsak, '__ the Old School' isimli bir şarkı yapmamız gerektiğini söylediler. Bunu yapmak istemedik çünkü bizden önceki hiçbir şeye saygısızlık edecek şekilde yetiştirilmedik biz. Ama gerçekten ne kadar istediğimizi görmek için de bir testti. O şarkı asla ortaya çıkmayacak.

O zamanlar havalı ve ilginç olan şey, zeki ve pozitif olmanın diğer her şeyden daha ağır basmasıydı. Çok fazla gangster rapçi yoktu. Yüzde Beşçiler'in büyük etkisi vardı. Poor Righteous Teachers vardı, Rakim vardı, Lakim Shabazz vardı, King Sun vardı, Just-Ice vardı. Zulu Nation oradaydı. Siyahların güvünü artıran pek çok hareket vardı. Eğer zeki değilsen, gerçek bir mal gibi gözükürdün. 

Queen Latifah'mız vardı, MC LYTE, Salt-N-Pepa'mız vardı. Böbürlenme [küfür] bizde hep vardı. 'I'm Bad' gibi bir şarkı vardı, gerçek maçoluk, kızlar onların seksî olduklarını söylüyordu ama erkeklerin burada nasıl uyuşturucu sattığını, ateş ettiğini pek duymuyordun. Bunların hiçbirinin yanlış olduğunu söylemiyorum. Hip-hop'ta her şeyin bir yeri vardır. Ama bence hayatta herhangi bir konuda bir şeyin fazlası iyi bir şey değil. 

Leaders of the New School patladığında ve işler bizim için hareketlenmeye başladığında, bazı iç çatışmalar ortaya çıktı. Dinleyici, gruptaki en sevdiği MC'ye yönelmeye başladı. Bu geçiş sürecinde gerçekten çok zorlandım çünkü grubun en genciydim ama aralarından çocuk sahibi olan ilk kişi de bendim. 

'Scenario'dan sonra hayatım değişti. Q-Tip her zaman abim ve en yakın arkadaşlarımdan biri gibiydi. O şarkı çıktığında şovu çalmaya hazır olduğum çok belliydi. 'Zindan ejderha' [küfür] ile mikrofona gelmem kesinlikle dikkat çekici bir andı. O zamanlar şarkıdaki sonuncu kişi olmak çok makbul bir şeydi. 'Scenario'da sonuncu kişiydim. 'Flava in Ya Ear'da sonuncuydum. Heavy D'nin 'Blue Funk' albümündeki 'A Buncha __' isimli şarkıda sonuncuydum. Big Daddy Kane'in 'Prince of Darkness' albümündeki 'Come on Down' şarkısında sonuncu kişiydim. Gösteriyi ele geçiren kişiyseniz, sondasınız. 

'Put Your Hands Where My Eyes Could See' hayatımda bir dönüm noktası oldu, insanlar ilk kez benim sakince rap yaptığımı duydular. Kültür tarihinde şimdiye kadar yapılmış en iyi şarkılardan biri olduğunu söylenebilir. Bunu kendi şarkım olduğunu için söylemiyorum. Söylüyorum, çünkü bu, üstünde fikir birliğine varılmış bir şey. 




Cam'ron

New York, 1976


8, 9 yaşlarındayken izlemeye ve dikkat etmeye başladım. Sabaha kadar bir sürü isim sayabilirim ama en sevdiklerim şunlardı: KRS-One, Kool G Rap, Slick Rick, 3rd Bass, EPMD, A TRIBE CALLED QUEST, N.W.A., Gang Starr, De La Soul, Queen Latifah, Naughty by Nature. Kwame puantiyeli gömlek giydiği için, Gap'e gidip puantiyeli gömlek almaya çalıştığımı hatırlıyorum.

Benim için bilinçli rap ve sokakta yapılan rap kafa kafayaydı ama sonra aniden gangsta rap kontrolü ele aldı. Belki de rap dışında, uyuşturucu ve suçla ilgili olup bitenler yüzünden. Belki de bu, gangster müziğini normal müziklerden daha fazla ileriye götürdü.  

Teyzem Inglewood'da yaşıyordu, o yüzden yazları California'ya giderdim ve orada radyo dinlerdim ama bizim dinlediğimiz şeyler çalmıyordu. Sonra Teksas'ın Corsicana şehrindeki Navarro Koleji'ne gittim. Okula başladığımda bir kültür şoku geçirdim çünkü New York müziği çalmıyordu orada. Tek çaldıkları  BONE THUGS-N-HARMONY idi. Ayrıca farkında olmadığım şey, bu adamların Güney'de ve UGK üzerinde çok büyük etkisinin olmasıydı. Bunu sevmiştim. BUN B'nin herkesle, her eyalette rap yapabileceğini düşünüyorum. Pimp C biraz daha yaşam tarzı üstüneydi. Bun ve Pimp harika anlaşıyorlardı. 

O sene Noel tatili için eve geldiğimde 'Shook Ones' çıktı ve "Evet, işte New York!" demiştim. Okula dönerken bir kasete kaydetmiştim ve orada her gün dinledim. Bu beni New York kafasına soktu ve sonunda birini silahla yaralayıp okuldan atıldım.

New York'lu olduğum için bir denge öğrendim. Söz yazarı değilmişim gibi davranmak istemem ama  aynı zamanda bu, insanlar için çok fazla olabilir. Muhtemelen erkek dinleyicim daha fazladır fakat her zaman aklımın bir köşesindedir, kızların da konserime gelmesini isterim. Benim için en iyi 3 rapçiden biri ama, hiçbir kızın, "Kool G Rap'i açsana ya," dediğini duymadım.

Bir anlaşma yapmaya yaklaştığım zamanları hatırlıyorum. Bir kızın evindeydim ve Jay-Z piyasada yeni yeni duyuluyordu. Daha albümü çıkmamıştı. İlk birkaç single'ı çıkmıştı. Ben, "Nas çok iyi ya," diyordum. Kız ise, "Yok ya, ben Jay-Z'yi severim," diyordu. "Cam, kulübe giderken yanımda sözlük taşımak istemiyorum." 

Bu Nas ve Jay-Z tartışması sadece o kıza özel bir şey değildi. Başka konuşmalarda da denk gelmeye başladım ve artık Jay'in standart olarak görüldüğünü fark ettim. Cep telefonu yokken, henüz anlaşma imzalamadığım dönemde, cebimde not defteri bulundururdum. Jay-Z ne zaman yeni bir şey çıkarsa, ben de bir şeyler bulmalıydım çünkü bunun nereye gittiğini ve insanların buna nasıl uyum sağlamaya başladığını görmüştüm. 

Onlar gibi olmamız ya da onlar gibi rap yapmamız gerektiğini söyleyen kimse olmadı. Gördüğüm şey, hareketlerin her zaman kabul edildiğiydi. İster Native Tongues olsun, ister Hit Squad; ister Cash Money veya No Limit; ister Roc-a-Fella, ister Murder Inc. Ben de şöyle düşündüm: "Eğer Cam'i sevmiyorsan, Juelz'i sevebileceğin bir ekip oluşturabilirim. Juelz veya Cam'den hoşlanmıyorsanız, Jim Jones'tan hoşlanabilirsiniz."  Çünkü eskiden No Limit'te kimin en iyi olduğu konusunda bizim sokakta tartışırdık ve insanlar, "Mr. Serv-On'u bile bilmiyorsunuz," filan derlerdi. Bu tartışmalara dikkat eder ve şöyle düşünürdüm: "No Limit'i herkes sever ama herkesin de kendi favorileri var. No Limit'i sevdiğiniz sürece bunun cidden bir önemi yok çünkü markayı seviyorsunuz."

Master P'nin New York'ta bir DJ ile tartıştığını hatırlıyorum. İsmi söyleyemem. Ona eğer New York'a gelirse yardım edebileceklerini, çünkü onun hiç orada bulunmadığını söylüyorlardı. Master P de adama, New York'a ihtiyacı olmadığını söyledi. "Hiçbirinize muhtaç değilim. İyiyim ben." Ben de, "Vay anasını, [küfür] gerçekten New York'un dışında işini görüyor," diye düşünmüştüm. Bunun için bir kitle olduğunu zaten biliyordum, bu yüzden hep aklımda tuttum. 

Yıllar sonra Pimp C bir gün beni aradı ve şöyle dedi: "Sizin haricinizde tüm Doğu Yakası'na diss atacağım var ya. Onlar [küfür] yerinde ön plana çıktı. Sizin rap yapabildiğinize inanıyorum dostum. '106 & Park'taydım, Juelz'i gördüm. Güzel bir Maserati'si vardı. Diğerleri bizim gibi para kazanamıyor. Ama bence siz öylesiniz. "  





Cardi B

Bronx, 1992


Çocukluğumdan unutulmaz bir an, 'One Minute Man'in videosunda Missy Elliott'ın kendi kafasını uçurduğu sahneydi, delirmiştim. Tüm istediğim buydu. Artık Barney'yi duymak istemiyordum, anlıyor musun? Artık Disney filmlerinin müziklerini duymak istemiyordum. Otomatikman hip-hop'a dahil oldum.

Benden büyük kız kuzenlerim her zaman Lil' Kim, Foxy ve o ara tanınan kızlar kimse onları dinlerdi. Hep hatırlarım, annem, "Çocukların yanında çok fazla oynama," derdi. Sonra Trina'nın yaptığı türden müziği dinlemeye başladım. Trina, bilirsin, iğrenç, acayip bir müzik yapıyor. Lil' Kim de öyle ama, tarzları farklıymış gibi hissediyorum. Benim rotam daha çok TRINA rotasıydı. Bu çok acayip, çünkü ben bir New York'luyum ama her zaman Trina, Khia ve Jacki-O tarzına ilgi duydum.

Ergenliğimde, "Onlar gibi [küfür] etmek istiyorum," diyordum. Ki ben aslında gerçekten böyleyim. Müzik yapmaya 23 yaşında başladım ama 15, 16, 17, 18 yaşında bu kızları dinliyordum. Böylece müziklerinin kazandırdığı kişilik bende sabit kaldı.

O zamanlar striptiz yapmayı yeni bırakmıştım, bu yüzden hâlâ o dünyanın içindeydim. Yaptığım müziğin benimle ilgili olmasını istiyordum. İlk şarkım 'Washpoppin'de şöyle diyordum: "I need all money makers bring that cash out/I need all my D-boys to bring that cash out." Para kazanma türünde bir müzikti. Ayrıca gangsterler için müzik yapıyordum çünkü kendimi gangster kılıklı küçük bir kaltak gibi hissediyordum. 

Menajerim benimle uzun uzun sohbet ederdi, nasıl hissettiğimi sorardı. Bilirsin, bunalmış hissederdim, bazen gerçekten çok yorgun olurdum. Ve bana garip sorular sorardı, mesela erkek arkadaşımın bana ne hissettirdiğini. Aşk konusunda ne düşünüyorsun? Eski ilişkilerin hakkında ne hissediyorsun? Ve onunla geçmiş ilişkilerim ve travmalarım hakkında konuşurdum. Sonra, "Pekala, o zaman bunu müziğine ekle," derdi. Ve işte ondan sonra çete işi, sokak mevzuları ve striptiz gibi, geçmişimde yaptıklarımdan daha başka şeyler hakkında konuşmaya başladım. 





DJ Hollywood

New York, 1954


Hip-hop'ın başlangıç zamanlarına senkopsuz rap deniyordu, yani epeyce rap yapıyorlardı fakat... Altta bir jazz şarkısı çalar ya da kelimeleri yönlendirmeyen muhtelif ritimler olurdu. Her ne hakkında konuşuyorlarsa, gerçekten sağlam ve ilginç olmalıydı, yoksa onu kimse dinlemezdi. Bunlardan bazıları şu isimlerdi: Last Poets, Rudy Ray Moore, Blowfly, Jocko Henderson, Pigmeat Markham, Oscar Brown Jr., Hank Spann. İşin içinde pikap yoktu. 

Pikabın devreye girmesiyle ben de bu işe dahil oldum ve şarkı sözlerini bir plağa eklemeye başladım. İlk işimi 71'de aldım. Kulaklıklı mikseri aldığımda işler değişti.

Eskiden plaklarda bir A bölümü, bir B bölümü, bir de ara vardı. Ben sesim. Ve sonra, şarkı söylemeye başlayan adam için tam zamanında sesimi çıkarıyorum. Müziği tamamladığım sürece onun içindeyim. Sadece harika kaydı elde etmekle kalmadınız, aynı zamanda albüme harika bir giriş yaptınız, anladın?

Bütün bunlar olmadan önce şarkıcıydım. Ne söylüyorsam onu söylemeye başladım --"If I was snow, I would be cold/If I was a jug of wine, I would be old"-- ve ortaya çıkanı uyumlu yapan da buydu. 

Buna rap yapmak demiyordum. Eğleniyordum sadece. Yeniydi, taze bir şeydi. Pek çok insan şöyle diyordu: "Ya biri şuna söylesin de [küfür] çenesini kapatsın. Plak çalsın işte!" Bununla çok uğraştım. Hr şey olumlu değildi. Ama ayakta durmayı başardım. 

'77'deki elektrik kesintisinden sonra herkesin ve annelerinin ekipmanı olmuştu --mikrofon, pikap ve başka şeyler-- ve hepsi işin içine girmeye başladı. Bir kişinin ne yapması gerektiğine dair bir planım vardı ve çoğunlukla herkes aynı benim gibi rap yapıyordu. Pek çok kişi benim cümlelerimi kullanıyordu, anladın?

Tarzın yaratıcısı benim. İnsanların eğlenmesi için müzik üstüne eğlenceli sözlerin söylenmesini ben yarattım. Çünkü ilk rapler eğlenmek üstüneydi. Sonra politikleşti, ardından mahallenizle ilgili oldu, sonra hırsızla ilgili oldu, ardından da sekse geldi, hepsi eğlencenin üstüne geldi. Ama en başta, mesele basitçe iyi vakit geçirmekti. 

Albüm çıkaran insanlar gördüm ama yaptıkları biraz farklıydı. Ama ben kibirliyimdir. Çekilin yolumdan, ben Hollywood! 

Kafam güzeldi. Bir süreliğine dengeyi kaybetmiştim. Kafan güzel olduğunda hiçbir şey [küfür] olmuyor. Ve ben de böyle geride kaldım. Çünkü kafamın içinde gaza gelip, benden daha iyisi yokmuş gibi düşünüyordum. Bundan utanmıyorum. Böyle oldu ve böyle devam etti.

Uzun zaman kafam iyiydi. '80'lerde de öyleydim. Önce kokaine takıldım, ondan sonra da crack. Yaşananlar yüzünden kendimden başkasını suçlayamam. "Bana doğru davranmadınız, beni koruyup kollamadınız," diyeceğim tek bir kimse yok. Ve bunu yapabilecek, yapması gereken pek çok insan tanıyorum.

Şu anda kazandıkları gibi bir para kazanmıyordum ama herkesten de fazla kazanıyordum. Limuzinlerim vardı, kendi Cadillac'ım vardı. Çok iyi gidiyordum ama aynı zamanda kafam da iyiydi, bu yüzden parayı har vurup harman savuruyordum. 

Sahip olduğum her şey birdenbire gitti. Evimi kaybettim, oradaki her şey de elimden gitti. Ve bunu tekrar tekrar yaptım. 

Şu andaki Hip-hop'ın ellinci yılı tantanasının, benim bulunduğum yerdeki adamlarla alakası yok. 80'lerden gelenler için. Abi, etrafa bakıyorum, 7000 tane falan efsane var. Nereden çıktı bunlar? Nasıl? Efsane olmak için ne yaptın da? Hip-hop'ın bu 50 yıllık kısa dönemini onurlandırıyorlar, eğer geçip giderse ve ben bundan bir şey alamazsam, o zaman oradan ne yapacağımı bilmiyorum.

Kendimi alt edemem. 90'lara doğru temizlendim. Tek istediğim, müzik yapmama izin verecekleri bir yer bulmak. Şu anda hayatımı buradan nasıl değiştireceğimi görmeye çalışıyorum. Asla sızlanmak gibi bir şeye başvurmam. Kafama vurup dövünmek gibi bir şey yapmayacağım. Anlayamadığım için üzgünüm ama, bu benim için bir şey değildi. İçinde bulunmadığım için çok üzüldüğüm bir dönem olmadı. Çünkü ben hepsinin içindeyim. DNA'larında varım.

 




DJ Jubilee

New Orleans, 1965


DJ'lik yapmaya 1982 yılında başladım. 84'te koleje gittim. O zaman mikrofondaydım. Kuzey Louisiana'daki Grambling State Üniversitesi'nde tüm partileri ben düzenlerdim. Ama mezun olup eve döndüğümde lise danslarında DJ'lik yapmaya başladım. Yerel rapçileri içeriye alırdım, ama o kadar çok küfrederlerdi ki, onlara mikrofon veremezdim zira bir lise dansındaydık. Biz de ondan sonra bazı danslar uydurmaya başladık. Birinin bir şey yaptığını görünce, ona isim verirdim. 

Tyrone James isimli bir arkadaşım, bir keresinde slide dance yapmıştı, Grambling Eyalet Üniversitesi'nde eve dönüş partisindeydik. New Orleans'a döndüğümde bu dansı yaptım ve adımı verdim. "Jubilee'yi yapın, Jubilee'yi yapın," demeye başladım. Ardından, sonraki hafta St. Thomas'tan Chris ve Beenhead isimli iki kişi gelip, Beenie Weenie'yi yaptılar. 

Artık her hafta birileri, farklı bir dansla geliyordu. Farklı danslarla ortaya çıkan farklı bölgeler vardı. Eddie Bow, Magnolia ile geliyordu; Calliope Konutları, Jerk'le geliyordu; St. Thomas, Jubilee All ile geliyordu -- onun dışında KC, Law Law, Eldon Delloyd, Sissy Leroy, Sissy Chris vardı. Yani her hafta devam eden birden fazla dansımız vardı ve bu, lise danslarımı yaz aylarının en canlısı yapıyordu.

Sonra bir gün, müziklerin üstüne kafiye uydurmaya başladım. "Stop, pause, stand up tall/Yeah, do the Jubilee, all/Do the Jubilee, all." Öbür hafta başka bir tane: "Stop, pause, pass the towel/Yeah, and do the Eddie Bow." Ve farkına bile varmadan 26, 27 dansımız olmuştu. Bunları bir albüme koymak zorunda kaldım, çünkü kulüpte aldığım canlı kayıtları, başka bir DJ arkadaşım satmaya başlamıştı. 30 dolar kazanmıştı!

İşte o zaman DJ Jubilee doğdu. 'Jubilee All'u yapıp kasedi çıkardığımda, dükkanlara 500 tane dağıttık, 5 dakikada hepsi bitti. "Daha fazla var mı?" diye aramaya başladılar. Böylece DJ'likten müzik sektörüne geçtim.

Başlangıç olarak, yaratıcılar şunlar: TT Tucker, DJ Jimi, Everlasting Hitman, Pimp Daddy. Müziğimizin temelindeki rapçiler onlardı. Ben işleri rap yapmaktan dans etmeye çevirdiğimde, benden sonra gelen birden fazla sanatçı vardı -- Choppa, Hot Boy Ronald, Big Freedia, Katey Red. 

"Back that thang up, back that thang up," demeye başladığımda, bunun bu kadar popüler olacağını bilmiyordum. 'Back That Thang Up' şarkım çıktığında, 'Get Ready, Ready!' çoktan popüler olmuştu. Hani kızlar eğilip sonra tekrar sana doğru yürümeye başlar?  

Nakaratı söylediğimde --First ya wiggle ya leg, cause ya 'bout to get rough/Won't ya bend it on over/Now back that thang up, back that thang up"-- gerçekten tüm şehri etkiledi. Kadınlar daha çok sallamaya başladı. Ama en iyi tarafı neydi? Bunların hepsi bir sokak partisinden çıkmıştı. Benimkiyse bir lise dansında.

Tommy Boy ile multi milyon dolarlık bir anlaşma imzaladım -- 1998, ünlüydüm, beni Miami'ye uçurdular, bir yerde sahne aldım, 100.000 imza bonusu vardı. Yedi albümlük, 3 milyon dolar değerinde bir anlaşma olması gerekiyordu. Hâlâ sözleşmem var. Ama birkaç ay sonra geri döndüğümde telefon numaralarını değiştirdiler. Hâlâ bu konuda biraz şaşkınım. Şarkıyı 98'de çıkardım. 98 boyunca çok revaçtaydım. 

99 geldiğinde biri, Juvenile'ın 'Back That Thang Up' isimli bir şarkısı olduğunu söyledi. Başta duymadım ama lisede bir çocuk benim için çaldı. New Orleans'taki City Park'ta bir video çekiyordu, ben de oraya gittim. Küçük bir kafiyesi vardı ve, "Back that thang up," sloganını kullanıyordu, ama biraz farklı şekilde. Mahkemeye gittik. Telif hakkı ihlalini kanıtlamaya çalıştık, ama böyle bakmadılar. Davayı kaybettim. Ama bence onu gerçekten etkiledim, çünkü benim şarkımın hit şarkı olduğunu biliyordu. 

Onunki patladı, yükseldi. Dikkat ettiyseniz, "99 ve 2000'de Cash Money Records devralıyor," diyor. Ben bunu Ocak 98'de çıkardım. Ama yıllar geçti, bugün hâlâ arkadaşız. Bugün hâlâ konserler veriyoruz. Hepimiz büyüdük. O zamanın benim patlama dönemim olması gerekiyordu, tüm paramı kazanmam için. Ama sanırım Tanrı böyle planlamamış.   

 




DMC (Run-DMC)

Queens, 1964


1978'de yedinci sınıftaydım. Hepimiz okul bahçesindeydik ve sekizinci sınıftaki Billy Morris bir haydut ya da gangster değildi ama onların hepsini tanıyordu. Bize sigara veya ucuz içkilerden, Night Train ya da Thunderbird'den içirmeye çalışacağını düşündük. Oraya vardığımızda elinde bir kayıt cihazı vardı ve "Şuna bir baksana," dedi. 'Oynat' düğmesine bastı, müzik çalmaya başladı ve bir sesin şöyle dediğini duyduk: "When you keep the pep in your step you don’t stop ’til you get on the mountaintop/And when you reach the top, you reach the peak, that’s when you’ll hear Eddie Cheba speak."  Hip-hop'ı ilk kez kasetten o zaman duymuştum.

Billy, kasetin bir hafta bende kalmasına izin verdi. Bunu ne kadar çok istediğimi görüyordu. Cuma akşamından pazar akşamı saat 10'a dek dinledim. Annem en sonunda şöyle dedi: "Oğlum, yatmaya niyetin yok mu senin? Sabah okul var!" 

Yaz tatili geldi, artık parklarda ve sokaklarda yapılan partilerde hip-hop'ı görüyordum. Tüm bunlar muhtemelen onca zamandır devam ediyordu ama o kasete ulaşana dek dikkatimi çekmemişlerdi. Kaset haftasonu boyunca benimle birlikteydi. Şimdi o etkilere açıktım. Bunlar Queens'te oluyordu. Bronx hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Sokaktan bile ayrılamıyordum!

Benden üç yaş büyük olan ağabeyim eve geip bir pikap almaktan bahsetti, çünkü arkadaşlarının hepsi ondan alıyordu. Uzun lafın kısası, biz ot satmıyorduk. Sahip olduğum tek şey, o devasa Marvel çizgi roman koleksiyonumdu. Abim şöyle dedi: "Baksana, paramız yok, ama senin bir sürü çizgi romanın var. Çizgi romanların satıp pikap ve mikrofon alacağız."

Ben ve abim pikabı aldık. Ne zaman dışarıya çıksa bodruma iner ve aletin nasıl kullanıldığını çözmeye çalışırdım. Grandmaster Flash'i duyana kadar DJ'likle pek ilgilenmiyordum. Queens'te biz onlara Flash Kasetleri derdik. Bunlar; Bronx, Harlem ve Manhattan'da kaydedilip her mahallede plak gibi satılan ve haliyle Queens'e de gelen canlı performans kasetleriydi. Flash'ın, DJ HOLLYWOOD'un, Zulu Nation'ın, hepsinin kasetleri Queens'te dolaşımdaydı. Herkes, 'Rapper's Delight'ı çalıyordu. Ve o şarkıda en çok dikkat ettiğim şey Süpermen kafiyesiydi. Diğer tüm rap performanslarından farklıydı. İyi bir öğrenci olduğum için 'Rapper's Delight'ı üç kez dinledim ve baştan sona ezberledim.  

Abim eve, Grandmaster Flash & Furious Five'ın 'Superappin' isimli şarkısının olduğu kasedi getirdi. Bu kaset hayatımı değiştirdi, çünkü çok güçlüydü. “It was a party night everybody was breaking/The highs were screamin’ and the bass was shakin’/And it won’t be long ’til everybody knowin’ that Flash was on the beat box!” 'Rapper's Delight'tan çok farklıydı. Benim genç asi doğamla daha iyi uyuşuyordu. İşte o gün Darryl McDaniels, Easy D oluverdi. 

Sanırım çizgi romanlarla içli-dışlı olduğum için alter ego olayını anladım. Melvin Glover, Melle Mel'dir. Mohandas Dewese, Kool Moe Dee'dir. Alter egoları vardı, ben de bunu yapabileceğimi biliyordum.

Mikrofonu elime almayı istemem, elbette Melle Mel ve KOOL MOE DEE sayesinde oldu. Ama hayatımı değiştiren sanatçılar, DJ Charlie Chase, DJ Tony Tone ve Cold Crush üyeleri Grandmaster Caz, JDL, Easy A.D. ve Almighty Kay Gee'ydi. Hip-hop'ta en büyük grup onlar ve birçok insan onları tanımıyor. MC performansını ham tuttular. Adımı GMC, yani Grandmaster Caz yüzünden DMC'ye çevirdim.  

'Rapper's Delight' ve 'The Breaks' harikaydı. Ancak hip-hop'taki en büyük dönem, şarkılar kaydedilmeden öncesiydi. Fantastic Five ve Cold Crush dörtlüsünün kapışmasının Harlem World'deki canlı kaydı, rap hakkındaki düşüncelerimi değiştirmişti. Billy Squier'ın 'Big Beat'ini çalıyorlardı, Spoonie Gee'nin 'Love Rap'ini alıp bunları sahnede kullanıyorlardı.Yapılan her şeyi tersine çeviriyor ve başka bir düzeye taşıyorlardı. Bu bana, bununla bir rock yıldızı olabileceğimi düşündürdü. Sahip oldukları tavır bana AC/DC' veya Iron Maiden'ın, George Clinton, Parliament-Funkadelic ve James Brown ile karışımını hatırlattı.

Vokal açısından gerçek ilhamı Freddie Mercury, Robert Plant ve Mick Jagger'dan aldım. Özellikle de Mick, çünkü Freddie genellikle çok melodikti. Opera yapabilirdi, ama Mick farklıydı, basitti. Ben rock'ın kralıydım. Rap'in kralı olmak istemedim. Umrumda olan tek şey, çizgi romanlardı. Evimizde Siyah müziği vardı ama ben onu, annemin ve babamın müziği olarak görüyordum. 30, 40, 50 yaşlarındaki insanların. Aretha ve James Brown gibi kişilerin harika Siyah müziklerini dinliyorlardı. Çocukken bunu anlamıyordum ama '70'lerin rock müziğini çalan, 770 WABC isimli bir New York radyosu vardı. Harry Harrison ve Dan Ingram; James Brown, Marvin Gaye, Al Green ve Aretha Franklin çalarlardı. Ama aynı zamanda Harry Chapin, Bob Dylan, Led Zeppelin, Rolling Stones ve Joni Mitchell da çalarlardı. 

Rock'ı daha çok sevmemin sebebi, sadece seslerin daha güçlü, daha yüksek, ve güçlü olması, süper kahramanlar gibi görünmeleri değil; davulların ve gitarların daha güçlü ve daha yüksek sesli olmasıydı. Benim için Hulk gibiydi. Böylece sahip olduğum özgüven şu seviyeye geldi: "Pekala, Kool Moe Dee ve Treacherous Three'nin geri kalanı kadar güzel konuşamayabilirim. Ama eğer bu mikrofonu bir Rolling Stones ya da Led Zeppelin üyesi kadar iyi kullanırsam? Eğer bu personayı hip-hop'a taşırsam?" Valla... işe yaradı. Chuck D şöyle demişti: "Run-DMC, hip-hop'ın da rock yıldızı seviyesinde yapılabileceğini gösterdi." O yüzden ben de şunu dedim: “I’m the king of rock/there is none higher!”




E-40

Vallejo, California; 1967


Kendime tüm zamanların en büyük game-spitter'ı diyorum. Bir game-spitter, o argoyu, sokak [küfür] her açıdan konuşan kişidir. Bir pezevenk gibi davranabilirim. Sobanın üzerinde olmaktan, tencereyi saat yönünün tersine çevirmekten, malı ıslak servis etmekten bahsedebilirim. Bir adamın ne zaman mala vuracağını, ne zaman yalayacağını ya da kafasının kopacağını anlatabilirim. O zamanlar Körfez Bölgesi'nde oynanan oyunun bambaşka bir tarafı vardı.

Fermuarlardan bahseden ilk rapçiydim -- bir onsluk torbaya "fermuar" dedim, ki bu 28 gram eder. Onlara "birimler" diyen ilk kişi bendim. "Choppers" diye bağıran ilk rapçi bendim -- Chicago'dan geliyordu, Al Capone'dan. Hepsini belgeleyebilirim. Şimdi herkes "slaps" diyor -- bunu rap müziğe sokan bendim. Benden çıktı, Earl Stevens'tan yani, E-40, konu kapanmıştır.

Çoğu şey kendi kafamdan çıkmadı; sokaklardan geldi. Rapçiler şehir halkından geldiklerinde, çevrelerinden ve şurada-burada ne yaptıklarından bahsederler. Ben de öyleyim. 

80'lerde Oakland'dan bir torbacı, T-Short'a, sadece onlar hakkında bir şarkı yapması için bir miktar para --500 dolar da olabilir, bin dolar da-- verecek kadar zengin olurdu. Calvin T ve Richmond'lı Magic Mike da aynı şeyi yapıyorlardı. Bunlar dublajlı kasetler aracılığıyla dolaşan yerel şarkılardı. Üstümde büyük etkileri vardır.

Ve Ice-T. Çoğumuzun yaşadığı bir dili kullanıyordu şarkılarında. İnsanlar onun yeterince hakkını vermedi. Birbirimize karşı karşılıklı bir sevgi ve saygımız var, çünkü adamı gözünden tanır. Ben henüz yeraltındayken bir arabanın arkasında kaset sattığım zamanları gördü.

Kendime yatırım yapan bir rapçiydim. Moby Dick bir Japon balığı iken biz bu işi yapıyorduk. Yetenek avcıları neden bahsettiğimizi anlamıyordu. Çoğu kez uçan daire gibi kafalarının üstünden geçerdi, anladın? Tıpkı 8Ball&MJG, Master P gibi. Herkes bunu bağımsız olarak yapıyordu. Bağımsız müzik yaparken bunu isteyerek değil, zorla yaptık. 1994'de Jive Records ile dağıtım anlaşmamı imzaladım. Tüm Körfez Bölgesi benim ayak izlerimi takip etti. 

'Ghetto Report Card' çıktığında 37, 38 yaşındaydım. Tüm kariyerim yeniden canlandı. Muazzamdı. Aynı dönemde hem crunk hareketinin, hem de hyphy hareketinin bir parçasıydım. 'U and Dat,' 'Snap Yo Fingers' ve diğerleri. Güney ve Batı Yakası bizimdi. 

'Tell Me When to Go,' 'Bitch' veya 'Choices' gibi şarkıların zamanında streaming'in olduğunu düşünün. Bu şarkıların her biriyle elmas plak alırdık. 2006'da Batı Yakası'na yeni bir soluk getirdim. Ve 'eğer'ler, 've'ler ya da 'ama'lar yok. Lil Jon'un yardımıyla yapmadığımı kimse söyleyemez. Ve o zamandan beri hiç durmadım. 

Benim rolüm buydu -- bana Körfezin Büyükelçisi diyorlar. Ve orada bu işi benim gibi temsil eden kimseyi tanımıyorum.  





Earl Sweatshirt

Los Angeles, 1994


En iyi arkadaşım, ben 4-5 yaşlarındayken, kelimenin tam anlamıyla bir hip-hop filmi tarzında, bir Rob Base kasetiyle bizim eve geldi. Bu olayı benzersiz kılan şey, 1988 yerine 2001 yılında gerçekleşmiş olması. Sanırım ebeveynlerinindi o kaset. 

Bu arada, şu anda birçok insanın hoşuna giden şarkılar, 80'lerin basit parti rock şarkıları. Seksenler geri döndü. BabyTron misal -- Detroit'te şu anda 80'ler tam karşımızda.

Samoa'ya gitmeden önce Lupe, Hov, De La, Common, P, Dilla falan dinlerdim. Bir rapçi olarak Dilla, şu anda o sinir bozucu şeyi yapmayacağım ama, çok büyüktü. Mesela, 12 yaşındayken akışa kilitlenmek için çok zaman harcadım. Cool Kids'in bayrağını daima dalgalandıracağım. Gözlerinizi kısarsanız, Cool Kids ve De La'nın aynı aralıkta bulunduğunu görebilirsiniz. De La şarkılarının dijital ortama dönmesinin ardından onlara döndüm bu ara. Millet şimdi bile böyle rap yapamıyor. Yani çok özgür ama bir yandan da bir yapı var. Bu tip imkansız bir şeye sahipler.

İlk mixtape'im çıktığında, etkilendiğim tüm şeyleri sentezlemek için yeterli zamanım bile yoktu. Peter Parker'ın örümcek tarafından ilk kez nasıl ısırıldığını, her yerin ağ ile kaplandığını ve o kostümü alması gerektiğini hatırlarsınız. Aynı öyleydi. Nihayet tüm bunları aynı anda tutabileceğim ya da hepsinin içinde hareket edecek kadar becerikli olabileceğim bir noktadayım. 

Ama 15 yaşındayken, ilk mixtape'im çıktığında EMINEM ve Doom dinliyordum. Herkesin bende dikkat ettiği yer burası -- "Tamam ya, Doom ve Eminem karışımı bu oğlan." Artık rap yaparken "tehlikeli" falan demediğim için herkes kızgındı. [Küfür] dört heceli kelimeleri bire bir söyleyerek gerçekten heyecanlanıyor. Bu iyi bir parti rap'i numarası. Ama bu basit bir şey, ne demek istediğimi anlıyor musun?      

Beni sağlıklı tutan bir şey, İngilizlere asla yabancı düşmanlığı yapmamaktır. İngiliz rapçileri hep dinlerim. Yapmazsan paslanırsın bence. Rap konusunda gerçekten çok iyiler. Dancehall gibi bir özgürlükleri var, kardeşim. Çoğu yerde ritim, uçurumun kenarından sarkıyor. Yine de onlar hakkında sevdiğim şey bu -- eğer kendini bırakırsan, yeni bir yere ulaşabilirsin. Caz standartları gibi, kanka. Eğer İngiltere'ye bakmıyorsanız, paslanırsınız.

Bizim çocukluğumuzun, her şeye aşina olan ama belki de bunları bütün gün dinlemek istemeyen ilk nesil olduğunu hissediyorum. Ama nihayetinde çocukların Tupac'ı tanımadığı bir noktadayız ve bu, utanç verici bir şey. Desteklenen bir şey bu. 

Her yeni jenerasyon gelecek ve, "Sizin yaptıklarınız [küfür] değil," diyecek, umurumda değil. Belki de bu, bir insan olarak ayağa kalktığınızda doğal olarak gerçekleşen bir şeydir. Ama Nas'ı nasıl dinleyeceğinizi öğrenmek, bütün gün LIL WAYNE'i dinlemek isteseniz bile abinizin, amcalarınızın, "İşte bu ya," dediği şeyleri nasıl dinleyeceğinizi öğrenmek önemli bir şey.

Ve ben hâlâ buna varım. Bu şarkı pasajlarını hafızama kaydetme konusundaki kendi deneyimlerimden, tarihçi olmanın faydasını biliyorum, böylece ondan yeni bir şeye çizgiler çekebilir ve kaybolmazsınız. Ve en önemlisi de bıkkınlığa kapılmamak ve oldukça [küfür] sonuçlara yol açan bir hane içi kavgaya sebep olmamak.  

İnternetle büyüyen ilk neslin bir parçasıydım ve ben böyle işin [küfür]. Eski topraklar, "Ne diyor lan bunlar [küfür]?" şeklinde bakıyordu. Sonra da gereksiz yere birbirimize giriyoruz, çünkü birlitke çalışmalıyız, anladın? Bir evde birlikte yaşamak gibi. Evdeki yetişkinler sadece yetişkinlerle, çocuklar da sadece çocuklarla etkileşime girerse, o iş olmaz. 

Çocukların etrafında olmalısınız. Bu işin çok-kuşaklı yönünün faydası hakkında söylediğim şey de bu. Yaşlılar ne olduğunu biliyor, böylece gençleri bilgilendirebiliyorlar; eğer bunu beğendiyseniz, o zaman buna, buna ve buna bakmalısınız, böylece daha önce gelen tekrarlamaları görebilir ve farklı bir şey yapabilirsiniz. Ve gençler de, yaşlılara bu yeni dansları öğretmek için buradalar. 

Eğer bu yazıdan bir şey çıkacaksa, umarım o da şu olur. Yaptıklarımdan ilham alan insanlar için açıklığa kavuşturmak istiyorum. Mizacımdan dolayı, çocukların ruh hali ve ses tonu konusunda bana öykündüklerini hissediyorum. Samoa'da bir okula gittiğimde sesim [küfür] gibiydi. İnsanların beni izlerken yaşadığı tuhaflıklar benim için gerçekti. Bu, stille ilgili bir seçim değil. Ben de sesim böyle çıkmasın isterdim. 

Umarım benden aldıkları şey, rapte iyi olmamdır. Umursadığım şey bu. İşkence görmüş bir sanatçı olmak [küfür] değil. İşkence görmek hoş bir şey değil. İyi rap yapmak ise güzel. Beni kategorize etmek, "Ah, hüzünlü müzik yapıyor o," der gibi davranarak malumatfuruşluk yapmak manasına gelir. Kanki, eğer müziğimi dinlersen, müziğimin yüzde 70'i senden daha iyi olmakla ilgili. Ben çok rekabetçi bir rapçiyim. 

Dünyayı ellerime almış gibi hissediyorum ve diyorum ki, bu ne arıyor burada [küfür]? Ve o yüzden bu kısmı kopyalamanı istemiyorum. Diyorum ki, eğer bir gün dünyayı eline alırsan, özgür ol. 





Easy A.D. (Cold Crush Brothers)

Bronx, 1963


Bizim oturduğumuz yer Vyse Caddesi, Yüzyetmişdördüncü sokak, Yüzyetmişbirinci sokak, Yüzyetmişüçüncü sokak civarındaydı, Bronx Nehri köprüsünün hemen üzerinde. 1977 yılındaki elektrik kesintisinden hemen önce müziği duymaya başlamıştım. Daha funk-variydi, hip-hop dönemine geçilmemişti henüz. 

DJ HOLLYWOOD benden daha büyüktü, Club 371'de çıkıyordu. O zamanlar daha çok Disko stili DJ'ler olarak görülüyorlardı. Bizden öncekilerin giydiği şeyleri giymedik biz. Bizim için daha rahat olan spor ayakkabıları tercih ediyorduk. Ayrıca break-dans ortamımız da vardı. 78'de, 79'da birçok parti yapılmaya başlandı, mekanlar hip-hop'a açılmaya başladılar. Freeman Sokağı'ndaki Dixie Club, Lovebug Starski de Burger King'de çalmaya başlamıştı.

Kafiye yazmaya 77 civarında, Hoe Avenue Boys&Girls Club'dayken başladım. Furious Three, Furious Four, Furious Five -- mikrofonda gerçekten çok iyiydiler. Onlar, sizi kendinizi zorlamak istemeye iten bir grup MC idi. Sonra Master Rob ve Kevie Kev ile L Brothers da vardı. Onlar da ortaya çıkmıştı ve Dover'da ve birçok halk merkezinde çaldılar.

Dahil olduğum ilk grup, AsSalaam Brothers'tı. Grup ayrıldıktan sonra Donald D ve ben, Funk Machine için denemelere gittik. O alındı, ben alınmadım. Sonra Cold Crush'a katıldım. 

Hip-hop ilerledikçe ve herkes geliştikçe Blood adlı adamla Police Athletic League'de buluşurduk. O dönemde kurulan gruplar Flash and the Furious Five, Funky Four Plus One More, Cold Crush Brothers, AJ ve Busy Bee idi. Mercedes Ladies de vardı. Ve toplantılar yaptık, çünkü bir grup belirli bir ilçede çalıyorsa, diğer grupların New York'un beş ilçesinin dışında bir yerde çalacağını belirlemek istedik. Kimsenin bahsetmediği bir şeydi.

Flash ve Disco Bee'nin ses sistemleri vardı. Kaset kaydederlerdi. AJ ve Busy Bee de kayıt yapardı. L Brothers'ın kasetleri vardı. Ama ses sistemleri ve kasetler net değildi, çünkü insanlar bir radyo ile sistemlerinin önünde durup onu kaydediyorlardı. Dördüncü sınıftaki arkadaşlarımdan biri, Elvis, aslında bildiğimiz hip-hop dünyasındaki ilk kaset ustasıydı. Sistemimize doğrudan bağlanmasına izin verdik.

Sistemimize bağlandıktan sonra iş bitmişti -- Cold Crush kasetleri tüm dünyada üç kez platin plak aldı. 

Kasetler şöyle dağıtılırdı: Orduda ya da donanmada görev yapan, Japonya ya da Almanya'da bulunan bir abin varsa, kaset oraya postalanırdı. Böylece kasetlerimiz tüm dünyaya dağıtıldı. Ve sesler çok netti, gerçekten partide gibiydiniz.

Ayrıca erken dönemde OJ diye bir araba servisi vardı. 40 dolara bir OJ kiralayabilir ve tüm gün kullanabilirdiniz. OJ'de her zaman en revaçta kasetler olurdu. Ve Cold Crush kasetleri de oradaydı. 

En büyük kasetlerimizden biri, 1981 yılında Harlem World'de hip-hop üstünlüğü için Fantastic Five ile kapışmamızın kaydıydı. Bu kaset, kültürün karmaşıklık seviyesini bir nevi değiştirdi, yani diğer MC'ler tarafından yazılan kafiye stilini değiştirdik çünkü biraz sıkıcı olmaya başlamıştı. Böylece şovmenlik ve sahne performansıyla birlikte farklı bir kafiye tarzını da ortaya koymuş olduk.

'Rapper's Delight' çıktığında, biz çoktan o tarzı ve o tür bir akışı çoktan aşmıştık. Ve hip-hop topluluğunun bir parçası sayılmazlardı, bu yüzden kimse onları ciddiye almadı ve rekorları kutlanmadı. Aslında hiç kayıt yapmak istemedik. Bunun değerini anlamadık, çünkü o zamanlar bizim için daha kıymetli olan bir şey vardı -- sahne performanslarımız ve kasetlerimiz.

Daha sonra, RUN-DMC parlamaya başladığında Russell Simmons bize yanaştı. "Kardeşimin grubu büyüyor. Sizinle mücadele etmelerini istiyorum ki, onlara olayın ne olduğunu gösterebilin." Daha sonra onlara bir kaset verdiğini ve onlara, aşmaları gereken grubun bu olduğunu söylediğini öğrendik. Yani bizim kasetlerimizi ve stilimizi incelediler. Yani Run-DMC'yi gördüğünüzde bizden bir parçayı, akışımızı ve sert kafiye tarzımızı da görüyorsunuz.    

1984'te 'Sucker MCs' ülkedeki en popüler şarkı olduğunda, Massachusetts eyaletinin Chicopee şehrindeki bir paten pistinde, Run-DMC ile bir konserimiz vardı. Sahneye çıktık, işimizi yaptık. Ortalığı salladık. Ama onlar daha popülerdi, daha ünlülerdi. Ama çok mütevazı ve saygılıydılar, kuliste odamıza geldiler ve şöyle dediler: "Bakın, biz de sizin gibi olmak istiyoruz. Ulaşmak istediğimiz standart sizsiniz."





Eminem

Detroit, 1972


Amcam Ronnie'de 'Breakin' filminin müzikleri vardı. Ben 11 yaşında falandım ve filmi görmeden evvel Ice-T'nin 'Reckless' isimli şarkısını bana dinletmişti. Ronnie Amca break-dans yapardı ve bana da biraz öğretmişti, bazı hareketleri gösterdi. O andan itibaren --bir daha başka bir müzik türünü sevmeyecektim-- benim için rap'ten başkası yalandı.  

Eskiden Missouri'ye gidip gelirdik, sonra Detroit'e taşındık ve büyükannemin evinde kalıyorduk. Bir kasetçalarım vardı ve WJLB'yi keşfettim. Orada Wizard adında bir DJ vardı. Saat 10'dan 11'e kadar falan çalardı. teybin kayıt düğmesine basıp uyumaya gider, sonra sabah kalktığımda hemen bakardım: 'Go See Doctor,' KOOL MOE DEE, UTFO. Her şeyi istiyordum -- bana rap'in sahip olduğu her şeyi verin: Run-DMC, Fat Boys, LL.

Ne zaman LL yeni bir şey çıkarsa sanki en iyisi oydu, kimse ona dokunamıyordu. LL Cool J herkes için her şeydi. Hep bir Kangol istemişimdir. 

İlk rap'imi, 12 yaşındayken, LL Cool J'in 'Bad' albümü çıktığında yazdım. Edna Teyzemin evinin etrafında dolaşır, kafiyeler düşünür ve düşüncelerimi yazardım. Tam bir LL şarkısı gibiydi ama çok uğraşmıştım. Bazen okulda otururken aklıma bir verse gelirdi. 

Ve sonra Run-DMC yeni bir albüm çıkarıyordu ve, "Hayatında duyabileceğin en acayip şey [küfür]," diyordunuz. "Lirikal olarak daha iyi bir rap yapılamaz." Ama sonra Rakim, insanların rap hakkında düşünme şeklini değiştirdi. 

Rap sonraki seviyelere ilerlemeye devam ediyordu. Ben de bu başlangıc ve gelişimi izlemek için oradaydım. Herkes birbirinin önüne geçmeye çalışıyordu. Bir ya da iki heceli kelimelerden, dört, beş ve altı heceli kafiyelere dönüştü. Sonra Kool G Rap geldi ve yedi, sekiz, dokuz, onlu kafiye yaptı.

Ama ben bir sünger gibiydim. Juice Crew gibi bileşik heceli kafiyelere yöneldim. Lord Finesse, Kool G Rap, Big Daddy Kane, Masta Ace, Redman, Special Ed. Neden sevdiğimi anladığımı bile sanmıyorum. Birinin kaç heceyle kafiye yaptığını bana göstermek zorunda kalan birkaç arkadaşım vardı. 

Sonra Naughty by Nature'dan Treach geldi ve tüm bunları o da yapıyordu. O da havalıydı -- imajı, her şeyi. Onun gibi olmak istiyordum. Naughty by Nature'ın ilk albümü çıkınca, tüm yaz rap yazamadım. "Asla bu kadar iyi olamam; bu işi bırakmalıyım." Moralim çok bozulmuştu ama o yaz sadece bu albümü dinledim. Proof da Treach'in en iyi rapçi olduğunu düşünüyordu. Ne zaman bir albüm çıkarsa, "Vay şerefsiz ya," diyordu.

Nas da öyle. The Source'un 'Illmatic' albümüne beş yıldız verdiğini hatırlıyorum. Nas'ı, Main Source ile beraber söyledikleri 'Live at the Barbeque' şarkısı sebebiyle sevdiğimi zaten biliyordum çünkü bu konudaki verse'ü, hip-hop'ta tüm zamanların en klasik verse'lerinden biridir. Tabii ben şöyle düşünmüştüm: "Beş yıldız mı? Bi' bakalım neymiş bu."

Ve kasedi taktım: "And be prosperous/though we live dangerous/Cops could just arrest me/Blamin’ us/We’re held like hostages." Kafiye şemasının içine ve dışına, iç kafiyelere girip çıkıyordu. O albüm beni de çökertti. Baştan sona ezbere bilirim.

Belki 3 ya da 4 yıl, rap dinlemekten vazgeçtiğim bir dönem vardı. Dibe vurmuştum. Kaset alacak param yoktu. Kazandığım her bir dolar, ya stüdyo parasına, ya da Hallie'ye bez almaya gidiyordu. 

Salı akşamları Seven Mile'daki Ebony Showcase'e giderdim. Çarşambaları Alvin's günüydü. Cuma, Saint Andrew's. Ve sonra cumartesi de Hip Hop Shop'a gidilirdi. 

Proof orada açık mikrofon düzenliyordu ve kapışmalar yapmaya başladılar. Katıldığım ilk kapışmayı --ki oradaki ilk kapışmaydı-- kazandım. İkinciyi de kazandım. Belki de eyalet dışında şansımı denemem gerektiğini fark ettim. Arkadaşlarımla arabaya atlayıp Scribble Jam için Cincinnati'ye giderdik. 

O zamanlar pek düşünmeden işini görmek zorundaydın. Eğer yapmazsan yuhalanarak sahneden atılırdın. Ben de Proof'u öğrenerek freestyle yapabileceğinizi öğrendim ama düşünmeden kullanacağınız birkaç replik olsun, kullanmak istediğiniz birkaç espriniz olsun ve sonra bunların etrafında freestyle yapın.

Kapışmaya katılmak, başıma gelen en güzel şeydi çünkü hangi sözleri söylersen kalabalığın reaksiyon göstereceğini biliyorsun. Buna odaklanırdım. Bu yüzden Dre ile sözleşme imzaladıktan sonra, o reaksiyonu yine almak için bu yöntemi kayıtlara da uygulamaya çalışıyordum. Dinleyicinin orada oturduğunu ve hangi cümlelere tepki vereceğini hayal ederdim. Bunu sadece bir formül olarak kullandım. Misal: "How you gonna breastfeed, Mom?/You ain’t got no tits."

Onyx'in ilk albümü çıkınca Sticky Fingaz bu tür [küfür] sözleri söylemekte o kadar iyiydi ki: "I’m thinking about taking my own life/I might as well, except they might not sell weed in hell.Bizarre da bu konuda harikaydı. Eğer biz reaksiyon veriyorsak, başka insanların da vereceğini düşündük. Bu da benim tüm kariyerimi şekillendirdi, biliyor musun?

 




Eve

Philadelphia, 1978


Ben çok küçükken hip-hop daima etrafımdaydı. Beraber yaşayan büyük bir aileydik ve teyzem LL COOL J'i çok severdi -- bayağı severdi yani. Evde hep onun şarkıları çalardı ve ne zaman Philadelphia'ya konsere gelse koşa koşa giderdi.

Yaşadığımız mahallede 84, 85 yazında sokak partileri yapılırdı Meredith Sokağı -- şimdi oralar yerle bir oldu ama biz zaten oraya 'alt taraf' derdik. Toplu konutlarda yaşarken kendi dünyanızda olursunuz. Herkes birbirini tanır. Yani yazın, yemeklerin ve kültürün bir kutlaması. Ama aynı zamanda pek de güvenli olmaz. 

Salt-N-Pepa, Queen Latifah, Fresh Prince çalardı -- o zaman daha Will Smith değildi, Fresh Prince'ti. Yanında çokça soul müzik tabii. Biyolojik babam bir DJ idi, yani o tarafta da bolca müzik vardı.

Hip-hop'a yönelmemde en büyük sebep kadınlardı. Onlarda erkeklere karşı kendi ayakları üzerinde duran, ama yine de kadınlıklarını koruyan karakterler gördüm. MC Lyte'ın 'Cappucino'su -- klibi tamamen hatırlıyorum. 10 yaşında mı neydim. Çok havalı olduğunu düşünmüştüm. Üstünde uzun siyah bir palto vardı, saçları da arkada toplanmış ve arka taraf traş edilmişti. Ben de saçımı öyle kestirirdim.

Hep şarkı söyledim ve şiir yazdım. Ama ABC --Another Bad Creation-- çıkana dek çok da rap yapmak istemiyordum. Sonra bir küçük kız grubu kurdum --DGP, Dope Girl Posse-- ve ABC'nin, En Vogue'un ve Color Me Badd'in birçok şarkısını çaldık. Philly'deki tüm yetenek yarışmalarına katıldık. 

Ama liseye gidene dek bu işe ciddi bakmıyordum ve ben daha çok bir kapışma rapçisiydim. Cypher'a katılmayı seven bir kızdım. Lil' Kim'i, Biggie'yi daha çok dinlemeye başladım ve sesim değişti. Philly kesinlikle farklı. Kapışma rapçileri olarak biliniyorduk ama Philly tarzı daha çok backpack rap'i ve ben buna yönelmedim.

Hızlı ve vurucuydu, şah damarına basıyordu. Her zaman erkeklerle kapıştığımdan, üstlerine gider ve egolarını hedef alırdım. Basitçe onlara [küfür] yani. Her zaman cephanemde bir şeyler olurdu. Ego açısından liseli erkeklerle kapışmak çok kolay. Tam anlamıyla öyle: “You’re broke and you live with your mom.” [Küfür] boyutları hakkında konuşun ve iş bitsin.

Bu konuda iyi olmak benim için daima önemliydi -- sadece bir kıza göre iyi olmak değil. O cypher'lara, yeteneklerimi geliştirmek için bir fırsat gözüyle baktım. Hiçbirini geri çevirmedim. Martin Luther King Lisesi'ne gittim ve sırf insanlarla kapışmak için iki-üç öğle yemeği yedim. Kafede, soyunma odasında, merdivenlerde, her neresi olursa. Haftasonları, South Street'te köşede sadece cypher'lar olurdu. Tam adım şuydu: 'Eve, Rap Yapabilen Sarışın Kız.'

Stüdyoya girdiğimde bir şarkının ne olduğunu anladım. Prodüktör olarak Marv ile çalışırdık, şarkı inşa etme konusunda gerçekten iyiydi. Ben klasik 24 bar yapmak isterdim ama o, "Kanka, bu bir şarkı değil ama," derdi -- "nakarata ihtiyacın var." Elimizde para oldukça ona verirdik. Bazen de biraz ot falan getirirdik.

İlk anlaşmamı Dr. Dre ile yapmıştım. O zamanki yetenek avcısı Mike Lynn için seçmelere katıldım. Menajerlerim, "Bu beat'i koyacağız ve sen de rap yapacaksın," diyorlardı. Ben de yaptım. Bitirdikten sonra Dre'yi aradı ve şöyle dedi: "Sanırım aradğımız kızı bulduk."

Dre ile anlaştığımda, demomu birlikte yaptığım prodüktörlerden biri, "Bu DMX denen çocukla tanışmalısın," dedi. Ruff Ryders'ın filan ne olduğunu öğrenmeden çok önceydi bu. Öyle denk geldi ki, hepimiz Interscope çatısı altındaydık. Ve Dre beni bıraktıktan sonra Jimmy Iovine, Ruff Ryders'a katılırsam harika olacağını söyledi. 

Kenarda beklemekten hoşnut değildim. Dre'nin sinirlerini bozmaya başladım. Beni nereye koyacaklarını bilmiyorlardı ama bırakıldığım memnundum çünkü Ruff Ryders'la anlaştıktan sonra orası eğitim kampım oldu. Bir şarkının nasıl yazılacağını biliyorum sanıyordum -- pek de bilmiyormuşum. Akışımı yavaşlatmam söylendi. Alçakgönüllü olmaya ihtiyacım vardı ve şirketten çıkarılmak bunu sağlayacaktı. Bununla birlikte, en iyi kayıtlarımı --Grammy kazandığım şarkı, 'Let Me Blow Ya Mind'-- Dre ile yapmaya devam ettim. Yine de o zaman kim olduğumu biliyordum.

Nasıl bir sound'a sahip olmam gerektiği konusunda birçok fikrim vardı. Çoğu fikrim reddedildi. Müzik endüstrisi beni bir kalıba sokmaya çalışıyordu -- kutunun içindeki kutunun içindeki kutu. Neyse ki Missy Elliott, Trina, Lauryn Hill ve Queen Latifah gibi insanlarla takılma ve onları örnek alma şansım oldu; bu insanlar, kariyerimin nasıl ilerlemesini istediğime dair büyük bir şablon oluşturdular, hip-hop'tan geliyor ama aynı zamanda ötesine geçebiliyorlardı.

Büyük bir No Doubt hayranıydım -- çok severdim. Gwen Stefani'ye bayılırım ve onunla şarkı yapmak istediğimde kimse buna mana veremedi. Delirmişim gibi baktılar bana. Ama ikimiz de Erkek Fatma gibi kadınlarız -- erkeklerle takılan kız, çünkü ben öyleydim. Hep erkeklerle takıldığı için kızlarla takılmak isteyeceğini biliyordum. Kafalarımız uyuştu. 

Şimdilerde Leikeli47 ve Doja Cat'i seviyorum -- o kız harika. Sözleri inanılmaz. Coi Leray. Latto'nun da sözleri çok iyi. Megan'a, CARDI'ye, Nicki'ye bayılıyorum. Adını zikredebileceğim çok sayıda kadının olması harika bir şey. Eskiden bu sektörde daha fazla kadın olsun diye dua ederdik. Bir ya da iki tane olurdu en fazla. Nihayet manzara değişti. Harika.  





Fabo (D4L)

Atlanta, 1978


Hepimiz Michael Jackson'dan geldik , annem James Brown dinlerdi, büyükbabam Curtis Mayfield severdi, amcam da Run-DMC, New Edition falan. Hepimiz şarkıcıydık -- ben hâlâ kızları tavlamak için şarkı söylenen bir dönemde büyüdüm, bilirsin.

Hip-hop'la ilgili ilk anım, erkek kardeşimle oturup BONE THUGS-N-HARMONY dinlerken '1st of tha Month'ı ezberlemeye çalışmamız: "Wake up, wake up, wake up." İşte o zaman, yapmak istediğim şeyin bu olduğunu anladım.

Bankhead'liyim ben, o yüzden uyuşturucu işinden parayı vuran Kilo'yu yeşil Cadillac'ında görürdüm sürekli. Rap işine Raheem the Dream'in kanatları altında girdim. Yerel kahramanlardı onlar. Bizim için çok şey ifade ediyorlardı. Bize ilham veriyorlardı ama insanlar onları böyle tanımıyordu.

Freestyle yapıyordum, her hafta yerel yetenek yarışmasını kazanıyordum. 'If You're Down on Your Luck Say (Ow)' isimli şarkıyı söyledim ve herkesin diline dolandı. 

Dairelerde ben ve Young Dro vardık. Sürekli birbirimize karşı idman yapıyorduk, freestyle yapıyorduk. Bu oğlan bizi Raheem the Dream'e götürdü. Gerisi malum. 

Raheem'den ayrılınca Shawty Lo'nun yanına gittim. Ben lisedeydim ve o zamanlar tenor davul çalıyordum. Bizimle ilgileniyordu. Hemen içeriye girdim ve kayda başladık. O zamanlar henüz bir rapçi değildi, hatırlatayım. Benden para istemedi, hiçbir şey istemedi. Tüm mahallelerin katılıp birbiriyle karşılaştığı basketbol turnuvalarını o düzenledi. Atlanta'nın çoğunu bir araya getiren şey buydu. 

Jeezy ve GUCCI bunu yaparken, Atlanta'daki herkes deliriyordu. 'Stay Strapped' çıktığında kulüpte olduğumu hatırlıyorum -- Bir şarkıya ihtiyacımız var," dedim. Killer Mike, T.I., hepsinde bu şarkılar vardı. Doğru an buydu. Eski 112 kapanıyordu ve Visions o dönemin en popüler kulübüydü. 

Lo bizi her zaman zorlardı. Dem Franchize Boyz çıktıktan sonra stilimi geliştirdim. "Bu şekilde kafiye yapıyorlar, o yüzden tamamen farklı bir şey yapacağım," diyordum. Her şeyde bağırıyor ve çığlık atıyordum. Bunu kimse yapmıyordu. 

Şu gün, 'Tatted Up'ı, bugüne dek Grammy kazanmış tüm şarkıların karşısına koyabilirsiniz. Şarkının sonu -- "Barbaraaaaaa!" İnsanlar, "Barbara kim ya?" diyordu. Şarkıda duyduğum şey buydu, kanka. 

Ben hep dans ederdim. Öbür elemanlar 'Lean Wit It, Rock Wit It'i yapınca, Hayır, bu bizim hareketimiz," demiştim. Hakkımın verilmesi gerektiğini hissetmiştim. Beni 'Betcha Can't Do It Like Me'de duyabilirsiniz -- kırılmıştım. 

Onları 'Rap City'de falan gördüm ve dansı kimin bulduğunu sordular. Ve o eleman, "Ben," dedi. Sandalyede arkama yaslandım ve, "Müziği aç bakayım," dedim. Ve hemen kabine girdim. O dönemde rekabet çok yoğundu.

'Laffy Taffy' ile direkt MTV'ye gittik -- BET şarkıyı çalmıyordu. Geçişin nasıl olduğunu anlamadık. Bunun başka bir seviye olduğunu bilmiyorduk -- "Sen 1 numarasın," falan. Sanırım pop yapmadığımızı kanıtlamak istedik bir süre. 

Ne zaman anlamadığın veya farklı bir şey görsen, ona gözünün bir ucuyla bakacaksın, anladın mı? Nas, "Hip-hop öldü," dedi, Ghostface Killah'nın bacak olayını taklit ettiğini gördüm. Ama artık ketçaplı sandviç yememeye çalışıyorum dostum. 

Sanırım BUSTA RHYMES bizimle birlikte çalışıp albüme dahil olduğunda biraz saygı görmeye başladık. Sonra Twista da albüme dahil oldu. İnsanlar, "Tamam, pekala, bu adamlarda bir şeyler olmalı," diye bakmaya başladı. Bunlar, harekete iki farklı yerden katılan iki farklı karakter.

Future, Young Thug, tüm bu genç rapçiler bana karşı sevgilerini gösterdiler. Drake, 'Nice For What'ta "snappin' like you Fabo" ifadesini kullandığında büyükannem çok heyecanlandı: "Drake senin adını söyledi!" Single'ı 1 numaraya çıkan ve başka bir 1 numaralı single'da adı anılan az sayıda sanatçıdan biriyim.  





Gucci Mane

Atlanta, 1980


İlk kasedimi 5 dolara aldığımı hatırlıyorum, 2 LIVE CREW'indi, Alabama'daki bir bit pazarından almıştım. 6 ya da 7 yaşındaydım. Daha müziğin ne olduğundan haberim yoktu, ama o kapak bana çok cezbedici gelmişti. Annem kaseti buldu ve beni utandırmak için arkadaşlarımın önünde çaldı -- "Bakın, Radric ne dinliyor," der gibi. Oysa ben yalnızca kapağı için almıştım. 

Ben 9 yaşındayken Atlanta'ya taşındık. Kardeşim, Atlanta'nın boğuk yeraltı işlerini dinlerdi, Memphis'in boğuk, cazırtılı şarkıları, New Orleans, bu yüzden ben de oralara yöneldim -- Kingpin Skinny Pimp, Triple Six Mafia, the Hot Boys ve Master P. 

Belki 99, 2000 gibi kendi kasedimi finanse etmeye çalışırken, ilişki kurabildiğim kilit insanlar B.G. ve Project Pat gibi kişilerdi. Tamam, bu adam hapisten çıkmış ve mahalledeki herkes onu dinliyor. Onunla aynı anda aynı şeyleri yaşıyordum. 

PROJECT PAT'in en iyi rapçi olduğunu düşünmüyordum ama onu anlamamı sağlıyordu. Fabolous veya Lil Wayne olamazdım fakat bunu yapabilirdim. Bu işlere geç girdim ama denemekten korkmama gerek yoktu. Bahar tatili için Daytona'ya gidecektim ve tüm yaz Project Pat ile Big Tymers'ın yanında geçti. Onların rap yaptığı şeyler hakkında yazmaya başladım ben de -- "dinlediğim CD olacağım," gibi. 

Gerçekten böyle başladı. Hip-hop aşkı bile değildi bu; ben bir üçkağıtçıyım. Sürekli uyuşturucu satmak da istemiyordum. Çok riskli. Jermaine Dupri, Kris Kross'u alt edebiliyorsa, Birdman esasında o kadar iyi bir rapçi değilse ve cebimde de biraz para varsa -- bunu yapabilirim. 

Hep şöyle düşünürdüm: Eğer kulübe girdiğimde iş yapamıyorsam bunların hiçbir önemi yok. Rapçilerin müziklerini yaymaya çalıştıklarını görüyordum ama ezik görünüyorlardı ve kimse onları ciddiye almıyordu. Düşünüyordum: "Bouldercrest'teki tüm dairelerin benimle gelmesini nasıl sağlayabilirim?" Popüler olduğumu biliyordum, zaten kulübe gidiyordum ve bundan fayda gördüm. Hesaplanmış bir hamleydi. 

İlk albümüm 2005'te çıktı. Sanırım 50 Cent'inki 2003'te çıktı. Aşırı popülerdi. Bahsettiği şeylerin aynısını, o kavgaları gerçekten yaşıyordum. Övülecek bir şey değil, ama benim için hakikaten durum buydu. Benim film müziğim buydu ve bu, yaptığım şeyler hakkında konuşma hususunda acele etmem için beni gerçekten cesaretlendirdi. 

Çoğunlukla sokaklarda bulunduğum ve yaptığım şey hakkında büyük ölçüde paranoyak olduğum bir dönemdi. Alabama'ya iş için gidip geliyordum ve yanımda iki CD vardı -- Lil Jon'un 'Kings of Crunk'ı ve 'Get Rich or Die Tryin'. İlham kaynağım bunlardı: "Sadece bu aşamayı geçmem gerekiyor." 2004'te tamamen Atlanta'ya yerleştim, belki iki hafta sonra 'Black Tee' çıktı. 

2006 yılındaki Gucci, 7/24 neyse oydu, çoğu zaman zararıma oldu bu. Ama sanatçı olmaya çalışan 26 yaşındaki biri olarak, bir ayağım içeride, bir ayağım dışarıdaydım. Zirveye daha sonra ulaştım, çünkü hapisteydim. Ama ben çıktığımda sektör daha iyi bir yerdeydi ve bunun faydasını gördüm.

İnsanlar kırklı yaşlardaki bir rapçinin rağbet göreceğini asla düşünmez. Ama düşündüğümden daha fazla para kazanıyorum. 37, 38 yaşıma kadar hiç seyahat edemedim. Daha önce yaptığım gibi, sadece mahallede konser vermek zorunda kalmadığım için mutluyum. Chitlin Circuit'i iyi bilirim.. Artık yabancı ülkelerde konser verebileceğim ve hak ettiğimi düşündüğüm parayı alabileceğim birçok engeli aştığım için memnunum. 

İzlanda'da olmak, kesinlikle bu anlardan biriydi. Bir festivalde konserim vardı. Güneş hiç batmadı. Bu şimdiye kadar gördüğüm en çılgınca şeydi -- ve eğlenceliydi. Böyle bir şey isteyeceğimi hiç düşünmezdim. İnsanlara şöyle derdim: "Doğu Atlanta'da olmak ve stüdyoya gitmekten başka bir şey istemiyorum." Ama o hücrede oturmaktan daha iyiydi elbette. 





Ice Cube (N.W.A.)

Los Angeles, 1969


Kafiye yaparak güzel konuşan bir sürü kişi tanırdım her zaman. Herkes bir yerlerde biraz rap yaptı. Teena Marie ve Blondie'yi hatırlıyorum -- Muhammed Ali de rap yapıyordu. Çok havalı bir şeydi bu. 

Ama 'Buffalo Gals,' 'More Bounce to the Ounce,' '8th Wonder,' 'La Di Da Di' gibi şarkılara dek pek alakam yoktu -- beni gerçekten rap yapmaya iten şarkılar bunlardı. Blowfly'ın 'Rapp Dirty' isimli bir şarkısı vardı ve beşinci sınıftayken arkadaşımla annesi gidene dek beklerdik ve sadece 'Rapp Dirty' ya da 'Head' gibi Prince şarkıları çalardık. O plakları dinleme vakti geldiğinde ebeveynler sizi uykuya göndermeye çalışırdı.

KRS-One'ı çok severdim. Birçok farklı stili, birçok farklı tekniği vardı. Ve dikkatle baktığınız zaman çok havalı bir ismi var: Knowledge Reigns Supreme Over Nearly Everyone. Tarz ve zeka sahibi, karşısındakini sözleriyle sarsan bir rapçiydi. 'Criminal Minded' ve 'Blueprint' başyapıt seviyesinde şarkılardır. Mikrofonu eline almış en iyi isimlerden biridir.

İlk grubum Stereo Crew'in, Epic Records'tan çıkan ama hit olmayan bir şarkısı vardı. 5 tane sattı mı bilmem. O single'ın ardından dağıldık. Örnek aldığımız çok daha büyük yerel gruplar vardı: Uncle Jamm's Army, L.A. Dream Team, the Wreckin' Cru, King Tee ve Ice-T tabii. Toddy Tee and Mix Master Spade, Joe Cooley, Rodney O. Hepsi sesini duyurmaya başlamıştı. 

Ben, Sir Jinx ve Kid Disaster, civardaki rap yarışmalarına ve kapışmalara katılıyorduk. Yetenek yarışmalarına giremiyorduk, çünkü o zamanlar rap müziği kabul etmiyorlardı. Bir hobi olarak bakıyorlardı. Bazı konserlerden biraz para kazanmıştık ama bir işte çalışmadan bu hevesi devam ettiremezdiniz henüz.

Arizona'daki Phoenix Teknoloji Enstitüsü isimli bir okula gittim ve mimari çizim sertifikası aldım. O zaman hit bir şarkım vardı zaten -- N.W.A, 'Dope Man'i çıkarmıştı. Dre şöyle diyip duruyordu: "Okula gitmek istediğinden emin misin?"

O zamanlar Phoenix'teki hip-hop çevrelerinde bir yer edinmiştim. Sanatçılar Celebrity Theater denen yere gelir, konser verirlerdi -- Fat Boys, Doug E. Fresh, EPMD. Başarı kazanmış bir şarkıda yer aldığımı biliyorlardı, o sayede kulise girip çıkabiliyordum. 

Her haftasonu yolculuk yapıyordum çünkü Southwest'in güzel bir kampanyası vardı -- tek yön bilet 50 dolardı. Eylül 88'de mezun olduğumda Eazy'nin 'Eazy-Duz-It' albümünün çalışmalarının ortasındaydık. 

Bu, kirli, yeraltı hardcore rap'ti bu. Küfürlü sözler. Albümümüzün dükkanlarda Rudy Ray Moore bölümünde, Richard Pryor videolarının yanında yer alacağını hayal ediyorduk. Kim dinleyecekti bunu? Kim bunu ana akım yapacak? Paramızı radyoda çalınamayan plaklar yapmak adına harcadığımız için aptal olduğumuzu söylediler. Sadece saçma bir fikirdi. Ama Eazy umursamadı -- sanki yüz kişi dinlerse bu rakam yeterince iyiymiş gibi hissediyordu.





Ice Spice

Bronx, 2000


Ortaokul benim için önemli bir dönemdi, işte o aralar özellikle hip-hop ile ilgilendiğimi fark ettim. Dürüst olmak gerekirse, şu anda en tepede olan tüm sanatçılar. Çokça Drake, Nicki, Kendrick

Babam rap yapmıştı -- mahremiyetine önem verir, o yüzden oturup onun mixtape'lerini dinleyemezdim. O daha çok freestyle yapan türden bir rapçiydi. Tüm hayatı bundan ibaret değildi, ama geriye dönüp bakınca, muhtemelen kişisel olarak bende bir kıvılcık yaratabileceği yer orasıydı. 

Drill patladığında Pop Smoke, Sheff G ve Sleepy Hallow'u çok dinledim. Müziğin verdiği genel duyguların, o yaz havasının tadını çıkardım. Kulaklığımda bu çalıyordu. Sadece beat seçimlerini dinlemek ve konu seçimlerine bakmak bile bana ne çok ilham vermişti. 

Bir sanatçı olarak hâlâ gelişiyor ve öğreniyorum. Tamamen olgunlaştığımı söyleyemem. Sound'umu bulduğumu söyleyemem. Her zaman değişiyor ve gelişiyor. Ama insanların birkaç yıl içinde bu dönemimi "Yani..?" olarak adlandıracağını hissediyorum.    

Yaklaşımım gerçekten karakterimin bir yansıması. gerçek hayatta böyleyim ben. Ve ünlü olmadan önce de, okulda ya da nerede olursa olsun, her zaman insanları etkilediğimi hissettim. Ama şimdi daha büyük bir ölçekte, bu yüzden şimdi çok daha iyi. Müzikal bir etki, ama aynı zamanda insanların saçlarını nasıl kullandıklarına veya nasıl makyaj yapmak istediklerine, tırnaklarını nasıl boyadıklarına kadar. Hattâ şarkılarda kullandıkları dil, söyledikleri belli şeyler, ritim seçimi, tempo, kişilik. İlham alınacak çok şey var. 

Ama, bilirsin, sürekli birbirimizi etkiliyormuşuz gibi hissediyorum. Aynı şeyi kendi tarzımda yapıyorum. Mesela, dünyanın o kadar çok farklı yerinden ilham aldım ki, bununla ancak gurur duyabilirim, anlıyor musun? Sanki, ne zaman kendimi belli bir şekilde hissederken bulduğumda --mesela, neden bu kişinin şarkıları benimkine benziyor ya da benim gibi görünmeye çalışıyor? -- bütün meselenin bu olduğunu hatırlamam gerekiyor. Sanat böyle işler. 





Kool Keith

Bronx, 1963


Lisede popüler bir dansçıydım ve rap'i, sokak lambalarından elektrik alınıp parti yapıldığı zamanlarda, break-dansçı duruşunda gördüm. Okula giderken COLD CRUSH BROTHER benimle birlikte gelirdi. 80'lerin ortasına dek rap yapmaya başlamamıştım, sonra Ultramagnetic MC's başladı. 

Liseye giderken Ced Gee ile tanıştım ve grubu oluşturduk. Şarkılarında büyük laflar kullanan Treacherous Three'yi dinlerdik. Kimsenin kullanmadığı kelimeler kullanıyorlardı. Onları dinlerken, "Hip-hop'ın amacı budur işte," diyorduk. Böyle kafiye yapmak istiyordum ben de. “Yes, yes y’all, ya don’t stop the body rock!” gibi klişe sözler yazmak istemiyordum. Kalemi kağıda döktüler. Rap artık kelime dağarcığıyla ilgiliydi. Artık bebek tekerlemeleri değildi. 

T La Rock teknik sözleriyle o dönemin en ileri teknoloji rapçilerinden biriydi. Greg Nice ile takılıyordum. Eski isimlerden Spoonie Gee, Run-DMC ve Whodini'ye kadar herkesi görme şansımız oldu. Biz bir anlaşma yapmadan önce hepsinin albümleri çıkmıştı.

O zamanlar herkesin TV programları temalarını kullandığı bir furya vardı. Bu furyanın geçmesini bekledik ve işte o zaman rap, sample'ları kullanmaya başladı. MC Shan, Eric B. & Rakim ve Ultra ile oldu bu. 'Ego Trippin' çıktığında, herkesi şoke eden üçüncü kayıt gibiydi bu: "Vay, bu çok farklı!"

'Ego Trippin' 500 kopya olarak basıldı. Red Alert'le anlaştık ve kayıtları doğrudan Marley Marl'ın evine götürdüm. Big Daddy Kane'in mutfakta olduğunu hatırlıyorum. Marley'nin mikrofonunu kurduğu yer orasıydı. 

Marley buna gerçekten açıktı. Şarkıyı WBLS'de çaldı. Sonra Chuck Chillout'a bir kopyayı bizzat verdim. Funkmaster Flex'le birlikte arabasında farklı rapçiler hakkında konuştuğumuzu hatırlıyorum. 

Dürüst olmak gerekirse, pek çok rapçi Ultramagnetic MC's'i kıskanıyordu ancak 'Ego Trippin' çıktığında yapabileceğiniz hiçbir şey yoktu çünkü sokaktaki her arabada duyuyordunuz. Her toplu konutta duyuyordunuz. Nereye gitseniz, "MC's Ultra! MC's Ultra!" cümlelerini duyardınız. Toplu konutlara gidince insanlar çığlık çığlığa olurdu ve daha bir klibimiz bile yoktu. TV'de popüler değildim. İnsanların, birini sosyal medyada, Instagram'da görmeden nasıl tanıdığını bilmiyorum. O zamanlar daha çok el ilanları, posterler ve sizi Boogie Down Productions ile konserde görenler aracılığıyla tanınırdınız.

'Ego Trippin'in ikinci verse'ünü dinlerseniz, ben sadece kelimeleri ritme uyduruyorum. Kafiye yapmaya çalışmıyorum: "Through the scientific matter I probe for evidence/Leading melodies obtaining slight positive beams/Of the average formulation, apply mechanically." Ve insanlar ne yaptığımı dahi bilmiyorlardı çünkü kaydın ilk verse'ü daha düz bir rap'ti. Beat harikaydı ve nakarat o kadar dramatikti ki, ikinci verse'ün kafiyeli olmadığı fark edilmiyordu bile. 

O zamanlar Lakim Shabazz'ı severdim. Latee'nin 'This Cut's Got Flavour' isimli şarkısını ve bu tip şeyleri beğenirdim. Ama piyasaya çıkışımızın ardından rap'i lirik bir şekilde takip etmemeye çalıştım çünkü herkesin kafiyelerini çok dinlersem, kendi özgünlüğüme sahip olamayacağımı düşündüm. Dansçı olduğum için Con Funk Shun gibi funk plakları alırdım. Undisputed Truth ve Cameo'nun albümlerini aldım. Asıl ilham kaynağım Slave'di. Bu yüzden Ultra'nın müziği böyle. Cazla büyümedim ben. Ron Carter ya da Ronnie Laws'u bilmem.  

Octagon projesine başladığımda o kadar çok malzeme birikmişti ki, farklı karakterlere bölüştürmek zorunda kaldım. İnsanlar tuhaf davrandığımı düşündü ama ben iş yapıyordum. Birçok sanatçı sıkışıp tek karakter olarak kaldı. Aynı stille tekrar anlaşma yapmak zorunda kaldılar. Ama benim bir sürü fikrim vardı. Sanırım bu yüzden Parliament-Funkadelic ufkumu açtı. Brides of Funkenstein vardı, Sir Nose, Funkadelic ve Parliament vardı. George Clinton, grubunu pek çok parçaya ayırdı. İşte böyle hissettim ben de: Tek kişilik bir Parliament-Funkadelic.

Bu süre zarfında garip insanları sevme eğilimim vardı. No Limit'ten Mac ve Fiend gibi, bir akışı olan sanatçıları sevdim. Ancak birçok rapçi, farklı soundlara ayak uyduramadı. Ben de bunun üstüne Dr. Octagon'u yarattım, Dr. Dooom'u yarattım, Black Elvis'i yarattım. Ama bu karakterlerin hepsi, benim bir parçam. 





Kool Moe Dee

New York, 1962


Şimdilerde hip-hop dediğimiz şeyle, New York'ta, yüzotuzsekizinci ve yedinci caddelerin kesiştiği yerdeki Renaissance'te karşılaştım; Lovebug Starski mikrofondaydı. İç varlığımda bir şeyler hissettim. İçimde, bunun bir parçası olmak istediğimi söyleyen bir şeyler vardı.

Malcolm X ve Muhammed Ali'nin çocuğu olarak tüm bu devrimci düşünce süreci, benim DNA'mın bir parçasıydı. 12 yaşına geldiğimde askerlik çağrısının bitmiş olması beni hayal kırıklığına uğratmıştı çünkü Muhammed Ali gibi olacağım günü iple çekiyordum. Askere gitmemeyi dört gözle bekliyordum. Hip-hop'ı gördüğümde de aynı hisse kapıldım: Bir platformum olacak. İlk düşüncem buydu: Bir gün Malcolm X'in yaptıklarını mikrofonda yapma şansım olacak. Hip-hop bana bunun mümkün olabileceğine dair ilk ipucunu verdi. 

Melle Mel, lirik içeriği istediğim yere götürmenin mümkün olduğunu düşündüren ilk kişiydi. Ama, Earth, Wind & Fire ve Stevie Wonder, şarkı sözlerini gerçekten bir araya getirebileceğiniz ve sadece müziğin ötesinde bir etki yaratabileceğiniz konusunda bana ipucu verdi. 'Songs in the Key of Life', sadece başlığındaki şiir açısından bile çift anlamlı, esprili bir düşünce süreciydi. Ve Maurice White -- yok artık. 'Fantasy' şarkısını duyduğumda --"You will find/Other kind/That has been in search for you"-- bu benim için en üst seviye bir metafordu. Müziğin üstüne bu tür şiirler yazıyor olmaları, benim gerçek ilham kaynağımdı. Bir diyebilirim açıkçası.  

Earth, Wind & Fire'ın benim hakkımda, onlar hakkında hissettiklerime yakın şeyler hissettiklerine inanamadım. Birkaç yıl önce bir deniz yolculuğu yapıyorduk ve konserime yetişmek için gemideki mutfağın içinden koşturuyorlardı. Verdine White, tempomun ortalama bir MC'den farkını anlattığında havalara uçuyordum.

Bir ara küçümseniyorduk ve hor görülüyorduk: Çocuk tekerlemesi gibi bir şey söylediğimizi düşünüyorlardı. Fakat Public Enemy ve Chuck D ilginin merkezi haline geldiğinde, rapçi olduğumu söylemekten gurur duyar oldum. "Ben de onların yaptığı şeyi yapıyorum." Public Enemy bizi, çoğu insanın götürebileceğimizi düşündüğü yerin ötesine taşıdı. Hip-hop'ın Siyah Amerika'ya beyaz ayrıcalığının nasıl bir his olduğunu tecrübe etme şansı verdiğine dair ufak bir analoji kullanıyorum.




Krayzie Bone (Bone Thugs-n-Harmony)

Cleveland, 1973


Hip-hop ile alakalı ilk anım, abimin eve LL COOL J'in 'Radio' isimli kasetini getirdiği zaman. Eve geldiğini ve kaseti yatağın üzerine fırlatıp, "Bu konuda hiçbir şey bilmiyorsun," dediğini hatırlıyorum. Kaseti radyoya taktım ve hiç çıkarmadım. Hiç çıkarmadım, anlıyor musun? 12, 13 yaşındaydım. Kendi sözlerimi yazmaya başlamamı sağlayan da buydu çünkü LL Cool J'in şarkılarını öğrenmek istiyordum. 'You'll Rock'a bayılırdım. Bugün hâlâ çok severim. Beat acayipti, sözler akıcıydı -- LL bu konuda zamanının ilerisindeydi. 

Böylece söz yazmaya başladım ve nasıl kafiye yazılacağına dair bir plan gördüm. Bir gün kendi sözlerimi yazdım ve bir daha da durmadım. Sevdiğim ve öğrenmek istediğim tüm şarkıların sözlerini yazardım. Big Daddy, Biz Markie, Slick Rick ve Dana Dane gibi sürekli akışı severdim. Rapçilerin akıp giderken duraklamalarını ve sonra geri dönmeleri hiç hoşumuza gitmezdi.

Bone Thugs stili, cypher'lara birlikte katılarak gelişmişti. Ya annemin bodrumunda, ya da kimin evindeysek ot içerdik ve hemen kafiye yazmaya, armonilerimiz üzerinde çalışmaya falan başlıyorduk. Birbirimizi tanıyorduk ve kafiye yapabileceğimizi biliyorduk, ama diğer dördü doğaçlama söylediğinde, kulağa uyum sağlıyormuşuz gibi geliyordu. Bilerek yaptığımız bir şey değildi -- bunu yapmaya başladık ve bir gün bizim stilimiz haline geldi. İnsanlar için rap yapana dek neye sahip olduğumuzu bile bilmiyorduk ve onlar, "Temptations'ın rap yapan hali gibisiniz," diyorlardı. Sonra Eazy-E ile anlaştığımızda bize, "Farklı bir tarz bu. Şarkıcılar gibi söylüyorsunuz," dedi.

Hip-hop öncesinde bir Michael Jackson fanatiğiydim. New Edition fanatiğiydim. Ebeveynlerim hep R&B dinlerdi. Bu yüzden Isley Brothers gibi eski R&B'leri biliyorum. Bu akışlardan bazılarını karıştırmaya başladık. '1st of tha Month' ve 'Days of Our Livez'ı dinlerseniz, eski şarkıları seçip, onlara armonilerimizi katmaya başladığımızı görürsünüz.

Şarkıcılar yaptığımız şeyi beğendi. Menajerlerimize, Mariah Carey'nin bizimle şarkı kaydetmek istediğine dair bir arama geldiğinde, o sıralar Mariah Carey'nin ne kadar büyük olduğunu gerçekten anlamamıştık. Onu biliyorduk ama yeni gelen şöhrete öyle kapılmıştık ki, kendi küçük dünyamızdan çıkamamıştık. Yani, neredeyse gitmiyorduk bile. Uçakta düşüncelere dalmıştık, uçaktan inmek üzereydik ama bir şey, bizi uçakta kalmaya zorladı.  

Oraya gittiğimizde, tarzımızı sevdiğini söyledi. Akışımızı sevdiğini, ne kadar farklı olduğunu söyledi. Uçaktan inmediğimize memnunum.      

Ayrıca hayattayken Bobby Womack'ten de övgü aldık. Kızlarıyla tanışma fırsatım oldu ve bana şöyle dediler: "Babam müziğinizi çok severdi. Hep şarkılarınızı çalardı. Hepimize de dinletti." Bu beni çok şaşırttı. Vay be. Böyle büyük biri. Bu benim çok hoşuma gitti çünkü onun müziğini severek büyüdüm. Bunu aileme söylemek çok havalıydı: "Bilin bakalım bizi kim dinliyormuş? Bobby Womack." Babam, "Ne?!" diye karşılık vermişti. Bayıldı buna.

 





Ladybug Mecca (Digable Planets)


DMV'de büyüdüm ben ve arkadaşımın ailesinden birçok kişi Brooklyn'deydi. Yani onların yanına gider, yazları orada geçirir ve Red Alert isimli radyo programını kasede kaydederdi. O zamanlar DMV'de -- 85, 86 gibi-- go-go, hip-hop'tan daha çok yaygındı, biz de onunla bu seviyede ilgilenen birkaç seçkin kişiydik. Takıntılı hale gelmiştim. Çok havalıydı ve başka bir seviyeydi. Zaten dünya hakkındaki gözlemlerimi küçük kağıt parçalarına veya peçetelere yazıyordum. Yani insanların kendilerini kelimelerle, kafiyelerle, ahenkle ifade etmelerini duymak beni çok etkiledi, anlıyor musun? 

Jungle Brothers bu kasetler açısından benim için gerçekten öne çıkıyor. Ritimler, vokallerinin tonu, kelime oyunları gibi, ses açısından her şey. Müzikal olarak, gerçekten duymadığım bir sound'du. Gelecek gibi, tam ifade özgürlüğü gibi, teninizde tamamen özgür olmak gibi hissettirdi. Bunu açıklayabilmemin en iyi yolu bu. 

Rap yapmayı dinleyerek öğrendim. MC Lyte'ı gerçekten severdim. Queen Latifah'nın 'Wrath of My Madness'ı aklımı başımdan aldı, bu dünyadan değildi. Ve Public Enemy, onların ritmi, benim iç ritmime hitap ediyordu, anlıyor musun? Tıpkı aile gibilerdi, bilirsin, bunu başka nasıl açıklayabilirim bilmem. 

Lisede diğer yakın arkadaşlarımın bir hip-hop grubu vardı ve onlar için dans etmeye başladım. Sonra yazmaya ve küçük konserler vermeye başladım, yerel şovlar. Knowledge ve Ishmael [Doodlebug ve Butterfly] grupta olmamı isteyince işler ciddileşti. İşte o zaman gerçek oldu, sanki bunu bir meslek olarak yapabilirmişim gibi. 

Biz piyasaya çıktığımızda, kendimizi tüm Native Tongues hareketine bağlı hissediyorduk. Tribe, De La da elbette. Arrested Development. Gang Starr. Sweet Tee'nin müziğinden çok etkilendim. Herkese baktım, Special Ed, Big Daddy Kane gibi isimlere de, onların hepsi benim ilham kaynağım. Daddy Kane çok havalıydı, benim içim çok mühimdir. Eve gidip televizyonu açmak ve videoları izleyip yeni neleri özümseyebileceğimi görmek için sabırsızlanıyordum.    





Lil B

Berkeley, California; 1989


2003 yılında, ortaokuldayken hip-hop hakkında bir kitap raporu yazdım. Mümkün olduğunca gerçekti. Ortaokuldaki benden: "Hip-hop benim için bir sanat formu, bir tarz, bir janr, bir etki ve bir yaşam tarzı. Başka hiçbir müzik türüne benzemeyen farklı bir müzik tarzıdır. Bol, güzel, parlak bir giysi türü gibi."

Şu anda sahilde yürüyorum ve elimde 2005'teki XXL dergisinden, LIL WAYNE'in 19 Aralık 2004'te Club Speed'de verdiği konserle ilgili bir yazı var. Çok komik, çünkü 500'den fazla kişinin geldiğinden bahsediliyor. Şimdi malum, statları dolduruyor Wayne. Benim erken dönem motivasyonumdu bu. Daha sonra XXL'in umut vaat edenler listesine girmem acayip değil mi? Sakladığım bu kağıtlar, yangınlardan geçti. Benim için çok, çok kişisel. 

GUCCI MANE, Lil Wayne, bilirsiniz, çıtayı onlar belirledi. Bugüne kadar hem de. Bu arada Körfez'de de E-40, TOO SHORT, Mistah F.A.B., Turf Talk, Keak da Sneak, 106 [KML] dinlemek, Wild 94.9 dinlemek büyük bir ilham kaynağıydı. Rap'i gerçekten eşsiz bir bakış açısıyla görmüş gibi hissediyorum. 

Farkına varmalısınız, yaptığım şeyi yapanın sadece ben olduğum bir dönem vardı. İnsanların müziğin öldüğünü söylediği bir dönemde çıktım ve hâlâ zorluyordum. Nas'ın, hip-hop'ın öldüğünü söylemesi beni çok üzdü ve hip-hop'ın hayatta kalmasını sağlamayı kendime görev edindim. iPhone'dan önceydi bu tabii. 

Annem ve babamın benimle gurur duyduklarını söylediklerini duydum, işimizi bağımsız şekilde yaptığımı görüyorlardı. 40, Short, Master P, ve ben, Brandon McCartney. Pack ile beraber Jive Records'la çalıştık. O zamandan beri kendi işimi yapıyorum Lil B'yi yönetiyorum. 

Soulja Boy gerçek bir efsane ve ilham kaynağı, Youtube'un erken dönemi açısından bir öncü. O zamanlar gerçekten anime dükkanındaydı, anlıyor musun? Bu açıdan hakkı verilmiyor. Şu anda anime çok revaçta ama o bu işe erkenden girdi. 

Kendime hep havalı biri olarak baktım. Bunu alçakgönüllülükle söylüyorum. Benim gördüğüm ateşe sahip insanlar var. Lil Yachty'yi takdir ediyorum -- her zaman işi sıkı tuttu ve kariyerini bambaşka bir seviyeye taşıdı, bana neyin mümkün olduğunu gösterdi. Future, Tyler the Creator. Chief Keef -- Youtube'daki müzik videolarıyla çığır açıyordum ve o, bir sonraki aşamaya taşıdı. Şimdi Playboi Carti'den etkilenebilirim, ne dediğimi anlıyor musun? Ve Young Thug bunu bir sonraki seviyeye taşıdı. 

Hâlâ bu hip-hop'ta yapmam gereken çok ödev var, değil mi? De La Soul üstüne olan ödevimi yapmam gerekiyor. Slum Village konusundaki ödevimi yapmam gerekiyor. Public Enemy ödevimi gerçekten yapmalıyım, anladın? Neydi o beyefendinin adı -- MC Serch ve grubu? Biraz Beastie Boys ödevi. Bu türe ve kültüre giren çok güzel insanlar var. 





Lil Baby

Atlanta, 1994


Jeezy ve 50 CENT -- ablamda her ikisinin de CD'sinin olduğunu hatırlıyorum. 1994'te doğdum ben. Gencim ama dışarıda takılıyordum, o sebeple benden büyüklerle zaman geçiriyordum. Nasıl yaşadıklarını, nasıl hareket ettiklerini zaten görmüştüm. Büyükler onları yüceltiyordu. Dinledikçe ve öğrendikçe, dürüst olmak gerekirse hayatımı bugüne kadar şekillendirdi bu. 

Tank top'ı istiyordun, parayı istiyordun, o sokak hissini yaşamak istiyordun, nereye gidersen git esas oğlan sensin. Jeezy ve 50 Cent'ten aldığım şey buydu. 

10. 11 yaşlarında olduğumu hatırlıyorum, büyükannemin evinde bütün gün Youtube'a girerdim. Bazen sözleri olurdu, bazen olmazdı. Aslında var olmayan şarkılara kendi sözlerimi yazardım. İlk barı dinler, çözer ve yazardım.

Atlanta'nın yerel sanatçılarıydı -- bunlar gençlik kulübü şarkılarıydı. Şimdi olduğu gibi dünyanın her tarafında genç rapçiler yoktu. Rich Kidz ile Skooly "hundred thousand in a dollar band." Farklı küçük ekipler -- MDC elemanlarının 'Splash Gang' diye bir şarkısı vardı; Yung Broke'un 'Sack Right, We Straight'ı acayipti; Yung Woo'dan 'She Everything I Need.'  Tıkladığımız küçük MP3 çalarlarımız vardı.

Boosie her zaman favorim olmuştur. Hepsinden öte o, şehrin daha kötü tarafındaydı. Biz de öyleydik. Şarkılarında gerçek mahalle hikayeleri anlatıyordu.

Müzik her zaman benim ilham kaynağım oldu, havaya sokuyor beni, kafamı çalıştırıyor. Ama benim için hiçbir şey yapmayacağını hiç düşünmedim. Bu yüzden hiç yapmadım.

1 Temmuz 2016'da cezaevinden çıktım. O gün stüdyoya gittim, kulaklıkları taktım ve bir şeyler denedim. Ama aslında hiçbir şey yapmadım. Bir arkadaşıma, "Henüz hissetmiyorum. Biraz para kazanacağım ve sonra geri geleceğim."

Küçükken her zaman şarkı sözlerini okuduğumdan önce bir verse'e sonra bir nakarata, sonra yine bir dizi verse'e ihtiyacım olduğunu biliyordum. Stüdyoda Young Thug, Migos, Peewee Longway, KC Da Beatmonster ile zaman geçirdim. O küçük gizli stüdyolarda birkaç küçük arkadaşım vardı. 

Çoğu şey izlemekten geliyor -- ben görsel bir öğrenciyim. Bu yüzden asla bir şey yazmam. Bugüne kadar gerçek bir rap yazma süreci görmedim. Punch-in süreci freestyle, ama tam da freestyle değil. .Her seferinde bir satır, bazen bir seferde iki satır, bazen üç satır. 

Sayfamda ilk kez bir şarkı yayınlayıp o da viral olunca, bu his çok hoşuma gitti. O şarkıyı hiç yayınlamadım çünkü aslında tam bir şarkı da değildi. Marlo ile birlikte kaydettiğim 'Set Up Shop,' kaydettiğim ilk şarkı oldu. Sonraki kaydettiğim şarkı, 'Option'dı. İnsanlar sevdi ama ben pek iyi bulmamıştım. 'My Dawg' çıkınca, "İşte budur," dedim.  

İlk kez Club Bankhead'de çıktım, 750 dolar karşılığında. Ardından pazartesi günleri, revaçta bir mekan olan Crucial'da bir iş ayarladım. 50 kişi gelip şişe açtırıyorduk. Kazanç belli olmuyordu. Oraya gelmemden daha ucuza yer ayırtıyorlardı. Ama işin aslı, sadece gelmek için para alıyorduk. 

Sonra perşembeden pazara küçük kulüplerde, Chitlin Circuit'te sahne aldım. Her haftasonu konserim vardı. Yeni mekanlara gidiyordum ve şarkılarıma kelimesi kelimesine eşlik ediyorlardı. Şarkıların hit olduğunu bu şekilde anlıyordum. 

Şöyle bir şarkım var: "This month I want seven/I’ve been going up/next month I want 10." Bunu bir konser için yaptım, 7.000 dolar almıştım. O yolculuk, şarkılarımda vardı. Yediden 10'a gittim, sonra 50, sonra 60, sonra 150, sonra 200, sonra 250, sonra 400, sonra milyon. Ve ben durana kadar da durmayacak.

Övünmek için söylemiyorum, aslında her defasında gurur duydum. 7.000 dolar mesela -- acayip şaşırmıştım. "Rap yaptığım için 7.000 dolar mı aldım?" Daha gururlu olamazdım. 7.000 dolar kazanmam için ne yapmam gerekti, biliyor musun? Ve bunu kulübe gidip eğlenmem için verdiler? Hayat bir rüya, neredeyse.

GUCCI MANE kesinlikle Atlanta'nın sembollerinden biri haline geldi. Öncülük etti. Ben ve Gucci, ben rap yapmaya başlamadan önce, sokaklarda tanışmıştık. Thug da kardeşim gibidir, bizim için bir idol olan Gucci Mane'e karşı birlikte büyüdük. Guwop amcamız gibiydi. 

Ralo da bana bunu yapabileceğim hissini veren kişiydi. Çünkü onun da sokaktan gelen biri olduğunu biliyordum. Young Thug da öyle biri olsa da, başından beri bir rapçiydi, bu yüzden ona asla benim  yapabileceğim şeyi yapıyormuş gibi bakmadım. Bu, onun Tanrı-vergisi yeteneği ve lütfuydu.  

20, 30 yıl sonra bile hâlâ bu işin içinde olan insanlara bakıyorum. Herkesten bir şeyler alıyorum ama en çok çalıştığım insanlar, en uzun süre dayanmış insanlar. Swizz Beatz benim en yakın akıl hocalarımdan biridir. Harvard'da işletme derslerine kaydoldum. Ayrıca çok dayanamayan, çabuk vazgeçen insanları da inceliyorum. Kimin benim seviyemde olduğunu ve sonra nasıl düştüğünü görmeye çalışıyorum -- bunu nasıl kaybettiler, neyi yanlış yaptılar. Bunları inceliyorum.  

Drake'i kelimelerin açıklayabileceğinden daha çok takdir ediyorum. Ama beni bir şarkıyı birlikte söyleme teklifi için aradığında, müziği şimdiki gibi anlamıyordum. Sanırım bu yüzden çok iyi iş çıkardım. "Aman Tanrım, Drake bu," demiyordum. Onun gerçek kıymetinin farkında değildim. Benim için ne yapmak üzere olduğunu bilmiyordum. Ama bu sayede oraya gidip özgür olabildim. Şimdi bir Drake şarkısına katılmak benim için daha zor, çünkü neyle karşı karşıya olduğumu biliyorum.

Eskiden bazen, "Ben bir rapçi değilim, bir sokak [küfür]," derdim. Artık bir rapçi değil, bir işadamıyım. Rap yapmak hâlâ bir iş. Ne kadar iyi bir rapçi olmam gerekiyorsa, o kadar iyi bir işadamı da olmam gerekiyor.

Hip-hop benim için her kapıyı açtı -- tanıştığım insanlardan, çocuklarım için bir güven oluşturma şeklime kadar hayatımdaki her bir şey. Sicilimi temize çıkarmak, ailem için bir temel oluşturmak, arkama bakmak zorunda kalmamak.

Daha 2016'da hapisteydim. Şimdi 2023 ve neredeyse dünyanın zirvesindeyim. Şu anda bir ofiste oturuyorum ve 300 tane posta var. Bir yetişkin olduğumda kimseden tek bir posta almamıştım. Adresi kimsede yoktu, tüm faturalar başkasının adınaydı. Şimdi ise bir haftadır yokum, eve geliyorum ve 300 tane posta var. 





Lil Bibby

Chicago, 1994


DMX'in, şu her yerin kanla kaplı, kıpkırmızı olduğu albümü -- onun kaseti vardı. Resmi görünce korktum. Daha çok küçüktüm. Farklı seslerle konuşuyordu hani? "Damien!" Duyar duymaz şöyle dedim: "Şeytan mı bu?" 

Dürüst olmak gerekirse, gençken kendime karşı gerçekçiydim: "Öleceğimi ve hapse gireceğimi zaten biliyorum, kimin umrunda ki?"  Sonradan müzik yapmaya başladığımda etkisini çok hızlı gösterdi ve hayatlarımızı değiştirdi diyebilirim. 

Chief Keef'in çıkışını izledik. Onun ortaya çıkışını tüm dünyanın izlediğini hissediyordum. Hepimiz gençtik ve şehrimizden birinin bu kadar çabuk büyümesini görmek çılgıncaydı.

Müzik yükselmeye ve insanlar dikkat etmeye başladığında, dikkatler Chicago'ya çevrildi. Ciddiye almamı sağladı gibi hissediyorum. Bana motivasyon sağladı -- pekala, belki de ölmek zorunda değilim, belki de hapse girmem şart değil.

Drake el uzattı -- çok erken oldu bu. Herb aracılığıyla 'Kill __' şarkısına reaksiyon verdi. Muhtemelen daha sadece dokuz aydır rap yapıyordum ve sonra Drake bana bir şey sordu ve konserine davet etti. LIL WAYNE'in, Gucci Mane'in ve Drake'in büyük hayranıydım.

İşinizi yaparken, ne kadar büyüdüğünüzü ya da onu kimin kopyaladığını düşünmezsiniz. İngiltere ve New York'un yaptığı drill sound'unu açıklayacağım: Chicago'da eskiden footworking denilen bir şey yapardık -- footworking beat'lerinde ağır perküsyon kullanılırdı.  

Chicago'lu prodüktör DJ L, her beat'i footwork beat'i gibi yapardı. Ben de ona bağırdım: "Kanka, footworking beat'leri üstüne rap yapmak istemiyorum! Farklı beat'ler yapabilir misin?" Ve yapamadı. O bizim şirket içi prodüktörümüzdü, o sebepten bu beat'lerle rap yapmak zorunda kalıyorduk. Ve tüm dünya bunu yapmaya başladı. Bir Chicago olayı bu.

Asla böyle bakmam ama, ara sıra düşünüyorum da, bu işe başladığımızda kimsenin haberi yoktu. Sosyal medya kesinlikle drill akımına yardım etti ama dönüp bakınca, yaptığımız [küfür] çılgıncaydı. Çok fazla düşünmedik. 

Bence çoğu Chicago sanatçısı zirveye ulaşamadı. Çoğu vefat etti. Fıçıdaki yengeçler gibi. Biz Chicago halkının güven sorunları var -- hep birinin bizi geçmeye çalıştığını düşünürüm. Meselenin iş tarafını o kadar iyi anladığımızı sanmıyorum. O zaman yeterince bilmiyormuş gibi savunmasız hissedersin. Atlanta veya L.A. her zaman iş konusunda deneyim sahibi yaşlı insanlara sahiptir. 

Her zaman daha büyük resmi düşündüm, nereye gitmeye çalıştığımı, ne dediğimi anlıyor musun? Jay-Z'yi dinlemeye başladığımdan bu yana hep, "Jay-Z olsa ne yapardı?" diye düşündüm. Kariyerimi böyle kurdum. 





Lil Wayne

New Orleans, 1982


New Orleans hip-hop ortamı, dünya çapındaki hip-hop ortamından çok daha büyüleyiciydi, çünkü daha bir lafı geçirme odaklı stile sahipti. Yerel radyo istasyonlarımız, kendi sanatçılarımızı tercih ettiler, bu yüzden listeler hep New Orleans'la dolu olurdu. Billboard listesinde ilk sırada olacak bir şarkıyı, buralarda sekizinci sırada görebilirdiniz.

Sokak partilerimiz biraz daha farklıydı; daha çok bir konser gibiydiler. Büyük bir kalabalık, DJ var, bir de mikrofon var ama DJ için değil. DJ gelecek olan sanatçıyı tanıtacaktı ve partiyi devam ettirmek o sanatçıya kalmıştı. 

Tüm bu isimler, bir şirketle anlaşmam için var olan bir zincirin halkalarıydı: ilk sanatçının adı Roni'ydi. En iyilerden biriydi. Bana Juvenile'ı hatırlatırdı epeyce. Onun işi, size her gün tam olarak ne yaptığını söylemenin bir yolunu bulmaktı ve onu sevmenizi sağlamanın, onunla bağ kurabileceğinizi, birlikte yürüyüşe çıkmışsınız gibi hissetmenizi sağlamanın bir yolunu buldu. Gününü böyle geçirirdi ve insanlar buna bayılırdı.    

Tüm sokak partisinin kaydedilmiş bir kasedini, bittikten sonra satabilirdin. Sadece Roni'nin olduğu kısmı, geri sara sara tekrar dinlemek isterdim. Benim mahallemdendi ama bir yetişkindi, o yüzden benim hakkımda fazla bir şey bilmezdi.

Benim mahallemin öbür tarafından Lil Slim adında başka bir adam vardı ve o biraz farklıydı. Yalnızca mahalleden bahsederdi. O iki adamı birbirine bağladım ve fırsatımı yakalamak için sabırsızlanıyordum.

8, 9 yaşındaydım. Tanrıya şükür ki okulda hep zeki bir çocuktum, bu yüzden kelimelerle ilgileniyordum, her zaman kelimelerle ilgileniyordum. Niye böyle olduğunu bilmiyordum; hâlâ bilmiyorum. Her zaman oyundaki ana karakter bendim. 'Sefiller'den 'Oz Büyücüsü'ne kadar, hangisi oynanıyorsa. Başrolü istiyorum. DJ'in mikrofonunu vereceği günü bekleyemezdim. O kadar.  

10, 11 yaşlarındayken Box isimli bir kanal vardı. İnsanlar video isteğinde bulunuyordu, bu yüzden izlemek istemediğiniz 1.000 tane video izlerdiniz, ancak sadece birkaç kez bilmediğiniz bir şeye denk gelirdiniz. Bu, New Orleans müziği haricindeki diğer müziklerle gerçekten ilgilenmeye yönelik asıl girişimimdi. 

New York'lu sanatçılara, Doğu Yakası'ndan herkese aşık oldum. Bana daha çok şey anlatıyorlardı. Q-TIP ve BUSTA gibi kişiler vardı, 'Gimme Some More'dan falan önce -- sırtında bir çanta, üzerinde eski bir ceket, bir şeyler söylüyor. Bir karaktere bürünen sanatçılar daha çok ilgimi çekiyordu. Diğer arkadaşlarım gibi çizgi roman okumamam, çizgi film izlememem veya süper kahramanlara inanmamamın nedeni, aynı heyecanı hip-hop'tan alıyor olmamdı. 

Onyx'e aşık oldum çünkü sabah uyanıp birbirlerine bağırarak yataktan kalktıklarına inanıyordum. Ve hâlâ en sevdiğim sanatçı olan Missy Elliott. Bilirsiniz, maç izlerken, bir oyuncu için, "Bu adam çok sakin, çok iyi ve ne isterse yapabiliyor," dersiniz ya hani? Kendisi benim için o kişiydi. 

Drake gibi hem rap yapıp hem şarkı söyleyen kişilerden önce Missy Elliott bunu yapıyordu. Bu beni büyüledi, çok etkilendim. Bunu yapmak istememi sağladı. Drake ile tanıştığımda onu bu yüzden sevmiştim. Eğer benim etrafımdaysan, sesinde biraz ahenk, azıcık harmoni varsa, sana şarkı söyleteceğim demektir.

Benim için Shawn Carter, yani Jay-Z, kelimelerin tanrısıydı. İngilizce kitaplarını yeniden yazabilirdi. Biggie'yi dinleyerek onunla tanıştım. 'In My Lifetime Vol. 1'den 'Lucky Me' şarkısını ileriye-geriye sara sara öğrendim. Bunu şarkılara koydum, ve aslında hâlâ her konsere o şarkıdan sözler söyleyrek başlıyorum: "And I swear to everything when I leave this earth/it’s gon’ be on both feet, never knees in the dirt/you could try me, [expletive]/but when I squeeze it hurts/fine..." Ve acayip olan şu ki, müziği o kısımda durduruyoruz ve kalabalık, sanki şarkıyı ben yazmışım gibi, geri kalanını benimle beraber söylüyor. Oysa bu, Jay'in.  

B.G.'ye gelecek olursak, o çok önemli, çok özel, çünkü şarkıları birlikte oluşturduk. Kelimeleri gerçekten kağıda döktüğüm zamandı bu. Yazma stilini, tekniğini çok iyi biliyorum. Bazılarının size geçmemesi imkansız. Ama artık yazmıyorum. 

Jay'in artık yazmadığını duyduğumda --internetten falan önce tabii bu-- muhtemelen 16, 17 yaşında falandım. Ve hayatımda bir daha kalem ya da kağıt görmek istemedim. Jay benim İncil'imdi. 

O zamanlar, yıldız kim olursa olsun, yanlarında hep bir genç çırak olurdu. Hep o kişiye bakardım. Jay bunu yaptığında Bleek'e bakıyordum. Eğer Puff'ı dinliyorsam, Mase'e ya da Jada'ya bakardım. Sonraki yıldızın daha büyük olması için bir yol açmak, yıldızın alçakgönüllüğüydü. İşte bu yüzden, şansım olduğunda bunu değerlendireceğimden emin oldum.

Nicki Minaj hep benim ifade tekniğime, verse'ü bulma şeklime ilgi duyuyordu. "Neden?" "Ama neden?" "Peki ama neden?" "Ben dişi Weezy'yim," diye takılırdı. Nick sesini benim gibi yapardı, aslında bazen gerçekten benim gibi konuşurdu. 

Drizzy ise Drizzy işte. "İyi çocuk, kötü çocuk, TV programındaydım ama keşke benimle oynasaydın," tarzı şeyler. 

Eminem'i bir şarkı için aradığımda korkmuştum aslında. O tam bir canavar. Benim kelimelerle aramda olan şeyin aynısı onda da olmalı. Onları kafamızdan çıkaramıyoruz. Her anlam, her açıdan. Kafiyeli şeyleri duyuyoruz. Sahip olduğu yeteneği ve laneti zaten biliyorum. Ve onu nasıl bir araya getirdiğini duymak hoşuma gidiyor. 

'The Tonight Show'a çıktığımda Pictionary oynattılar bana. Kelime olarak Harry Potter çıktı. Önce bir çanak çizdim, onu anladılar. Sonra bir yüz çizdim ve etrafına bir dolu kıl ekledim. "Bir dakika, kıllı bu," dediler. Ben de "Evet, Harry Potter," dedim. Yani ağzımızdan çıkan sözleri planlıyoruz. Her zaman. {Çanak: Pot. Hairy: Saçlı, kıllı.}




LL Cool J

Queens, 1968


Gerçekten de şehirde dolaşan kasetlerle başladı. COLD CRUSH, Fantastic Romantic 5, Force M.D.s, Grandmaster Flash and the Furious Four ve Five MCs. Ve Zulu Nation. 

Long Island ve Queens'te yaşadım ama aslında Long Island'da daha çok etkiye maruz kaldım çünkü yan komşumda bir ev dolusu evlatlık çocuk bulunuyordu ve aralarında New York'un beş ilçesinden de kişiler vardı ama ağırlık Bronx ve banliyöden. Kasetler getiriyorlardı, bazıları daha kaliteliydi, böylece her şeyi daha önceden duyabiliyordum. Daha piyasaya çıkmadan.

Bir gün okulun koridorunda kendi kendime mırıldanıyordum, başka bir çocuk da bir Jimmy Spicer şarkısından bir bölüm söylüyordu: "This DJ, he gets down, mixing records while they go ’round." Işık, koridor boyunca süzülüyordu, sadece ben ve o vardı, orada olduğumu bilmiyordu. O şarkıyı söylerken nasıl göründüğünü hatırlıyorum. Ve sesini -- bende bir şeyler harekete geçti. Gerçekten yapmak istediğim şey bu, dedim. Aslında o boyuta adım atmak istiyorum. Bir rüya gibiydi.  

O günden sonra birçok gruba katılmaya başladım. Bazıları beni reddetti. Ama gerçekten çok çalışıyordum. Her yere gidiyordum. Şehrin her yerindeydim. Queens'in her yerindeydim. Yukarı mahalleden Harlem'e gitmeye başladım. Yaklaşık 15, 16 yaşlarında, kayıtları bitirmeden hemen önce, Silver Fox adında bir adamla takılmaya başladım. Konu kafiye, ritim ve şarkı sözü yazme becerisine gelince, Silver Fox benim için bir öğretmen gibiydi. Ayrıca Kool G Rap'e de farklı bir şekilde mentörlük yapmıştı. Çok yetenekli ve üretken bir söz yazarıydı Fox.  

Lirikal açıdan ilham aldıklarım şunlardı: Melle Mel, Spoonie Gee, the Treachorus Three, the Fearless Four, DLB, Tito, Mighty Mike C., Peso. Bunlar gerçekten kelimelerle oynayan kişilerdi. Yazdıklarının çoğu hâlâ iyi durumda. Hepsinin inanılmaz bir tarzı vardı ve onlardan çok şey öğrenebildim. Bir gitaristin oturup insanların nasıl cigarayı yalayarak kapattıklarını ve nasıl akor bastıklarını dinlediğini hayal ediyordum ve bir süre sonra kendi tarzınızı geliştiriyorsunuz işte.  

Her şey birbirini takip etti. Kasetleri etrafa gönderiyordum ve nihayet Rick Rubin'in ve Beastie Boys'tan Adam Horovitz'in eline geçti. 'I Need a Beat' şarkısına geldiğimde, herhangi bir sahnede, herhangi bir arenada, herhangi biriyle kafiye yapmaya hazırdım. 

Orada-burada biraz kibirle karşılaştım, bu yüzden her zaman, kimseye bu adamlardan bazılarının bana davrandığı gibi davranmamak için elimden gelenin en iyisini yaptım. Çok küçük bir topluluktu yine de. Bir sektör değildi henüz. Menajer falan yoktu. Russell Simmons sonunda insanlara menajerlik yapmaya başladı ama yine de kendi yolunu öğrenmekle meşguldü. İnsanlar arası bağ yoktu. Şurada-burada bu işe gönül vermiş birkaç kişi vardı. Ben bir 1.5 kuşağı sanatçısıyım -- ben, Run-DMC, Beastie Boys. Yani kültürden faydalandık, onunla birlikte geliştik ama sonra onu gelişmiş, dünya çapında küresel bir endüstriye dönüştüren de biziz.




MC Lyte

Brooklyn, 1970


Büyükannemin yaşadığı Spanish Harlem'de büyük kuzenlerim şu isimlerin kasetlerini dinlerdi: the Cold Crush Brothers, Funk 4 + 1, Sha Rock, Treacherous Three, Sugarhill Gang, Kurtis Blow. Kuzenlerimden biri, onun kardeşiyle çıkmıştı ve olay olmuştu bu. 

The Sequence kesinlikle bir ilham kaynağıydı -- Angie B, Blondy ve Sheryl, hepsi birbirinden çok farklı şekilde saldırıyor ama bu konuda rahatlar. Bu rahatlık, mikrofonla buluşma şeklimin bir parçası oldu. Ve tabii ki Salt-N-Pepa, kesinlikle benim için yol gösterici bir güç oldular. Kim olacağıma karar verdiğimde, şarkılarındaki tüm kelimeleri öğrenmiştim. 

RUN DMC, Melle Mel -- 'The Message'ın mesajı gerçekten bana yardımcı oldu. Zaten öykü yazıyordum çünkü annem her şey için deneme yazmam konusunda ısrar ediyordu. Hiç gitmediğim yerler hakkında bir şeyler öğrenebilmek için. Bronx'a hiç gitmemiştim. Sadece Brooklyn ve Manhattan. Bildiğim kadarıyla trenin son durağı Yüzotuzsekizinci Cadde'ydi.   

Kendimi asla bir rapçi olarak görmedim. Ben bir MC idim, hâlâ öyleyim, benim için rapçi olmaktan başka bir şey bu. Mesela Hammer'ın rap kaydı vardır ama kendisi bir MC değildir. Bir MC olarak becerilerini orada göstermek için orada değildi, bir hit şarkı yapmak için oradaydı. Rap yapıyor olman seni rapçi yapmaz. Ama bu sadece benim fikrim. 

Şu anda kadın MC'lerin yaptıklarının çoğunu beğeniyorum ve hepsini dinliyorum -- ben bir DJ'im. Ben sadece 80'ler, 90'ler DJ'i değilim Megan Thee Stallion'ın 'Plan B'sini seviyorum. Megan'ın kullandığı dili seviyorum. Remy Ma'nın hayranıyım. Kafiye yapma şekli, Lil' Kim'i andırıyor. Foxy'yi andırıyor. Foxy, Lil' Kim ve ben, üçümüz de Brooklyn'deniz.

Coi Leray'ın şu 'Message' sample'ını kullandığı yeni şarkısını beğendim. Mariah'tan sample kullandığı zaman Latto'yu seviyorum. Ağır ve yüklü bir şeye dönüş gibi geliyor ve birinin sesindeki derinliği hissedebildiğim zamanlar hoşuma gidiyor. 

Rapsody hayranıyım. Değindiği konuları seviyorum. Aşk, kadınlık ve Siyahlığın farkındalığı ve kabulü. Tierra Whack. Kimse bu freestyle ile uğraşamaz, çok hararetli. Ve elbette CARDI ve Nicki. Baby Tate. Ortamda çok fazla MC var. Lady London. Aman Tanrım, çok iyi. Üniversite eğitimli olmaktan bahsediyorsun ve gidip anlamına bakman gereken kelimeleri söylemekten korkmuyorsun. 

Kimse gidip kendi kendine rap yapmaya başlamadı. Herkes birilerinden ilham aldı. Bu konuda açık olmak isteyip istememeleri başka mesele.





Noname

Chicago, 1991


Şarkı yapısı açısından Kanye West, Common, Lupe Fiasco ve Mos Def beni çok etkiledi -- mesaj vermenin ve belki bazı politik temaların olabileceği türden rap, ancak nakarat ve geçiş açısından oldukça standart. Kilise korosu vokali türü şeyler. Akılda kalıcı nakaratlar yazmayı seviyorum. Düşünceli lirizm ile akılda kalıcı prodüksiyonu gerçekten seviyorum. Buna yöneliyorum. 

Çocukken annemin Nissan Pathfinder'ında 'Late Registration'ın çaldığını, benim de arka koltukta otururken dinlediğimi çok iyi hatırlıyorum. 

Ve sonra şarkılarım biraz daha yapısöküme uğramasını istediğimde, Jay Electronica ve EARL SWEATSHIRT. Jay'in ilk mixtape'i, 'Eternal Sunshine (The Pledge),' öyle bir işti ki, ne bir rap albümünde böyle bir sound duymuştum ne de herhangi birinin bir film müziği üstüne rap söylemeye kalkıştığını duymuştum daha önce. Türün yapabilecekleri açısından benim için çok ufuk açıcıydı bu. Aynısı MF DOOM'un 'Madvillainy'si için de geçerli. Hiç böyle bir şey duymamıştım: "Böyle rap yapılabiliyor mu ya?"    

O zamanlar tam bir hip-hop tutkunu değildim. Küçükken muhtemelen Michael Jackson ve Avril Lavigne filan dinlerdim. Bow Wow'u çok dinlerdim ama. Epey dinlerdim. Ergen hip-hop'ı. 'Doggy Bag,' 2001 -- vay be. Kesinlikle çok popülerdi. Rap söz konusu olduğunda çocukluğum buydu. Pek heyecan verici değildi. 

İlgilendiklerim, dinleyebildiğim şeylere dayanıyordu. Annem çok fazla şey dinlememe izin vermiyordu. "Bu Michael Jackson albümünü dinledikten sonra bir Kanye albümü dinleyebilirsin." Bir de radyoda ne çalıyorsa. Böyle bir ortam. Arkadaşımın evine giderdim ve onlar WAYNE'in mixtape'lerini dinlerdi.

Artık çok daha fazla tarz ve tür dinleyebileceğim şekilde gerçek bir müziksever olmaya başlıyorum. Üslup açısından tempoya uymak ve dille oynamak, genel olarak benim neslimin pek sevdiği bir şey değil. Ve sanırım en çok sevdiğim hip-hop türü de bu. Slick Rick, Big Pun ve Big L'e geri dönüyorum, ya punchline'a odaklanan, ya da tempoya fena halde uyulan şeyler. Yeni rapçilere gelince, muhtemelen Boldy James, Billy Woods, Silkmoney. Babyface Ray'i biliyor musun? Son mixtape'ini beğendim. 

Müzisyen olmakta biraz geç kaldım. Bazen yaptığım müzik türünü neden yaptığımı ben de bilmiyorum. Çünkü gerçekten pek popüler değil. Herkes para peşinde olduğu için yaptığım türde işlerden uzak durmaya çalıştıklarını hissediyorum. Kendilerini sürdürmek istiyorlar. Kendimi küçümsemeye çalışmıyorum bile, ama insanların böyle garip şiirsel [küfür] söylediklerini gerçekten duymuyorum.

Hip-hop benim giriş noktam olmasa da, örgütlenme alanlarında --insanların sol politikalar ve ideolojiler hakkında düşündükleri radikal siyah alanlarda-- gerçekten bu tür müzik yapan rapçiler ve hip-hop sanatçılarını bulmayı başardım. Sanırım bu da hip-hop'a geri döndürüyor ki, farketmediğim bir şey. Bazı yönleri Siyah radikal geleneğin içindeydi. Keşke bu yönü ana akıma biraz daha yakın olsaydı ama, durum bu. 




Paul Wall

Houston, 1991


Hip-hop'ı MTV veya BET'te görmek farklı bir hip-hop türüydü. Doğu Yakası baskındı o zaman. Houston'daki bir radyoda bile Batı Yakası müziği duyduğumu ve nedenini merak ettiğimi hatırlıyorum. Doğu Yakası şarkılarında söylediklerinin çoğunu pek anlamıyordum çünkü bilirsiniz, argo çevirisi biraz farklı. Batı Yakası'nı biraz daha fazla anlıyorduk, çünkü bu Güney'den Batı Yakası'na yapılan bir insan göçü gibiydi ve müziklerinin çoğu, Güney müziğinin ve hip-hop'ının çoğunun blues temelli olmasına benzer şekilde funk veya blues temelliydi. 

Ama Texas müziğini duyduğumuzda, o zaman insanların bizimle kendi dilimizi konuştuğunu duyduk. GETO BOYS ve Screwed Up Click, benim için hepsi aynı önem sayılırdı. Rap-A-Lot ana akım olarak görülüyordu, bizi dünya çapında temsil ediyorlardı ki, o arada Screwed Up Click daha çok bir yeraltı hareketiydi. İkisiyle de gurur duyduk ama farklı nedenlerle.

15 yaşında olduğum dönemi hatırlıyorum, 97 yılı yani, arkadaşlarımdan birinin arabasına binip okula giderdim, o da farklı mixtape'leri karıştırıp bir Screw kasedi takardı, böyle dinlerdik.

O dönemin çoğu çok bölgeseldi. Screw kasetleri ve Screwed Up Click bir Güney Yakası olayıydı ancak Kuzey Yakası'nda Screw kasetlerini dinliyorsanız, küfretmişsiniz gibi bir şeydi. Ben gizli bir Screw hayranıydım, sadece birkaçımız Screw mixtape'lerini gerçekten dinlerdi. Okula birlikte gittiğim ve Güney Yakası'ndan Kuzey Yakası'na taşınan birkaç kişi vardı, böylece yeni Screw mixtape'leri edineceklerdi: "Bak, bu haftasonu büyükannemin evine gittiğimde bunu aldım." Eğer elinde Screw kasedi vardıysa, adamın dibi sendin.   

Çalışmaya başladığımda rafları stoklardım, gece yapılan tipte şeyler, mağazada müşteri yokken. Yani 'dikkatli müşteri' monitörünü açarsanız, etrafına bir paket lastiği koyardınız ve tüm mağazada çalan bir Screw radyosuna sahip olurdunuz.

Screw'in mixtape'lerini dinlerken, belli bir sanatçının freestyle stili dikkatinizi çekerdi. Lil' Keke'yi, Fat Pat'i, Big Pokey'yi çok severdim. "Lil' Keke'nin MC LYTE'ın beat'inde rap yaptığı şarkı hangisiydi- Onu bulayım." 

Kitaptan öğrendiğiniz kelimelerle sınırlı değillerdi. Kendi sözlüklerini oluşturdular. Özellikle Keke, kendi sözlerini, kendi argosunu yaratan bir söz ustasıdır. Yani, dürüst olmak gerekirse, bugünün Houston veya Texas'ıyla ilgili herhangi bir argo terimi ilk kez kullanan kişi, yüzde 95 oranında Keke'dir. 

Fat Pat'e gelince, hem iri birisi olması, hem de gerçek bir player olması, ona bir hava katıyordu. Yaptığı müziğin çoğu, ondan hoşlanan kızlarla ilgiliydi, yani bu tamamen player havasıydı. Böyle birini idol bellersiniz ya da onun gibi görünmek istersiniz. Fat Pat, dişlerinde elmas olduğundan bahsettiğini duyduğum ilk kişiydi. 

Big Pokey rahat biriydi, ses tonu daha yumuşaktı ama aynı zamanda çok derin ve agresif gibiydi. Bu yüzden ona 'Çöplükteki en sert köpek' lakabı takıldı ki, gerçekten uyuyordu çünkü rap'ini duyduğunuzda bir köpek hırlaması sanıyordunuz.   

En sevdiğim Screw kaseti bir tane değil. 'Leanin' on a Switch' muhtemelen en sevdiğim. 'Who's Next Wit Plex' bir diğeri. Bugün dahi etrafta dolaşırken onları dinlerim.

Swishahouse piyasaya çıktığında ve bir Kuzey Yakası vakası olarak ortaya çıkınca, biz de yapabiliriz, diye düşündük. Onun mixtape'leri arasında en sevdiklerim, Slim Thug'ın freestyle'ları. 'Northside 9,' 'Northside 10,' Slim Thug ve J-Dawg'ın döktürdükleri. Ayrıca Swishahouse'ta dört-beş kişinin dahil olduğu bir şey yaparlardı, bir ya da iki satır söylerlerdi, sonra mikrofon başkasına geçerdi ama bütün verse'ü söylemezdiniz. Ne yazık ki bunun bir parçası olamadım. Ancak bunlar, en ikonik Swishahouse freestyle'larından bazıları. 

Normal hızda müzik yaptım ve bunun yavaşlatılması hayal edebileceğiniz bir şeydi -- bir şarkı yaptım ve öyle popüler ve büyük oldu ki, DJ Screw, Michael Watts, DJ Bone ya da diğer DJ'lerden biri onu yavaşlattı ve bir mixtape'te dinleyebildiniz.

Michael Watts kapıyı açtı, Swishahouse ile birlşkte rap yapmama izin vermesi, yeteneğimi farklı bir şekilde sergileyebilmeme olanak sağladı. Watts için iki freestyle yaptım ve bir tanesi, bir radyo programının introsuydu. Ve bunu radyoda duyduğumu hatırlıyorum, freestyle ile radyodayız! Acayip bir şeydi. Birçok insan, sonsuza dek bekleyeceğiniz o geleneksel yoldan başarmaya çalışıyor. Ancak bu diğer yollardan birine girer ve farklı bir şey yaparsanız, o zaman ilk sırada olursunuz.  





Phonte
 (Little Brother)

Durham, Kuzey Carolina; 1978


Hip-hop'la alakalı en net anım, amcam Brod'un beni Greensboro Colesium'a geldiğinde Fresh Fest'e götürmesiydi. 85, 86 gibi olmalı. RUN-DMC, Fat Boys ve Whodini vardı ve evet, sanırım onları gördükten sonra kaderim belirlendi. Amcam bana bir Fat Boys tişörtü almıştı. Run'ın sahnedeki hareketlerini hatırlıyorum, sahnedeki varlığını. Whodini -- Ecstasy, nur içinde yatsın. Sahneye çıktı, kafasında 'Freaks Come Out At Night' şapkası vardı. O enerjiyi ve "Evet, yapmak istediğim şey bu," diye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum.

Kafiye üslubum üzerinde en büyük etki, muhtemelen Big Daddy Kane'indi. Kane'i her zaman sevmişimdir. Her karaktere girer, hepsini yapabilirdi. Kapışmaya da girerdi, hanımlarla da konuşabilirdi. Flörtleşirdi de, pezevenk kılığına da girerdi. Zekiydi. Dans ederdi. Komple paketti. Böylece mikrofon tekniğim kesinlikle Kane'den etkilendi ve, Kool G Rap, Rakim ekolü, bu süper hassas akış açısından mensup olduğum damar. Ses açısından en büyük ilham kaynağım, A Tribe Called Quest'ti. Kane gibi rap yapmak istedim ama, kayıtlarımızın kulağa gerçekten gür ve güzel gelmesini istedim, bir Tribe albümü gibi, ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi? Bu benim tarzımdı ve birçok açıdan hâlâ da öyle sanırım. 

Native Tongues'un hip-hop'ıyla yetiştim daha çok. The Jungle Brothers, A TRIBE CALLED QUEST, De La Soul, ve hatta Pete Rock ve CL Smooth ve Heavy D. İçinde her zaman bir vokal unsuru vardı. Bana dinleyerek büyüdüğüm plakların bir uzantısı gibi geldi. Ben 78'de doğdum, yani annem hep R&B dinlerdi: Luther, Patti, Stevie. İlk albümümüz 'The Listening'in ilk single'ında nakaratı ben söylüyorum. 

Çalışma şeklim açısından önemli olan bir albüm olsaydı, iki albüm arasındaki farkı paylaşırdım: 'De La Soul Is Dead' ve ICE CUBE'dan 'Death Certificate'. Yani 'Death Certificate', stüdyoda kaydedilen bir filmdi adeta. Ice Cube'ün yönetmen ve senaristliğe geçiş yapması benim için sürpriz olmadı, çünkü o zamanlar şarkılarıyla film çekiyordu. 'Death Certificate'teki bazı sözleri çalmıştım. Bugünlerde sample açısından bunu yapmanın imkansız olacağını düşünüyorum. Eh, yasal olarak yani. Ve 'De La Soul Is Dead,' oldukça açık olan nedenlerle, o albümü ne kadar sevdiğimi, ondan ne kadar etkilendiğimi yeterince anlatamam. 

Biz çıktığımızda 01, 02 gibiydi, Soulquarians'ın zirve dönemi. Roots, Slum Village, Common, Black Star. O sırada Rawkus'un yaptığı da buydu. Şu konuda çok kararlıydım: "Bak dostum, Kuzey Carolina'daki ya da şehrimizdeki diğer sanatçılarla rekabet etmiyoruz. 'Fantastic, Vol. 2'ye karşı, 'Like Water for Chocolate'a karşı rekabet ediyoruz. 'Black on Both Sides'a karşı rekabet ediyoruz. Eğer bu düzeyde bir ürüne yanıt veremiyorsak, o zaman bu işi boşvermeliyiz, çünkü karşı karşıya olduğumuz şey bu."





Pitbull

Miami, 1981


Hip-hop ile ilgili ilk anım, üçüncü sınıf civarında 2 LIVE CREW'i duymam olmalı. Miami'yi ele geçiriyordu ve bilirsiniz, daima dinlememeniz gereken şeyleri dinlemek istersiniz. Araba yıkadıkları köşelerde ve bit pazarlarında duyabilirdiniz. Müzik bulabileceğimiz başka bir yer de Box denen şeydi, esasen yerel televizyonda görebileceğimiz bir şeydi. O zamanlar bu, MTV'den önceki MTV'mizdi.  

Ama bass müziği her zaman yeraltıyla ilgili olmuştur. Her şey korsan istasyonlarla ilgili. Mesele, ilk olarak, bu müziği duyurmanın yolunu bulmaktaydı çünkü kimse ona inanmıyordu. İkincisi, onlar için çok iğrenç, çok kirli, çok şehvetliydi. Bu yüzden her zaman bunu duyurmanın yollarını bulmak zorundaydık. 

Miami'de daima göz ardı edilmişiz gibi geliyor çünkü böyle sayılmaya alışığız. Korsan radyo, bağımsız şirketler -- bu bağımsızlık, farklı manevralar yapmamıza ve yön bulmamıza olanak tanıyor, böylece büyük bir organizasyon ya da şirket tarafından önümüz tıkanmıyor.

Freestyle olayına 15, 16 yaşında başladım. Miami'de bir sürü farklı okula gittim. Pek çok farklı mahallede, iyi mahallelerde, kötü mahallelerde, daha kötü mahallelerde yaşadım. Ve Miami'nin kozmopolit bir yer olması, farklı tür ve kültürlerle ilgilenmemi sağladı. Yani sana İngilizce ve İspanyolca bir şeyler söyleyebilir, onlara yerel ağzı ekler, hattâ biraz da Creole katarım. 

Bir öğretmen hayatımı değiştirdi. Adı Hope Martinez ve bana DMX'in klip çekimi için davetiye verdi. Orada Ruff Ryders ekibinden Drag-On isimli biriyle kapıştım. Sekiz tur sürdü. Ben işimi yaptım, Irv Gotti beni kenara çekti ve sordu: "Baksana, müzik yazar mısın?" Hayır, dedim, sadece freestyle. Şöyle dedi: "Evet, freestyle güzeldir ama para getirmez." 

Kardeşlerim, Eric B. & Rakim, Pete Rock & CL Smooth, Black Moon gibi isimleri çok fazla dinlerdi -- hip-hop'la yakın ilişkileri vardı. Ama asıl ilgim, Nas'in 'Illmatic'ini duyduğum zaman uyandı: "Got my first piece of ass, smokin’ blunts with hash/Now it’s all about cash in abundance." Bilirsiniz, bunlar bir bağ kurabileceğiniz sözler, mahallemde yaşanan şeyler.   

B.I.G. harika bir hikaye anlatıcısıydı. Pac bir devrimciydi, Snoop daha önce hiç duymadığımız bir flow'a sahipti ve Jay-Z o dönemin en üst düzey iş adamı/girişimcisiydi ve ben birçok girişimcinin etrafında büyüdüm. Yeni başladıkları işler vardı. Yatırımcı arıyorlardı. Ellerinde farklı bir ürün vardı. Buna kokain deniyordu.

Latinler, graffiti ve break-dans günlerinden beri her zaman hip-hop ile ilgilenmişlerdir. Mellow Man Ace vardı, Kid Frost vardı. Hattâ, Interscope Records'ı gerçekten uçuran Gerardo'muz vardı. Hem Meksika'nın, hem Küba'nın temsil edildiği bir Cypress Hill'imiz vardı. Fat Joe vardı, sonra Big Pun vardı. Pun muhtemelen hip-hop tarihindeki en iyi rapçilerden biriydi. Kendisini kanıtlamak için zamanı olmadı.  

Merengue ve salsa ile büyüdüğümü hesaba katın. Sonra dancehall reggie ve reggaeton var, tüm bunları rap ile beraber bir kabın içine atıyorsunuz. Sınırların ötesinde düşünmekten hiç çekinmedim. İnsanlar güvenilirliklerini zedeleyebileceği için böyle şeylere yanaşmıyor. Ben de diyorum ki, güvenilirliğiniz konusunda endişeleniyorsanız, en başta hiçbir zaman güvenilir olmamışsınızdır.

Beni gerçekten kenara çeken kişi, 2002 gibi olmalı, Lil Jon'du. "İspanyolcada daha fazla rap yapmalısın. Nasıl değiştirdiğini görüyorum. İki dil arası nasıl geçiş yaptığını görüyorum ama İspanyolcada daha fazla rap yapman gerekiyor." Yani bunu gerçekten gören ve burada bir damar olacağını söyleyen oydu. Ve tabii ki bu damar, hip-hop, crunk ve reggaeton'un ortasında patladı. Ben de oradaydım. 




Project Pat

Memphis, 1972


En eski anım, LL COOL J ve bazı New York'lu rapçiler. Ve elbette  N.W.A ve ICE CUBE. Ama Scarface ve Geto Boys, abi. Face başkaydı. Ne söylediğini gözümde canlandırabiliyordum. Kimsenin Güney'de yaşamak üstüne bir hikaye anlattığını duymamıştım. Bir cümlede, evlerde nasıl uyuşturucu satıldığından bahsediyordu ve ben bunu Memphis'te görmüştüm.

DJ Squeeky ile büyüdüm -- kulübü sallardı. 8Ball &MJG dinlerdim. Ve Cash Money'den çıkan her şey. Onlar bizim adamlarımız, olayı büyütmeden önce de onları dinlerdik. Paul ve Juicy, patlamadan önce onların peşindeydiler.  

İlk mixtape'imi yaptığımda bir soygun suçlamasıyla uğraşıyordum. Bana 30 yıl vermeye çalışıyorlardı, o yüzden rap işinde bir gelecek görmüyordum. Ama erkek kardeşim ve ben her zaman bir kafiye yapabiliriz. Sokaklarda bir sürü pezevengin yanında büyüdüm. Onlara kullandıkları kelimeleri sorardım. Bunları aklıma kazır ve şarkılarımda kullanırdım. Pezevenkler en büyük ilham kaynağımdı.   

Eskiden New York'ta, oralardan olmayan rapçiler kabul edilmezdi. Yani Funkmaster Flex şarkım hakkında bir şeyler söylediğinde, başardığımı biliyordum. Bir keresinde New York'taydım ve bu, 'Sippin' on Some Syrup'un patladığı zamandı. Three 6 Mafia o albümden iki milyon adet satmıştı. Flex, 'Sippin' on Some Syrup'u övdü. Sonra dönüp 'Chickenhead'i çaldı ve onun hakkında da bir şeyler söyledi. İnanamamıştım. 

Sonra 2010'da New York'ta bir konser verdim ve tüm ASAP Rocky ekibi oradaydı. Buna inanamadım. Sahneye son çıkacak kişi bendim ve tüm biletler satılmıştı. Ve Cardi B, o 'Bickenhead' şarkısını yaptığında, Tanrı'nın bir lütfuydu. Bizden sonra gelen tüm farklı sanatçıları seviyoruz -- bizi hayatta tutuyorlar.  





Q-Tip (A Tribe Called Quest)

Queens, 1970


Kız kardeşim, Sweet Tee'nin en iyi arkadaşıydı -- 'It's My Beat' şarkısını yapmıştı. Ben çok küçükken plaklar hakkında konuştuklarını hatırlıyorum: Treacherous Three'nin şu şarkısını duydun mu? Bense onların süper kahraman falan olduğunu düşünüyorum. 

Linden Bulvarı'nda, evimin hemen yukarısında bir plakçı vardı -- adını unuttum. Oraya parasız şekilde, sadece plakları görmeye ve onlar hakkında soru sormaya giderdim. Ve benim için çalarlardı. Yeni ortaya çıkmaya başlayan yüzlerce 12 inçlik vardı. O zamanlar hâlâ disko kültüründen geliyordu -- 'Rapper's Delight,' Fatback Band, 'King Tim III (Personality Rock),' Ronnie Gee, 'Raptivity.'   

'Rapper's Delight'ı duyduk ve hiç unutmam, Phife şöyle dedi: Biz de yapabiliriz! Şarkının yeniliği ufkumuzu genişletti, ilham ve umut verdi. 

Treacherous Three'ye, Grandmaster Flash and the Furious Five'a, Fearless Four'a bakıyorsunuz, herkesin bir grubu var. Yani tüm vokalistler vokalleri paylaşıyor. Ve eğer bu konuyu biraz daha merak edersen, eski doo-wop street-corner harmony'ye dek gidiyor. RUN-DMC bu yöntemi iki kişiyle uyguladı ve dünya çapında sergiledi. Ve tabii ki onlar gibi olmak istedik. 

LL Cool J, KOOL MOE DEE, T La Rock ve Treacherous Three'den L.A. Sunshine'ın büyük hayranıydım. Bu adamların hepsinin kelime dağarcığı biraz daha geniş. Rick çok büyüktü -- sound'u, tonu, sesi ve özgüveni, anlıyor musun?

Açıkçası, Jungle Brothers, De La Soul ve tüm Native Tongues ile birlikte insanları biraz daha düşündürmek istedik. Ve az önce adı geçen tüm ikonik figürler, bizi tramplenden gülle atabileceğimizi bildiğimiz bir noktaya getirdi. Ama daha da ileriye gitmek, Earth, Wind & Fire ve Parliament-Funkadelic gibi olmak istediğimizi hatırlıyorum. Bunu gerçekten denemek ve o bayrağın dalgalanmasını sağlamak gibi.

Bizim olayımız ikisini, müziği ve sözlerin içeriğini birleştirmekti. Ve birlikte çalıştığımız kişiler arasında bile fark yaratmak. Ve etrafımıza bakınca, aynı şeyi yapan N.W.A. var. Dre'nin yaptığı müzik, konuya mükemmel bir şekilde uyuyordu. Tazeydi, daha yeniydi ve müziği duygusallaştırabilmek heyecan vericiydi. 

Dre ve ben sürekli konuşuruz. O benim kardeşim. Müzikal açıdan kafalarımız çok uyuşur. Tabii ki LL de. De La elemanlarıyla hâlâ konuşuyorum elbette. Latifah'yı orada burada yakalıyorum. Büyük bir kısmımız hâlâ devam ediyor. Lauryn'le hâlâ konuşuyorum. Her zaman saatlerce konuşmuyoruz belki ama yine de devam ediyoruz. Yıllar önce Snoop'la konuştuğumuzu hatırlıyorum, şöyle demişti: "'Back in the days in the boulevard' şarkısını yaptığınızda ben ve Warren size rap yapardık."

Sanırım 1991'di, GETO BOYS ile beraber bir tura çıktık. Onlardan önce çıkacaktık -- orada epey meşhurlardı. Muhtemelen en alakasız iki grup, değil mi? Ama çok eğlendik ya. Onların büyük hayranıydık; biz onlar gibi rap yaptık, onlar da bizim gibi rap yaparak cevap verdiler. İnanılmazdı. Çok erken dönemde DJ Quik ve KRS ile Compton'da bir konser verdiğimizi ve tüm Bloods üyelerini gördüğümüzü, 'El Segundo' ve 'Bonita'da nasıl eğlendiklerini hatırlıyorum, müzik böyle birleştirici bir şey işte. 

O zaman bu kadar fazla isim ya da grup olmadığı için, piyasaya girdiğinde iyi olmak zorundaydın. İyi olmak ortalamaydı. Bence o zamanlar herkesin devam etmek için mücadele içinde olması, hepimiz arasında empati yaratan bir unsurdu. Böylece birbirimizi gördüğümüzde, nasıl başardığımıza dair korkunç hikayeler anlatabildik. "Siz de mi? Houston'da bile? Cali'de? Miami'de dahi?"

Bunu yaparken kendi gezegeninizde hissediyorsunuz, değil mi? Ama sonra insanlar konuyu araştırdığında ve başka insanların bizim yaptıklarımızdan ilham aldıklarını görmeye başladığınızda, bir şeylerin peşinde olduğumuzu anlamamızı sağladı ve eğer bu mantıklıysa, dünyayı biraz daha az korkutucu hale getirdi. 

Bir Digable Planets veya Arrested Development, bir Pharcyde veya Souls of Mischief ya da the Roots gördüğünüzde, kişisel olarak benim için harika bir tevazu ve minnettarlık ânı. Badu'ya, Fugees'e gidebilirsin. Ve tarzın büyük yayıcısı, ona kendi güzel niteliklerini bahşeden Dilla.

Benim çok gurur duyduğum bir şey bu, tüm bu gençlerin devam ettiğini ve dürüstçe bizim yaptığımızdan daha iyisini yaptıklarını, bizim için daha fazla iz bıraktıklarını görebiliyorum. "Hadi, devam edelim."





Roc Marciano

Hempstead, New York; 1975


Break-dans yapardık -- küçük kartonumuzu yere sererdik, büyük hoparlörlerden RUN-DMC çalıyordu: “Peter Piper picked peppers.” Parkta yürüyen bir çocuk olarak, hoparlörden bunları duyduğumu hatırlıyorum. Kulağa yabancı geliyordu, hayatımızda hiç duymadığımız bir şey.  

Nasıl giyindiklerine baktığınızda --deri ceketler, Adidas'lar ve süet Puma'lar-- bununla gerçekten özdeşleşiyorsunuz, çünkü elemanların mahallede ne giydiğini görüyorsunuz. Ondan önce, şov dünyasındaki kişileri takım elbise içinde beklerdiniz -- biraz daha kostüm gibi.  

Sahip olduğum ilk albüm bir Noel hediyesiydi ve 'Follow the Leader' idi. Rakim'in yeni videosunun çıkacağını söyledikleri için, okuldan eve mümkün olan en kısa mesafeden koşarak gittim. 'Let the Rhythm Hit 'Em'in videosu, adam Rolls-Royce'ta oturuyor, film gibiydi valla. 

Rakim, hip-hop'ı, katılabileceğimi hissettiğim bir şekilde sundu. Şovmence bir şekilde sunmuyordu. Daha havalı ve rahattı. Zekasını sergileyen iç sesiyle kafiye yaptığı söylenebilir. Bir MC olabileceğimi hissettim.     

Şarkı yapmayı düşünmüyordum. O zamanlar daha çok cypher, kapışma ve kimin en iyi kafiyeyi söylediği gibi şeylerdi. O yaşta, şarkı yapacak beat'iniz bile olmuyor. 

BUSTA'nın küçük kardeşiyle aynı okula gittim. Şehirde kafiye yapmakla ünlüydüm. Yani BUSTA kendi şirketini geliştirmeye başladığında, Flipmode'u başlattığında, yardım eli uzatmıştı.

Busta'nın yanındayken, eğlence sektöründe başarılı olmanın ne denli zor olduğunu öğrendim. Adam tam bir cyborg gibi. Uyku nedir bilmez. Her gün çalışır, her gece stüdyoda, düşünsene? Ne zaman bu adam ünlü ve zengin olmayı kutlayacak diye düşünüyordum. Başarı bir varış noktası değil, sürekli bir yolculuktur.  

İnternet her şeyi değiştirdi. İnsanlar müziklerini paylaşıyor ve muhtemelen bir noktada yapacağınız gibi bazı şeyleri bastıramazsınız. Bilirsin, sadece sevdiğin bir kişinin, onun hoşuna giden bir şeyi paylaşması yeterli, ve sonra tamam, anladın? 

İnternetin işin içine daha çok girmesinden sonraki geçiş bana gerçekten fayda sağladı, çünkü o sıralarda Flipmode ile olan durumdan sonra büyük bir şirketle anlaşma imzalayamadım. Artık bir aracıya ihtiyacımız yoktu. Sadece müziğimizi yükleyebilir ve hayranların ne ile dans edeceklerine karar vermelerine izin verebiliriz. 

Sadece ben değil -- birçoğumuzun kahraman olmasına yardımı dokundu. Adamım Brunson, Ka, Westside and Griselda, Hommy, Currensy -- çoğunun faaliyete geçmesinde etkili olduğumu söyleyebilirim. Karşılıklı saygı bu. LIL B mesela, anladın? O kesinlikle bağlantı kurduğum ve muhtemelen insanların büyük bir hayranı olmamı beklemeyecekleri biri. Korkusuz olmasını seviyorum. 

Young Thug da öyle. Thug piyasaya çıktığında, bir dahi olduğunu söylemiştim. Sanki James Brown 3000! Ne dediğini bilmiyorum, ama kulağa funky geldiğini biliyorum. 

Var ya, hayatımın büyük bölümü New York'ta geçti ve MF Doom'u bir kez dahi radyoda duymadım. Ve o bir efsane. Bağlantının kesildiğini görmek mümkün. Doom bu bağımsız kalarak ilerleme çabasını hepimizden önce veriyordu. 

Long Island'dan çıkan sanatçıların, bir dereceye kadar hafife alındıklarını söyleyebilirim. Rakim, EPMD, De La Soul, MF Doom, ben -- Long Island'dan az adam çıkmamış, anladın? Ve Prodigy, Long Island'dan. Dile getirilmediğini söylemek doğru olmaz diye hissediyorum. Ama Brooklyn veya Queens'te doğsaydık, işimiz kesinlikle daha kolay olurdu. 




Roxanne Shante

Queens, 1970


Nipsey Russell her zaman, her şey hakkında kelimeleri kafiyeli hale getirme yeteneğine sahip bir komedyendi. Onu ilk kez 'Hollywood Squares'te mi ne gördüm ve programa başladığı andan ayrılana dek öyle devam etti. "Evet, bunu yapabilirim," dedim.

Yataktan kalktığım andan, dişlerimi fırçaladığım âna, mutfakta bulaşıkları âna kadar tüm gün boyunca bunu denediğimi hatırlıyorum ve günün sonunda iyice aklıma kazımıştım. Sanırım Roxanne Shante böyle başladı. 

Ben, Queensbridge Toplu Konutları'nda --dünyanın en büyük toplu konut projesi-- parklardaki, mahalle DJ'lerinin ekipmanlarını ve hoparlörlerini çıkardığı park jam'lerinde büyüdüm. Şu cümleyi ilk kez orada duymuştum: "Bertha da orada olacak!" Bu yüzden, partiyi düzenleyen kişinin bir kadın olduğunu sanıyordum. Daha sonra Bertha'nın aslında bir hoparlör olduğunu öğrendim. 

Queensbridge'te bir park jam'ine gittiğinizde, bu sizin içinizde olan bir şeydi. Gençken bir karate filmini izleyip sinemadan çıkmak gibi, birdenbire her şeyi tekmelemek, bir şeyleri doğramak istiyorsunuz. Bunu yapabilmeniz gerektiğini hissediyorsunuz. 

Konutlardaki koridor akustiği de biraz onu yansıtıyor. Nedense toplu konutlarda duvara vurduğunuzda, bir merdiven korkuluğuna vurduğunuzda, hattâ asansöre vurduğunuzda ses gerçekten iyi geliyor. Sadece kafiye yapardık, buna Nipsey Russell sendromu diyorum, çünkü bazen duramıyorsun.  

Hip-hop başladığında ben 3 yaşındaydım. Bronx'taki MC'leri görme şansım olmadı. Benim için her şey Queens'ti. Bronx'a filan gitmedik. Bence her ilçenin kendine özgü bir hip-hop kökeni var.

Ben bir kapışma rapçisi olarak başladım. 15 yaşına geldiğimde artık MC yarışmalarına girmeme izin vermiyorlardı: "Diş teli olan küçük kız mı o? Hayır, giremez." Aslında evimiz için bir gelir kaynağı haline geldi. El ilanları bulurduk. "Evet, gidip şu parayı alalım." Benim gibi başka kadın yoktu, çünkü erkek ya da kadın, kim gelirse gelsin savaşmaya hazırdım. 

Bu yüzden ilk kaydım bir kapışma kaydı ve aynı zamanda UTFO'nun 'Roxanne Roxanne'ine bir cevap kaydı oldu. Toplu konutlar boyunca herkes bunu çalıyordu ve beat'e bayılmıştım çünkü elinizle duvarda yapabileceğiniz kolay bir ritm: Boom, boom, boom-boom. 

'Roxanne's Revenge' için konuşacak olursam, aslında bir şarkı kaydetmeye çalışmıyordum. Çamaşır yıkamaya gidiyordum ve tesadüfen çamaşırhanenin üst katında oturan hip-hop yapımcısı Marley Marl şöyle dedi: "Bak şimdi, evime gelmen gerekiyor. Kafiye yapabildiğini duydum. Uzun sürmeyecek."

Ben de, "Haklısın, çok uzun sürmeyecek. O yüzden izin ver de, elimdekileri çamaşırhaneye bırakayım," dedim. Evine gittiğimde 'Roxanne Roxanne'in enstrümantalini çaldı, ben de Nipsey Russell sendromunu kullanarak üstüne freestyle yaptım. Bitirdim, aşağıya indim ve çamaşırı yıkadım. Hiçbir zaman şarkı kaydetmek ya da hip-hop kariyeri yapmak istemedim. Bunların hiçbirini yapmak istemedim.

Sadece Roxanne Shante için yapılmış 86'dan fazla yanıt kaydı vardı ve bir daha asla böyle bir şey olmayacak. O dönemde, özellikle Roxanne Savaşları sırasında ve sonrasında sesimi duyurmamın kesin yollarından biri, Roxanne Shante hakkında bir şarkı kaydetmekti, çünkü o kişiye cevap verecekti. Herkesle kapışacaktı.

Bir çift western stili Sergio Valente kot pantolon almam gerekiyordu çünkü Marley Marl o fabrikada çalışıyordu. Toplu konutlarda büyürken, bir kot pantolon için her şeyi yaparsın. Bu adil bir değiş-tokuş gibi göründü ama Sergios'u hiç almadım. Bunu söylemem gerek: Harika bir kariyerim oldu ama o kotu asla alamadım. 





Rza (Wu-Tang Clan)

Staten Island, 1969


1976 yazı: Kuzey Carolina'dan yeni dönmüş genç bir çocuk, Staten Island sokaklarında. Yerel bir DJ tarafından verilen bir sokak partisi vardı, sanırım DJ Quincy'ydi. DJ sokak lambalarının elektriğini çekmiş, sistemi çalıştırmış ve müziğini çalıyordu. Ve orada olmaması gereken bir çocuk olarak --yatma saati gelmişti-- oradaydım. Müzik, pikapta plağı ileri-geri döndürmesi, mikrofondaki adam sözleri okuyor, DJ Punch. Hemen aşık oldum. 7 yaşında olmalıyım. 

Şu sözleri söylediğini hatırlıyorum: "Dip, dip, dive/so socialized/you clean out your ears and you open your eyes." Bu sözlere baktığınız zaman, gerçekten çok mantıklı geliyor. 

Hayatımı değiştiren bir yıldı benim için. O yaz New York'ta kaldım ve sonra Güney'e geri döndük. 1977'de New York'a geri dönmek zorunda kaldım ve o zamandan beri burada sıkışıp kaldım.

O zamanlar Staten Island'da yaşayan kuzenim GZA'nın Queens ve Bronx'ta kuzenleri vardı. Bronx'taki Soundview Toplu Konutları, hip-hop'ın kurucu mekanlarından biridir. Benden birkaç yaş büyük olduğu için GZA beni Bronx'a götürürdü ve MC'leri orada duyardım. Tarzımızın Bronx'a kadar uzandığını söyleyebiliriz çünkü bize en çok ilham veren, Soundview Konutları oldu. Ve elbette Jamaica, Queens

11 yaşında neredeyse yetişkinsinizdir, özellikle de yoksulsanız. L Treniyle Park Hill, Staten Island'dan, Bushwick'teki Wilson durağına gitmekten bahsediyorum ve bunu her sabah yaptım. New York hayatı işte. 

GZA zaten bir MC idi. O ne derse onu okur, kopyalardım. 9 yaşında ilk kez kendi sözlerimi yazdım. Okulda oturup bütün gün sadece şarkı sözü yazardım. Bendeki böyle bir beyindi.

Sugarhill Gang radyoya çıkmadan önce elimizde sadece kasetler vardı. COLD CRUSH, Fantastic Freaks'e karşı; Cold Crush, Force MC's'e karşı; Busy Bee, Kool Moe Dee'ye karşı. Bu kasetler, Harlem World kasetleri, mahallelerde dolaşan Bronx kasetleri, bunlar bizim öğretmenlerimizdi. 

Ama onları radyoda duyunca, bir gün sesimin orada duyulacağına inandım. Ben, O.D.B. ve GZA bu işin peşinden gittik. Yeteneğimizi göstermek için bulabildiğimiz her fırsatta New York'u baştan başa gezerdik.

Kötü anlaşmalarımız vardı. İlk sözleşmeyi iyi ki imzalamamışım. GZA ve Ol' Dirty imzaladı -- 15, 16 yaşında falandık ve işe yaramadı. İlk sözleşmem elbette Tommy Boy ile oldu ve bu da olmadı. Şirket tarafından yalnız bırakılmış hissettim. Anladım ki, kendi işini kendin göreceksin. 

Önce kendi şirketimi, Wu-Tang Productions'ı kurdum, sonra da araba bagajlarında albüm satmaya başladım. Sonra Loud bizden haberdar olup anlaşma teklif ettiğinde, şöyle dedim: "Hayır. Bu ekibin her üyesini tek bir yere bağlayamam. Bu ekip büyük ve kanatlarımızı açmalıyız. Yeteneğimizi alıp sektöre yaymalıyız." Tüm bu enerjinin tek bir musluktan çıkmasının imkansız olacağını hissettim. "Hayır, daha fazla tıkaca ihtiyacım var." 

Hip-hop'ın, köklerini kaybettiğini düşünüyordum.  

Ve ben, GZA, Ol' Dirty, Method Man ve Ghost'un püristler olduğumuzu biliyordum. Planım sektöre sızmaktı. Kültürün saflığı 90'larda zaten zarar görüyordu ve arenaya girmemiz gerektiğini hissettim ama onu 36 odaya yaymamız gerektiğini hissettim. Odalarımızın her yerde olmasını istiyorduk. 

Bizden önceki 60'lar ve 70'leri düşününce, Elijah Muhammad'in ülke çapında farklı mabetler yaptığını görürsünüz. Ya da Marcus Garvey bize Siyah erkekler ve kadınlar olarak ayağa kalkıp asil olmamız ve bayraklarımızı dikmemiz, hayatımızı tasarlamamız gerektiği fikrini veriyor. Bunlar bir girişimci ve bir sanatçı olarak kafamın bir köşesindeydi. 

Sektöre girmeden önce Eric B. & Rakim, KRS-One, Run-DMC, Big Daddy Kane, LL Cool J'in söyledikleriyle bir bağ kurabiliyorduk -- 1985 ve 1988 yılları arasında hip-hop'ta güçlü, ilham verici ve hâlâ saf bir dönem vardı. Ve sonra 89, 90, 91'de seyrelmeye başladı. 

Sonra biz gelince, o saflığı geri getirdiğimizi hissettik, akranlarımız da aynı şekilde: Biggie Smalls, Nas, Mobb Deep, Busta Rhymes, Outkast. İlk konserlerimize Outkast ile beraber Chicago'da çıkmıştık. Ice Cube muhtemelen headliner'dı ve biz de ilk çıkan gruptuk. Ve listelere tam olarak ulaşmayan, yeraltından birkaç akran: Brand Nubian, elbette, De La Soul, Duck Down

Hip-hop bir spordur. Wu-Tang elbette, dokuz bencil MC'den oluştuğu için, karşımızdakiler bizim akranlarımız olmasına rağmen en iyisi olduğumuzu hissettik. Wu-Tang'i kimsenin yenemeyeceğini hissettik. Wu-Tang ruhu budur. 

97 yazında country ve rock sanatçılarını geçerek listelerde bir numaraya ulaştığımızda, "Vay be, başardık," dedik. Güzel olan tarafı, poplaşmadan bu işi başarmamızdı. Öyle Top 40'a girmiş falan değildik yani. Bu sadece kültürün kendisiydi, yürüdüğümüz yoldu. 




Scarface (Geto Boys)

Houston, 1970


Sanırım en eski anılarım, 1979'da Sugarhill Gang'in 'Rapper's Delight' şarkısını ve ardından Soul Sonic Force'un 'Planet Rock' şarkısını duymaktı. Kurtis Blow'un 'Way Out West' adlı bir şarkısı olduğunu hatırlıyorum -- "Way out West from way back East/Coming from the place you’d expect the least/There came a stranger dressed in black/from a Harlem town a long way back/Had a Stetson hat with a band of gold." Bugün hâlâ hatırlıyorum. Kurtis Blow'un hip-hop üstünde böyle bir etkisi vardı işte.

Çok genç yaşlarda New York'a gitmeye başladım ve radyoda WBLS dinleyerek hip-hop'ın gerçek unsurlarını duymaya ve görmeye başladım. Şehir dışındaki kuzenim bana kasetler gönderirdi, bu yüzden her zaman yeni şarkıları erkenden duyma fırsatım olurdu.  

Houston'da 90.9 frekansında 'Kidz Jamm' isimli bir hip-hop programı vardı. Orada Darryl Scott adında yerel bir DJ de vardı. Hip-hop'a tam olarak böyle giriş yaptım. Duyduğum ilk yerel sanatçı Captain Jack'ti. Bir DJ'di ve 'Jack It Up' isimli bir şarkısı vardı. 

Ben önceleri DJ'dim. Asıl ilham kaynağım Jam Master Jay'di, DJ'lerin en iyisi. Sonra rap yapabilen bir DJ geliyordu: Whodini'den Grandmaster Dee, değil mi? Rap de yapabiliyordum, o yüzden Grandmaster Dee ile kapışmak zorunda kalırsam onu alt edeceğimi biliyordum. DJ'lik kariyerime böyle hazırlandım işte: Grandmaster Dee ile kapışarak.

Eric B. & Rakim'in 'Eric B. Is President'ini ve Beastie Boys'un 'Hold It Now, Hit It' şarkılarını kesmeyi severdim. Ben daha çok, plağı geri çekip sonra devam ettiren tarz DJ'dim -- daha sonra nasıl dönüşeceğimi öğrenmeye başladım. Ama zaman geçtikçe daha çok kafiye yazmaya ve üretmeye yöneldim. 

Geto Boys ilk zamanlarında 'Car Freak' isimli bir şarkı yapmıştı ve ben, ünlü olduklarını düşünüyordum, anladın? Fakat Jukebox, Ready Red, Bushwick Bill ve Willie D ile bir araya gelene dek müzik sektörünün gerçeklerini bilmiyordum. Prince Johnny D gruptan ayrılmıştı ve Jukebox da ayrıldığında sadece ben, Will ve Bill kalmıştık. 'Grip It! On That Other Level'ı yaptığımız zamandı bu. Bütün sözleri Ben ve Willie yazdık, Bill için de yazmıştık. 

İnsanlara hep Ice Cube, Chuck D ve Big Daddy Kane'in bir karışımı olduğumu söylüyorum. CUBE gibi hikaye anlatabilmeyi isterdim. Kane gibi lirikal olmayı isterdim. Ve Chuck gibi, karşısındakine lafı koyan biri olmak istedim. Nas ve Jay-Z'ye ne kadar saygı duysam da, eğer kafiye oluşturmadaki o önceki yoğunluk seviyesi olmasaydı, ben bu adam olmazdım. 

LL Cool J, annemle Yeni Müzik Semineri sırasında telefonda konuştuğu için minnettarım. Bu, 'Mind Playing Tricks On Me'den birkaç ay önceydi, rap yapmaya ilk başladığım zamanlar. Geto Boys ilk kez New York'ta konser verme fırsatını bulmuştu, 90 yılı falan olmalı. LL ile ne konuştular bilmiyorum ama annemle ankesörlü telefondaydım ve çok mutluydum. Ve Geto Boys yuhalandı!

Sanırım bizi yuhalayan bazı sanatçılar vardı. Diğer grup üyelerinden bazıları bunun muhtemelen A Tribe Called Quest olduğunu düşünüyor. Yok, şaka yapıyorum, çünkü ben ve Q-TIP iyi anlaşırız. New York'taydı bu, tanıştığımız yerde. Ve beraber turladık tabii.   

Q-Tip ile harika bir arkadaşlık kurduk. Sizi arar ve şöyle der: "Dostum, seni sevdiğimi söylemek için aramıştım..." Pekala, ben de seni seviyorum Tip. Bu çok farklı bir uyum.

Bu manik depresif zihniyetle doğmuş ve ruhsal bozukluğa sahip biri olarak, müzik aracılığıyla bir çıkış yolu buldum. Başarılı olduğumu gördünüz. Başarısız olduğumu gördünüz. Hip-hop'ın beni kurtardığını biliyorum. Ama aynı zamanda iyi bir baba, iyi bir eş, iyi bir evlat, iyi bir amca olmamı da elimden aldı. Müzik beni olmam gereken şeyden alıkoydu ama yine de, eğer mantıklıysa, olabileceğim her şey oldum bu sayede.  




Slug
 (Atmosphere)

Minneapolis, 1972


'Rapper's Delight'tan haberdar olduğumda, babamın müziğiydi o. Arabasında, Earth, Wind & Fire ile birlikte o da çalıyordu. Bana biraz 'Susam Sokağı'nı hatırlattığını anımsıyorum. RUN-DMC çıkana dek bunun, babamın müziği olmadığını düşünüyordum. Belki de o bunu sevmiyordu? Ve bu beni harekete geçirip, "Bunu sevmiyor musun?" dedirtti. Bayıldım. 

Melle Mel'i ölesiye seviyorum. Muhtemelen ilk favori rapçim. Ama benim için yaşlı bir adamdı. Run-DMC üyeleri de benden büyük olmalarına karşın, o duygu yoktu. Bana doğru bağıran ergenler gibilerdi. Onların sayesinde plak almaya başladım. Beni Güney Minneapolis'te 11 yaşında tam zamanlı bir avukat olmaya zorladılar.

Tüm harika albümlerin çıktığı, altın yıl olan 88'de bir sandık dolusu iyi plağım vardı. Nasıl miks yapılacağını biliyordum, bu yüzden okuldakiler için karışık kasetler yapıyordum. Yine 88'de yetenek yarışmalarında rap yapmaya başladım ama rapçi olmak istediğimden değil. Sadece gözler daha çok üzerimdeydi. Bir break-dansçı olabilirdim. Senin için yedek dansçı olurdum.  

DJ'i olmamı isteyen, benden büyük, Spawn adında bir rapçi vardı. Bir ara bana şöyle dedi: "Sen hâlâ rap yapıyor musun? Neden sadece DJ olmak yerine benimle bir şarkı yapmıyorsun?" Onunla rap yaptığım ilk şarkı, Das EFX stilindeydi. Prodüksiyonu Beatnuts'tan çok etkilenerek yaptı. Ben de ikilemeli bir şeyler söyledim. Henüz sesimi bulamamıştım. Hâlâ ikilemelerin etkisi altındaydım, Sadat X gibi yüksek sesli söyleyebilirim, ICE CUBE gibi doğrudan yazmayı bilirim. Sevdiğim tüm bu kişilere kendi yorumumu getirebilirim. Sonradan tanınmaya başladığım şeyden çok uzaktı ama.

Ben ve Spawn, kapışmalara giderdik. Ben biraz daha gençtim. Daha alıngandım. O zamanlar beni hedef olarak görürlerdi. Kazanmak umrumda olmazdı ki bu en tehlikeli kapışma türüdür, çünkü feci kaba, sert veya aşağılayıcı [küfür] söylerdim ve kafiyeli olup olmamasını umursamazdım bile. Yani aynı zamanda rakipler de yaratıyordum ve bu da, en az seyirciden gelen onay kadar bana bunu yapmam gerektiğini pekiştiren bir rol oynuyordu.

O zamanlar perakende işinde çalışıyordum. Ve böylece, şehirde epey bir kişiyle bağlantı kurdum. Rawkus'a bakıyordum, işin arkasında hiç lafını etmedikleri bir para vardı. L.A.'i ve Freestyle Felllowship'in yaptıklarını, oradaki ortamı gördük, hepsi muhteşem sanatçılar, çok fazla ilgi gördüklerini biliyorlar. Sevilen ama yeteri kadar ticari başarı kazanmayan kişiler. 

Tüm bunlara bakıp, gerçek bağımsızlığın ne olduğunu bilmediklerini düşündüm. Burada, kimsenin bakmadığı Minneapolis'teyiz. Bizden daha bağımsız olan tek şey, Des Moines'daki bir rapçidir. Misal, önceki gece uyuduğum kıyafetlerle ertesi gün gelip 20 dakika rap yapmak için Dallas'ta senin kanepende uyurdum. Gerçekten [küfür] değildi. 

Bu bana kimsenin dinlemediği özgürlüğünü verdi, böylece Tommy Boy ile sözleşme imzalamış olsaydım, belki de alamayacağım riskleri alabilirdim. Tommy Boy dediğim için memnunum çünkü bu beni, almak istediğim risk türleri üzerinde büyük etkisi olan De La'ya getiriyor. 

Sanki her zaman şöyle düşünen insanlara yöneldim: Kasıtlı olarak nasıl öne çıkabilirim? Kendimi nasıl, istediğim gibi ifade ederim ve yine de kulağa hoş gelir? 

Eskiden bir rap ekibi bir albüm çıkardığında, "Aman Tanrım, Good Puba çok iyi," falan derdi. Ben de, "Ne?" derdim. Hayır, Sadat X'ti o. Kool Keith ne anlatıyor? Ne hakkında konuştuğu umrumda değil -- dinleyin onu. Zev Love X, yazım stili. De La, yazım stilleri, özellikle Posdnuos, ama aynı zamanda Trugoy. A Tribe Called Quest'e bayılırım. Q-Tip'in tarzı hakkında sevdiğim şey, daha önce kimsenin söylemediği bir şekilde söylemenin yolunu bulmasıydı. 

Sonunda yapmaya başladığım duygusal hikaye anlatımının bir izleyici kitlesinden çok, ne tür bir hayat deneyimine sahip olmaya çalıştığımla ilgisi vardı. Charles Bukowski gibi insanların romantizminden yoğun bir şekilde etkilenmiştim. İçenler ve trajediler. Partilerden pek hoşlanmazdım ama mağaraları severdim. Bir-iki kişinin kendini kaybettiği, güneş doğana kadar konuşulan, sonra ertesi gün uyanıldığında nerede olduğunu hatırlamadığın yerleri sevdim. Uyanıp nerede olduğumu bilmemekten besleniyordum. Birkaç yıl bulanıktı ama çok etkiliydi çünkü aynı zamanda kariyerim de ilerlemeye başlıyordu. 

İnsanlar yazdığım [küfür] onaylıyordu ve bana rap yapmamla değil, şarkılar hakkında değil, kelimeler hakkında bir şeyler söylüyorlardı. Bütün bunlar egomu besliyor ve iyi hissettirdiği için buna dayandım. Ve çünkü, bilirsin, basitçe, çocukken yaşadığım travmaların üstesinden gelinmesi gerekiyordu. Bu benim kendi kendime ilaçla tedavimdi. En kolay boyanan renklerin daha koyu renkler olduğunu henüz bilmiyordum. 

Tesisatçı olsaydım da böyle olurdu. Pasaklı bir tesisatçı olurdum. 





Stic (Dead Prez)

Tallahassee, Florida; 1974


Benden sekiz yaş büyük olan abim, eve bazı plaklar getirmişti ve benim hiç duymadığım şeylerdi. Shadeville'deydik biz, Florida'nın taşrası. Bronx'ta değildik. Abim anlatıyordu: "Buna hip-hop denir. Bir DJ var, bir de rapçi var, MC yani." "Hip-hop yapacağız," diyordu. Ben 8, 9 yaşındaydım daha. Grubun adı Whistle'dı. 'Just Buggin.' Pekala. Hadi. Sonra da çalışmaya başladım işte. 

Bir deftere LL Cool J'in, KRS-One'ın, Big Daddy Kane'in kafiyelerini yazardım. O zaman teknik terimlerden habersizdim ama bunları nefes almaya dayalı olarak yapardım. "Tamam, burada nefes almalıyım." Sonra başka bir cümleye geçerdim. 

New York dışındaki yerlerden de müzikler dinledim. TOO SHORT'un üzerimde büyük etkisi vardı. Yazdığı cümlelerin hepsini hatırlamaya çalışırdım. 

Siyah Tarihi Ayı toplantısında rap yaptığım için okuldan atıldım. İsyana teşvik olduğunu söylediler. 

Küçük rapçi oğlan olarak biliniyordum ve dokuzuncu sınıftaki öğretmenim Bayan Green, okul sisteminde gördüğüm doğal bir afro saçı olan tek Siyah kadındı. Bir gün beni koridorda durdurdu ve şöyle dedi: "Bu okulun tüm tarihi boyunca, bu ırkçı kurumda, bir tek Siyahi tarih toplantısı bile yapılmadığını biliyor musun?"

"Sana bir fırsat vereceğim: Yeteneğinle bir şeyler yapabilirsin. Siyahların tarihi için bir rap yazarsan, bu okulun gördüğü ilk Siyah tarihi toplantısında sahne almana izin vereceğim." Ben de şöyle demiştim: "Rock mı yapacağım? Kesin yaparım..."

Beni kütüphaneye götürdü ve --hatırlıyorum çünkü öğle yemeğini es geçmiştim-- üç kitap aldı oradan. İlk sayfayı açtım ve Huey Newton'ı gördüm. "Bu kim ya?" dedim. Çünkü kuzenim Carlo'ya benziyordu.

Sonunda 'Olabildiğince Siyah' isimli bir şarkı yazdım. Şu sözlerle sorunları var gibi göründü: “I ain’t no Uncle Tom/To hell with Uncle Sam.” Ben bu cümleleri söyledikten sonra sesi kestiler, ışığı kapattılar. Sonra ortalık karıştı tabii.  





Styles P (The Lox)

Yonkers, New York; 1974


O dönem, 80'lerin sonu ve 90'lar, rapçilerin Marvel Universe'ü gibiydi -- aynı evren, farklı kahramanlar. Sahip olduğumuz şeyin büyümesine, gelişimine tanık oluyor gibiydik. 

Native Tongues'u her zaman harika buldum: De La Soul'dan A TRIBE CALLED QUEST'e, Queen Latifah'ya ve Black Sheep'e dek. İnsanların farklı olmak için bu kadar özgüvene sahip olması --özellikle de 80'lerde, 90'ların başında, oldukça zor geçen o dönemde-- her zaman harika bir şeydi. Bu, onların ne kadar harika olduğunu daha net gösteriyor, çünkü çoğu insan sadece revaçta olana meylediyor. Bence De La ve Tribe, özellikle mahallede uyuşturucu satmak istemeyen genç arkadaşlar için iyiydi, anladın? Sakin olabileceğimi ve şiddete bulaşmayacağımı bilmek. Bunun, yapılan işlere eklenmesi gereken önemli bir unsur olduğunu düşündüm. 

Bizim kulvarda Mobb Deep, M.O.P. ve Wu-Tang'e bakıyorduk, bu üçü hemen akla geliyor. Nas bizim nesle, neler olup bittiği ve gençlerin dışarıda neler yaşadığına dair yol gösterdi denebilir. Ona grandmaster'ların çocuğu diyebilirim. Kesinlikle Kane, Hool G Rap, KRS-One ve Rakim'in bir ürünüydü ama o sırada dışarıda olup bitenlere karışmıştı. Arabalar, zincirler ve güzel ekipmanlar alıyoruz ve bunların hepsini sokaklar sayesinde alıyoruz ama kafiyelerimizi de yazıyoruz. Bize Altın Çağ bebekleri demek hoşuma gidiyor. Bundan öncesi ve sonrası, o dönem kadar rekabetçi değildi bana kalırsa. 

Kool G ve Kane, 'The Symphony'de birlikteler ama Kane ve KRS'in birlikte söylediği bir şarkı yok, Kane ve Rakim'in de. 90'larda ise aynı şarkıda yer alır, farklı mahallelerden ve farklı yerlerden insanlarla işbirliği yapardınız. O dönemde kötü olamazdınız -- tanınamazdınız yoksa. Benden önce gelenlere asla saygısızlık etmem ama Rakim, Kane, Kool G Rap, KRS, EPMD, Jungle Brothers ortalıktayken piyasaya çıkan insanlar vardı ve bu kişiler kötü olmalarına karşın yine de tanındılar, saygı gördüler ve sevildiler. Mobb Deep, Wu, biz, Nas, Hov, Big, Rae, Ghost varken kötü bir verse söyleyemezdiniz, yoksa hemen etiketi yerdiniz. Tüm kariyerimiz bu rekabetle geçti. İnsanların bizi şarkılarına dahil etmeye korktuklarına kesinlikle inanıyorum. 

Ama albümleri aradan çıkaralım. Mixtape konusunda her zaman bir numara olmak istersiniz. Mixtape dönemindeki Lox hakkında bir şey bilmek istiyorsanız, her zaman bir numara olduğumuzu söylemek gerek. DJ Clue'nun performanslarına gittiğimizi, orada farklı sanatçıları gördüğümü ve, "Ah, kesinlikle en kötü albümü yapacağız," dediğimi hatırlıyorum. Mixtape yayınlandığında bir numara olmalıydı. Stretch Armstrong'un freestyle yaptığını hatırlıyorum, "Bu adamı bitirmeliyiz," demişlerdi. Stretch bu. Duyuluyor. 

Ve o dönemden sonra herkes arkadaş canlısı oldu. İnternet şöhreti, Instagram ve Twitter ve bunların hepsi, saçmalık. Ünlüler diğer ünlülerle birlikte iş yapmayı sever ama mikrofonda kimseyi gömmeye çalışmıyorlardı. Tüm dönemin suçlu olduğunu söyleyemem -- Cole sizi bitirmeye çalışacak, Kendrick sizi bitirmeye çalışacak. Ama bütünü temsil etmiyor bu. Birbirleriyle yanyana durmayı, fotoğraf çekinmeyi, iyi geçinmeyi, stüdyoya girmeyi, akılda kalıcı bir şarkı yapmayı tercih ediyorlar ama birbirlerini gerçekten gömmeye çalışmamayı tercih ediyorlar. Yani hip-hop'ta mümkün olabilecek en rekabetçi dönemden geldiğimiz için kendimi şanslı hissediyorum. 

Ben, Lox'tanım. Bir gruptaysanız, doğal bir rekabet duygusu ortaya çıkar. Grup için en iyisini istersiniz, ama kimse de ikinci planda kalmak istemez. Birisi sizi yesin istemezsiniz. Asla. Bir verse yazınca, kötü bir şey çıkmasını istemem. Asla. Her zaman en iyi verse'ü isterim. Eğer olmazsa, ben iyiyim ve rahatım, neyse o. Oyuncuların sahaya çıkması gibi. Evet, kendi takımındasın ve takımın kazanmasını istiyorsun ama kim, "Onun MVP'yi kazanmasını istiyorum," der. Hiç kimse. 




Too Short

Oakland, California; 1966


Dördüncü veya beşinci sınıfa kadar James Brown, Bootsy Collins, George Clinton, Parliament-Funkadelic'le filan ilgilenirdim. 'Rapper's Delight'tan önce, biraz hip-hop havası içeren ama bu ismi taşımayan pek çok şarkı vardı. Rap denmezdi onlara. Ama biraz daha büyüdükten sonra geri dönüp bakana ve çocukluğunuzun şarkılarını dinleyene dek bunun farkına bile varmıyorsunuz. James Brown konuşuyor ve bilirsin, breakdown'ın yaklaştığını söylüyor -- sizi heyecanlandırıyor. İşte orada. 

Bunun 70'lerdeki New York sokaklarıyla falan ilgili olup olmadığını bile bilmiyorum, ama disko ve funk plakları üzerinden sözler ve ahenkli cümleler söylendiğini biliyorum. Ama bilirsiniz, 'Rapper's Delight' patlayınca, hip-hop zehri kanıma girdi. O saatten sonra bu müzikten kopamayacaktım.

13 yaşındayım, 14 olacağım. Oturma odasında babamın çok güzel bir stereo sistemi var. 79 senesinden bahsediyorum, eğer odyofilseniz, ki o öyleydi, belli bir alanda oturup harika bir müzik deneyimi yaşamak için hoparlörünüzü kurmak isterdiniz. Okuldan gelmemin ardından, babam işten dönene kadar iki saatlik bir boşluk vardı. O iki saatlik aralıkta aleti bağırtırdım. 'Rapper's Delight' favorimdi ve o sıralarda çıkan başka bir şarkı vardı, Parliament-Funkadelic'ten '(Not Just) Knee Deep'. 'Rapper's Delight,' 12 inçlik plakta 15 dakika falan sürüyordu ve 'Knee Deep' de neredeyse aynıydı. O iki plağı arka arkaya çalardım -- bunları iki kere çalınca bir saat geçiyordu zaten, anladın? 

Müzik yapmak konusunda kendime bir kimlik seçmeden önce her şeyim George Clinton'a dayanıyordu. Parliament-Funkadelic ile ilgili herhangi bir alaka, müziğin nasıl olması gerektiği, davul ritminin nasıl gitmesi gerektiği, basın nasıl ilerlemesi gerektiği, breakdown'ın nasıl olması gerektiği konusunda ilham kaynağı oldu. Her zaman James Brown'a bakardım, bilirsin, New York'lular çoktan o sulara girmişlerdi. En iyi sample'ları alıyorlardı ve bu trene binmekte geç kalmıştınız. Fakat birçok kişi Parliament-Funkadelic'i tanımıyordu ve funk'a başka bir çehre kazandırmışlardı. 

Beni derinden etkileyen ilk rapçiler, Spoonie Gee ve Melle Mel'di. Spoonie Gee yağ gibi akıtırdı --o bir çapkındı, mikrofonu eline alan ilk değilse bile ilk çapkınlardan biriydi-- ve insanlarla iletişime girerek o günün hikayelerini anlatırdı. Benim favorimdi o. O şarkılar, partiler, arkadaşlarla takılmak ve böbürlenmek hakkındaydı -- ilk günler, Sugar Hill Records. Sonra birdenbire, şunu diyen biri çıkıyor: Şu kadınla tanıştım, benim yerime götürdüm ve onu [küfür]. Adamım ya. 

Ve Melle Mel, 'The Message,' New York yaşamını çok iyi yansıtan bir şarkıydı. 'The Message' çıktığında ben zaten rap yapıyordum ama yaptığım şeyin özü yoktu. Şehrim hakkında şarkılar yazmaya başlamam için beni motive etti. Ve bu, her şeyi değiştirdi.

Albümlerimde en son argo kelimeleri kullanıyorum. Mahalledeki popüler kişilerin isimlerini zikrediyorum. Güncel olaylardan bahsediyorum, gerçekten bizimle alakalı olan şeylerden. 1982, 83'ten bahsediyoruz. "Rap is hot, but we got our kid right here. Too Short, he’s ours." Oakland'ın tüm doğu yakası bizi biliyordu, çünkü sokaklarda kaset satıyorduk. Sokaklarda dolaşıp kaset satmaya başladığımızda, sadece torbacılara satış yapıyorduk. Torbacıların durduğu noktalardan oluşan bir rotamız vardı. 

Kafiye yazdığım bir sürü küçük defterim vardı ve annem bunları buldu. Ne okuduğunu bilmiyorum. Bana hiçbir şey demedi. Sadece uzun bir mektup yazdı: "Seni böyle büyütmedim. Umarım bunlara inanmıyorsundur. Neden bunu yapıyorsun?" Birini ağlatmak için gayet yeterliydi.  

James Brown'ın annesinin şöyle diyeceğini mi sanıyorsun: "Oğlum, şöyle dönüp durmayı kes." Ya da Little Richard'ın annesi? Bilmiyorum. Yeni jenerasyon. Ve benim kuşağım, 18 yaşındaki rapçilerin görünüşünü ve uyandırdığı hisleri anlamıyor. Gel gör ki, adamın videosu 300 milyon izlenmiş. Birileri beğeniyor işte. 





Trina

Miami, 1974


Queen Latifah, MC LYTE, Salt-N-Pepa'yı izleyerek başladım. Onları çok seviyordum. Kuzeyden geldikleri ve bol giyindikleri için farklıydılar. Onlar kızdı ve harikaydılar. Onları TV'de gördüm ve kafama taktım. 

Beni Salt-N-Pepa'nın Miami'deki konserine götürmesi için anneme yalvardığımı hatırlıyorum. 14, 15 yaşında olmalıyım. Saçlarımı asimetrik kestirmiştim, üzerimde küçük renkli ceketim ve uzun tulumum vardı. Tıpkı onlar gibi giyinmiştim. Onlardan biri olduğumu sanıyordum. 

Konserde afallamıştım çünkü gerçekten çok iyilerdi. Dans ediyor, şarkı söylüyor, rap yapıyorlardı ve DJ Spinderella oradaydı. Vay canına, harika, demiştim. Ve hepsi kız. 

İlk kaydımı Trick Daddy ile bir iyilik olsun diye yapmıştım. Bunun bir şarkı olacağını bilmiyordum. Sadece onunla atıştığım, bir şeyler konuştuğum ve arkadaşlarımla tartıştığım bir intro olduğunu düşünmüştüm. Ama oraya gittiğimde ve o da bu şarkıyı çaldığında, "Buna ne diyeceğim?" diye düşündüm. Çok gergindim.  

Ama yanımda arkadaşlarım vardı ve onlar daha girişkendiler. Bana gaz veriyorlardı: "Ah, hayır, onu çıkarmalıyız burdan. Biz hallederiz." Hepimiz kabindeydik ve şöyle diyorlardı: "Şarkıda onu öldürmelisin. Daha sert olmalısın." Bir şeyler yazıp çiziyordum, sonra beğenmeyip kağıtları atıyordum. Onlar ise, "Hayır, daha sert. Daha sert olmalıyız," diyorlardı.

Trick'i aradık ve geri gelip şarkıyı duyunca delirdi. Şirketin sahibini çağırdı, onu küçüklüğümden biliyordum. "Trina kim?" dedi. Trick de, "Trina -- sadece Trina," dedi. "Hayır, değil." "Evet, öyle." Ve stüdyoya geldiğinde şöyle dedi: "Ah, hayır, seninle bir albüm anlaşması imzalıyoruz." Oradan ayrıldım ve haftalarca beni takip ettiler. 

Beni ararken annemin evine geldiler. Ben ilgilenmiyordum. Emlakçı olacaktım. Belgemi henüz almıştım. Mümkün değildi. Trick'in doğum günü partisine gittim ve beni kandırdılar. Sahne almamı istiyordu ama ben çok utangaçtım. Sahneye çıktım, müziği verdiler, ben hiçbir şey diyemedim. Gözlerim kapalıydı. Tek kelime edemedim ama kulüpteki tüm kızlar şarkıyı söyledi.

Sonraki hafta Tallahassee'de bir doğum günü partisi vardı. Çıktım ve ortalığı dağıttım. Korkmuştum ama ondan sonra artık konserlere hazırdım. 

'Nann' kaydını yaptıktan hemen sonra, Atlantic Records ile sözleşme imzaladım. Onun ardından bir Ludacris kaydı, 'What's Your Fantasy'nin remiksi için çağırıldım. Yani bu iki şarkı aynı anda patlamıştı.

Trick'le stüdyoda çok zaman geçirdim. Money Mark, C.O., Tre+6 ve Duece Poppi vardı. Plies ve Rick Ross vardı. Ross'u takip ettim diyebilirim. Onaylamadığı hiçbir şarkıyı teslim etmezdim. Bu da bana, kayıtları nasıl bir araya getireceğim konusunda bir güven verdi.

Daha sonra, yapmak istediğim bazı şarkılar için şirketlerle mücadele ettim, çünkü 'Nann' gibi şarkıları artık arkamda bırakmıştım ama onlar da bu tip şeyler istiyorlardı. Gerçekten nasıl hissettiğimi anlatan bu şarkıları yapmak istiyordum. Bu tür şeylerin yumuşak kaçtığını ve hayranların öyle olmadığını düşündüler. Sağlam durmalı, hissettiklerimi yapmalı ve onları, inandığım müziği yapabileceğime ikna etmeliydim.

'Nann' eğlenceliydi. Harikaydı. Trick'in fikriydi. Ben geldim, kendi bölümümü söyledim. Ama ben Trina'yım, Trina bir kadın ve artık 19 yaşında değil. Büyüyor ve bir sürü şey yaşadı. Ve işe yaradı.

23 yıl sonra buradayız. O kadar çok kız var ki artık, saymak mümkün değil. Bir zamanlar hiç kız yoktu, o yüzden bu muazzam bir şey. 4-5 tane falandık. Şimdi daha fazla çok yönlülük var -- City Girls var, Flo Milli var, Lady London, KaMillion, Coi Leray, GloRilla, Doechii. Kadınlar Mainesi gibi hissettiriyor.





Trippie Redd

Canton, Ohio, 1999


Tupac, Biggie, Jay-Z, Ja Rule gibi daha duygusal sound'lu eskileri dinlerdi annem. Babam ise o dönemden daha yeraltı isimleri dinlerdi. Rich the Factor, Jadakiss, the Jacka and Ampichino, Fred the Godson. Amcam da WAYNE, Drake, Thug gibi daha yeni isimleri dinlerdi. Yalnızken, Youtube dönemi başladıktan sonra Kiss ve the Red Jumpsuit Apparatus gibi rock gruplarını dinlerdim. Eskiden Saints Row oynardım, oyunda bir parçaları vardı ve sonra hayranları oldum. 

Erkek kardeşim ben küçükken vefat etti, bu da bende müzik yapma isteği uyandırdı. Büyükannemin evinde merdivenlere oturur, saatlerce rap yapardım, tamamen freestyle. Okulda yazı yazmamız gereken küçük organizasyonlar olurdu, ben de bu konudaki yeteneklerimi gösterirdim. Okul projelerimi daha havalı hale sokardım. Mesela, Drake'e mektup yazdım. Resmen bunu yaptım. Drake için rap yazdım. Yedinci sınıftaydım.  

Auto-tune ile denemeler yapmaya ve kendi sesime ulaşmaya başladım. Auto-tune ve bunun gibi şeyler beni SoundCloud'a soktu. Süper yeraltı evresinin başlangıcı gibiydi bu; Ugly God, Playboi Carti ve Lil Uzi Vert gibilerle aynı dönemde müzik yapmaya başladım. Ama XXXTentacion ve JUICE WRLD dönemine dek çıkış yapamadım. X ve Lil Peep'i severim. Eğer Soundcloud hesabıma bakarsan, en çok dinlediklerim X, Lil Peep ve Uzi'ydi.

Lil Peep biraz depresif havalardaydı. Bu zordu. Bunu severim. Sadece depresyon, üzüntü ve acı. O zamanlar ben de o durumdaydım, o akımın çıkışta olduğunu hissediyordum. Sanki tam olarak benim hayal ettiğim şeyi yapıyorlarmış gibi. 

Yine de çok fazla rock dinliyorum. Deftones'tan Chino'yu seviyorum. Vokaliyle tutkulu bir karaktere sahip. Belirli notalara basmak için belirli hareketler ve belirli mimikler yapmanız gerekiyor gibi. Bazen bir melodiden nefes alıp vermeye geçiyor ve kulağa aynı geliyor, sanki melodi ve nefes alma bir aradaymış gibi. Bana çok zor geliyor.

Ben tam olarak bir rapçi değilim. Ben tuhaf adamım. İnsanlar beni rapçi sanıyor ve sonra bu beni kısıtlayacak. O yüzden kalıplarda sıkışmamanın yolu, beni bunun dışında tutacak bir müzik yapmaktan geçiyor. 





Uncle Luke (2 Live Crew)

Miami, 1960


Radyoda ilk kez rap duymam, Jimmy G isimli bir DJ aracılığıyla oldu. Enstrümantal çalarken üstüne okudu: "One day of victory, one day of defeat/Got to learn to take the bitter with the sweet." Dönüp baktığın zaman, 'Rapper's Delight'tan önce rap yaptığını görüyoruz. 

Sugarhill Gang, T La Rock, Divine Sounds, Cold Crush Brothers ve Furious Five çalardı. Bir plak havuzunun üyesiydim ve bu plakları almaya başladım. Sanatçıyı seçerdin ve PEOPLExpress'le gelirlerdi, sonra gençlik diskoları ve club'larda çıkarlardı. Mantronix, Dr Jeckyll & Mr. Hyde. Jazzy Jay, ki ilk uçuşuydu. Run-DMC, onları da getirdim, 1.200 dolar ödedim. 

2 Live Crew'i getirdiğimde --o zamanlar California ekibiydi-- plak şirketi yöneticisi olmakla ilgilenmiyordum. Güney'de kimse hip-hop yapmıyordu, ben de plak dükkanında staj yapıyordum, DJ arkada kokain çekerken plakları ben çalıyor, aynı zamanda reklamlarımı da bedavaya paylaşıyordum.

Benim eşsiz DJ'lik tarzım mikrofonla konuşmak, kalabalığı heyecanlandırmak ve tüm tezahüratları yapmaktı. Ve beni gruba dahil olmaya davet ettiler. İlk şarkının adı 'Throw the D' idi. Partide yarattığımız bir danstı. Bu, Miami'nin ilk bass şarkısıydı.     

Ama bana göre, Original Concept'in 'Can You Feel It?'i ve T La Rock'ın 'It's Yours'u bass şarkılarıydı. 'It's Yours' bence ilk bass şarkısıdır. Miami'li bir DJ'in, şarkısında isteyeceği her şey vardı. Yavaştı ama partide herkesin çaldığı, gürleyen bir basa sahipti.

Başlangıçta kimse gerçekten anlayamadı, herkese yabancı bir şeydi. Orlando ve Jacksonville'den elemanlar bunu kopya etmeye başladılar. 'Dazzey Duks'ı çıkaran elemanlar. Fort Lauderdale'deki bu diğer plak şirketi, bizimle aynı dönemde şarkılar yapmaya başladı, MC Shy D oradaydı. Sonra Lil Jon, bu işin R&B versiyonunu yapmaya başladı. Ve ardından Atlanta'daki elemanlar da yapmaya başladı, Kizzy Rock ve DJ Smurf

İnsanlar o dönemde Güney'de hip-hop diye bir şey olmadığının farkında değil. Sıfır. Teksas yok, Georgia yok, Memphis yok, hiçbir şey yok. Atlanta'ya konsere giderdim ve radyolarında New York'tan gelen DJ'ler olurdu. Yani insanlara Güney'de hip-hop'ı benim yarattığımı söylüyorum. İnsanların beni Miami'yle kısıtlama şeklinde bir eğilimi var. Hayır, ben herkese ilham verdim. Söylesene bana, bizden önce kim vardı? 

İnsanlara bağımsız olmaları için de ilham verdim. Master P, 'Ice Cream Man'i çıkartmıştı, onunla anlaşmaya çalıştım, "Senin yaptığını yapmak istiyorum," dedi. Saygı duyduğumu söyledim. Oakland'a, TOO SHORT ile anlaşma imzalamaya gittim ve orada benim gibi, arabanın bagajında albüm satıyordu. "Hayır, ben bu işi kendim yapacağım," dedi ve buna saygı duydum. 





Vanilla Ice

Miami, 1967


Dünyadaki ilk küresel çapta hip-hop sanatçısıyım. Önüme ya da ardıma kimi koyarsan koy, birinci benim. Rap müziği, bunu hiç düşünmemiş, duymamış insanların önüne çıkardım. Suudi Arabistan'a gittim, kardeşim. İran'da konser verdim. Taliban ve Hizbullah'ın karşısında çaldım ve 'Ice Ice Baby'yi söylediler. Size karşı Amerikan nefretini yansıtmıyorlar. "Vanille Ice bu," der gibi bakıyorlar. Kraliyet ailesi muamelesi çekiyorlar. 

Şiirle büyüdüğümü anlamanız gerek. Yedinci sınıftayken kız tavlamaya çalışırken onlara aşk notları yerine aşk şiirleri yazardım. Ve işe de yarıyordu. Şiirin kariyeirme öncülük edeceğinden habersizdim elbette. Ama tutku asla bitmedi. Artarak devam etti. 

Annem de bu konuda çok iyiydi. Tek cümlede taşı gediğine koyardı. Ben de bu konuda iyiyimdir: “Drop that zero, get with the hero.” “If there’s a problem, yo, I’ll solve it.” Başkanlığa adaylığımı koyabilirim ya. "Amerika'yı tekrar 90'lara döndürelim." 

'Beat Street,' 'Electric Boogaloo' ve 'Breakin' isimli filmlerde yer aldım. Bir break-dansçıydım ben. Alışveriş merkezinde, bir kartonun üstünde, bir hoparlörle kafamın üzerinde dönerek günde 40 dolar kazanırdım. Kızları kovala, biraz pizza ye, biraz bozukluk kalsın. 

Liseyi Dallas'ta okudum ve tüm yazlarımı Miami'de geçirirdim. Herkesin hatırladığı, 80'lerin sonundaki, bütün milletin kalçalarını salladığı o Miami henüz yoktu. Modeller yoktu, Kardashian'lar, Versace'ler yoktu, 2 LIVE CREW bile yoktu. Miami'de beni etkileyen kimse olmadı.   

80'lerde Dallas'ta hip-hop, Miami'den daha gelişmiş durumdaydı. Ülke çapında tüm beyazların aynı müziği dinlediğini sanırdım ama öyle değildi. Ben tektim. Bir abim vardı -- Aerosmith, Foghat, Mötley Crüe dinlerdi. Nefret ederdim. Bende break-dans yapma isteği uyandırmazlardı. Rap bana O.J.'in eldiveninden daha çok uydu. Gerçekten. Scott La Rock, KRS-One, Mantronix. 

D.O.C. ile büyüdüm -- bu işlere Fila Fresh Crew ile girmişti ama kimse bilmez ve bu Dallas'taydı. 'Whirlwind Pyramid' isimli bir hiti vardı. 'The Chronic'teki tüm sözleri onun yazdığını herkes biliyor. Bir korsan radyo istasyonu olan KNON Radyo çok önemliydi. Dr. Rock, Big Al. Direkt kendi çatı aralarından yayın yaparlardı. Çok acayip bir hip-hop'tı ve çok kültürlüydü.

Abimin sahte kimliğiyle gittiğim, City Lights diye bir yerimiz vardı. Yetenek yarışmasına katıldım çünkü ben bir kapışma rapçisiyim, freestyle yapıyorum. En iyisi olduğumu hissediyorum. Kim olduğun umrumda değil --  EMINEM, ICE CUBE, Ice-T. 

Ayrıca, keg partileri yaptığımız bir hırdavat dükkanının arkasında, Handy Dan's isimli bir yere giderdik. Arkasına park edersin ve polisler seni göremez. Diğer okullarla rap kapışmalarını orada yapardık. Oraya gidip parlamalıydım, anladın?

O zamanlar herhangi bir FruityLoopsPro Tools veya bilgisayarımız yoktu. Akıllı telefon bile yoktu. Stüdyoya girmek para meselesiydi. Çok fazla öz disipline sahibim ve motokrosta çok iddialıyım çünkü 8 yaşından beri yarışıyorum. Gittim ve motokros pistinde haftada 1.500 dolar kazandım. Houston'da, küvetinde tanesi 2 dolara ecstasy hapı yapan bir adam buldum, ki o zamanlar legaldi bu arada, ve onları 20 dolara sattım. Parayı arabama harcamak yerine şimdi stüdyoya harcıyorum, umarım işe yarar. 

Her şeyi patlattım, dostum. Ice-T, Stetsasonic, EPMD, Sir Mix-A-Lot ile Stop the Violence turnesindeydim. O dönemde onlar rap tanrılarıydı. Ben ilk çıkacak olan kişiydim. O kadar erkenden gittim ki, diğer sanatçılar halen otellerindeydi.  

10 dakikalık bir setim vardı, ben ve break-dans ekibim. Birkaç şarkım vardı -- 'Ice Ice Baby,' 'Play That Funky Music' ve hiç yayınlanmamış, 'My Car Goes Boom' isimli bir şarkı. Hayatım boyunca hiç bu kadar ilgi görmemiştim. Sanırım orada beyaz bir çocuğun performansı duyuluyor ve insanlar da konsere daha erken gelmeye başlıyor. O kadar çok ilgi çektik ki, headliner olan Ice-T'ye kadar gitti olay. Onu orada, ekipman kutularının üstünde beni izlerken gördüm. Diğerlerine, "Gelip bu beyaz çocuğu görmelisiniz. Fena kıvırıyor," diyen oydu. Ve ertesi akşam Chuck D de Ice-T ile beraber ekipman kutularının üstünde oturuyordu.    

Beni asıl keşfeden Chuck D'dir. İlk albüm anlaşmamı Atlanta'dan Ichiban Records ile imzalamıştım. Curtis Mayfield ile oradaydım. Albümün adı 'Hooked'dı, 'To the Extreme' ile aynı şarkılardı, sadece tekrar mikslenmişlerdi. Sonra Chuck D, Def Jam'i aradı. Her şeyi sıraya dizmiştik. New York'a gidiyordum, anlaşmayı imzalamaya hazırdım, tüm hayaller gerçek olmak üzereydi. Ve menajerimden gelen bir telefon: "Def Jam ile imzalama."

Geldi ve bana EMI Records'tan Charles Koppelman diye bir adamın benimle tanışmak istediğini söyledi. Bir müzisyenin başına gelebilecek en çılgınca şey. 'Ice Ice Baby'yi yaptım ve üç sene göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Kendi başına bir ömrü oldu.

Kitlenizi seçemezsiniz kardeşim, onlar sizi seçer. Ve ben de seçildim. İster beğenin, ister beğenmeyin, bunu durduramazsınız. Beni raftaki bir ürün olarak kullandılar. 'In Living Color,' 'Saturday Night Live,' Arsenio Hall Show' gibi her türden, eğlenceli programlar. Büyük bir eğlence dalgasıydı. Eğer onu tanımadıysanız ya da kullanmadıysanız, reytingleriniz düşük gelecek demekti. Vanilla Ice, reyting demekti. Gezegendeki en tartışmalı sanatçı. 

Yüzleşmek zorunda kaldığım sıkıntı, muhtemelen dünya tarihindeki herhangi bir beyaz rapçiden daha fazla. Bana "beyaz rapçi" diyen birine her zaman gücenmişimdir. Bunu diyorsan ırkçısın demektir. Müziğin rengi olmamalı. Jimi Hendrix'e Siyah rock'çı mı diyorsun? Kimse ne renk olduğumu bilmeden önce şarkım listenin tepesindeydi. Hip-hop'tan etkilendim. Ondan etkilenmeyen hiçbir türe, herhangi bir kişiye veya etnik kökene isim veremezsiniz.

Unutmayın, bugünkü büyük rapçilerin çoğu Vanilla Ice'tan etkilendi, tamam mı? Nipsey Hussle bunu kabul ediyor. Kobe Bryant lisedeyken benim dans hareketlerimi yaparak bir dans yarışması kazanıyor. Bunun etkisi ve nüfuzu inkar edilemez. Muhtemelen müzik tarihinde Elvis ve Beatles'tan sonra popüler müzik üzerindeki en büyük etkidir.  

   




Violent J (Insane Clown Posse)

Detroit, 1972


Yedinci sınıfta, I.C.P.'nin orijinal üyesi olan, Shaggy'nin abisi John Utsler'la tanıştım. Bana 'Roxanne, Roxanne'i ve yaptıkları kapışmaları gösterdi. Bana Eazy-E'yi dinletti. Bir yedinci sınıf öğrencisi bu plakları nasıl kopyalıyordu ve onları nereden buluyordu? İnternet falan yok daha. Doğaüstü bir şeydi bu neredeyse. Belki geceleri WJLB'de Wizard'ı falan dinliyordu.

Bir saatliğine 'Yo! MTV Raps'i izlerdik. Bir de yerel bir kanal olan Kanal 62'deki 'The New Dance Show' isimli programda, yerel rapçilerin videolarını izlerdik. Ucuza çekilmiş yerel rapçi videoları, ama onlar kahramanlarımızdı: Awesome Dre, A.W.O.L., Detroit's Most Wanted, Smiley, Prince Vince and the Hiphop Force, Merciless Ameer, Kaos & Mystro, DJ Duncan Hines

Awesome Dre'nin 'You Can't Hold Me Back' albümü ve 'Straight Outta Compton', CD çalardan çıkmazdı. Bunlar yüzünden güreş sevgimiz elimizden uçtu gitti, ki amacımız buydu. Ama artık inkar edemezdik abi. Hip-hop yapmak istiyorduk. Flow açısından asıl üç adamım ICE CUBE, Awesome Dre ve Esham'dı. Eazy-E'nin sesini çok seviyorum ama 'Dope Man'deki Ice Cube tam bir canavar. İçeriden geliyor, çok sert.    

İnsanlar bize horrorcore sanatçıları dedikleri için, hip-hop'ta korku hakkında bilgi edinmek istedim. Kendi kişisel araştırmam beni Houston'a, Prince Johnny C'ye götürdü. İlk GETO BOYS kaydı, 'Assassins' adlı şarkı hariç tamamen normaldi: "My father was a priest, cold blooded he’s dead/Hypocrite, I caught him basin’, so I shot him in the head/Poured on the holy water, ‘Bless the dead’ is what I said/Then heard the demon screaming as his body bled." Kimse böyle konuşmuyordu. Benim yaptığım ve Esham'ın yaptığı şey, Prince Johnny D'nin orijinal fikrinden geliyor.

Eskiden yerel rapçi kasetleriyle dolu kaset kutularım vardı. Eğer piyasaya sürülmüş bir şey gördüysem, ona sahip olmalıydım. Bir müzik markete giriyorum, Esham adında bir adam var, bir albüm ve iki EP'si çıkmış. Şimdiye dek duyduğum en korkunç [küfür] hakkında rap yapıyor. Şeytan, 666 ve üstünde İsa bulunan haç hakkında rap yapıyor. Manyakça bir şeydi. Ve sesi şeytana benziyor. En büyük ilham kaynağımız oydu. CD'leri çalarken gökyüzü kırmızıya boyanırdı sanki.

Detroit'e baktık, Kid Rock'ı videosunda traktöre binerken gördük. Too Short'un yaptığı parçaları vardı. Ice Cube ile birlikte turluyordu. 32 Mil Yolu hakkında rap yapıyordu, ki [küfür] bir yol. Kendine hastı, farklıydı. "Vay be, çocuk çıkmış, redneck stiliyle rap yapıyor." Esham'a bakıyorsun, tabutun içinde sahneye çıkıp, şeytanla ilgili rap yapıyor.

Şöyle diyorduk: Detroit'in yaptığı budur -- tiyatro. Ayrıca güreş hastasıyız biz. İlk EP'mizden sonra yüzümüzü boyadık. Kiss'in rock müzikte yaptığı gibi, biz de rap'te yaptık, anladın? Doğal hissettirdi. Garip değildi. O zamandan beri de yapıyoruz.     

En başından itibaren, her şeyi kendimiz yaptık. CD'leri kendimiz bastık, tanıtımımızı kendimiz yaptık. Detroit'in iki büyük rapçisi olan Esham ve Kid Rock'la ilk CD'mizde yer almaları için anlaşmıştık. Michigan bizdeydi. Ohio'nun bir kısmı ve Toledo da. Bir konserde 3.000 kişiden bahsediyorum. Pittsburgh'da pek bir [küfür] yiyemedik ama.

95'te, Onyx ve Das EFX'in turneye çıktığını hatırlıyorum. Bir şekilde biz de katıldık. Her akşam yuhalandık, bazen ağır şekilde. Her konserimizde muhtemelen 400 kişi falan olurdu. Michigan'a gittik, 2.200 kişi vardı, biletler tükenmiş. Onyx bize geldi ve dedi ki... Son çıkan grup biz olduk. Üç konserde böyle oldu -- Detroit, Flint ve Toledo. 

İlk turnemizdi.  

95'ten sonra durmadan turladık, ama diğer rap gruplarıyla turne yapma deneyimimiz çok az. Birçok sebebi var ama başlıcası Faygo. Ekipmanları oradaysa eğer, her yer ıslanacak. Mesela Snoop Dogg ile birlikte konser var, ama önce o çıkacak, ki berbat bir şey, insanlar alandan ayrılacak. Ama biz sahneyi Faygo ile sahneyi berbat ettikten sonra çıkmayacaktı.

94'te, Toledo'daki bir rap konserine katılmamız istendi. Outkast, Coolio vardı, daha bir sürü grup. Böyle isimlerle bir arada olmaktan onur duyduk. Neyse, konsere çıktık, sonra Outkast elemanları gelip gazoz muhabbeti yüzünden söylendi. Bu yüzden temizlik falan için onlara bir sürü para ödemek zorunda kaldık. İnsanlar bize kızıyordu ve biz de bunun tersi için bir çaba göstermiyorduk. Sadece kendi olayımızı sergiliyorduk. 

Biliyorsunuz, bulunduğumuz konumda olmamızın birçok sebebi var. Bu bir avantaj, çünkü Juggalo'lar [küfür] ve bizi çok destekliyorlar. Ama millet onlara insan değilmiş gibi bakıyor. Sadece Juggalo'ların bizim [küfür] beğendiğini söylüyorlar. Juggalo'lar ne? Onlar da insan!

Bu hip-hop turlarından birine çıkıp, kendi kitlemizin dışındaki insanlara karşı performans sergileme fırsatını elde etmeyi çok isterim, böyle insanlar, "Bu adamlar bayağı iyiymiş ya," diyebilirler. Bir keresinde ICE CUBE'a bir verse söylemesi için 100.000 dolar teklif ettik, kabul etmedi, yıllar sonra saygısından bedavaya yaptı bunu. Manyak bir şey, değil mi?

Yorumlar