Çeviri -- Tezahüratlar Altında Kan ve Ter: Union Berlin nasıl Avrupa'nın zirvesine çıktı?

 


(Rafet geçenlerde Berlin'deydi. Bu sabah "Şu yazıyı çevirsem mi?" diye sordu. Cevap belli zaten, sonuna da kendi notlarını ekledi. İyi okumalar.)


Başkent ekibinin kendi sahasındaki ilk Devler Ligi mücadelesi taraftar için büyük önem taşıyor. Cefayı çektiler, sefayı sürecekler!

Michael Butler


Union’u 20 yıldan fazladır takip eden Berlin’de yaşayan İngiliz Mark Jameson, takımını şöyle özetliyor: “Ezeli rakibimiz Hertha’nın tribün liderlerinden biri hastaydı. Lösemi olmuştu. Hertha tribünlerinde uygun donör bulmak için kan bağışı kampanyası yapılıyordu. Ama Union da bu kampanyaya katıldı ve iç saha maçları öncesinde stand kuruldu. 500’den fazla taraftar sıraya girdi ve o adam için kan verdi.”

Bu küçük anektod Union’un sosyal tarafını ve felsefesini ortaya koyuyor. Ezeli rakip sözkonusu olsa bile! Berlin’in doğu yakasında başarı kazanmakla eşdeğer görülmüyor. Ancak son zamanlarda kazanmaya alıştıkları ortada.

Son yıllarda Union ciddi bir dönüşüm içinde. Kulüp batmanın eşiğinden döndü; alt liglerde yıllarca süründü. Ancak şimdi Şampiyonlar Ligi’ndeler. Salı gecesi Braga’yla oynayacakları maçla tarihlerinde ilk kez o büyülü müziği taraftarlarına dinletecekler.

Fakat oyuncular, zaferler ve yenilgiler gelip geçerken kulübün özü değişmiyor. Almanya’nın meşhur yüzde 50+1 kuralı sayesinde taraftarlar veya üyeler yönetimde çoğunluğu ellerinde tutuyorlar. Taraftarlar arasında da meşhur bir laf var: “Biz maça gitmiyoruz. Union’a gidiyoruz.”

Taraftarlar gerçekten bu kulübe hayat veriyor. 2004’te Union, dördüncü lig için gerekli lisans ücretini ödeyemez durumdaydı. Harekete geçen taraftarlar “Union’a kan ver” adında bir kampanya başlattılar. Berlin’deki hastanelere kan bağışında bulunan taraftarlar, elde edilen geliri kulübe bağışladılar.

Union gerçek anlamda taraftarlarıyla inşa edilmiş bir kulüp. 2008’de Stadion An der Alten Försterei’ın (ç.n. kabaca Yaşlı Ormancı’nın evindeki Stadyum diye çevrilebilir) harcını taraftarlar kardı. Şehrin doğusundaki Köpenick ilçesinde ormanların içindeki stadın ciddi bir yenilemeye ihtiyacı vardı. Ancak kulünün kasası tamtakırdı. Bunun üzerine taraftarlar kolları sıvadılar; çukurlar kazdılar, harç kardılar. Üstelik çoğunun inşaat işlerine dair bir fikri bile yoktu.

“Ne yapabileceğimi sordum” diyor Jameson, “Bu işlerden çok anlamam. Sadece kaba amelelik yapabileceğimi söyledim. Bana da eski tribün basamaklarındaki betonu metal iskelete kadar kazıma işini verdiler. Tepeden tırnağa toza ve pisliğe bulanmıştık. O zaman kullandığım baretim hala duruyor. Yoldaşlık duygusu inanılmazdı.”

Toplamda 2,500 taraftar 140,000 saatten fazla çalışarak eski stadın yeniden inşasına katkıda bulundular. 22,000 kişilik yeni stad, klostrofobik atmosferiyle rakipleri boğuyor ve ev sahibi taraftarların sesini bir amfi gibi yükseltiyor. Stadın üç tarafını çevreleyen kapalı tribünlerde kırmızı-beyaz bir uğultu maçlara eşlik ediyor.

Yaşlı Ormancı’nın evi Union’un yükselişinin bir sembolü olsa da iç sahadaki Şampiyonlar Ligi maçlarını ezeli rakiplerinin Olimpiyat Stadı’nda oynamaları biraz şaşırtıcı. Zira Union yönetimi 50,000’i aşkın kulüp üyesinin tamamının Şampiyonlar Ligi macerasına tanıklık etmesini istiyor.

Hertha’lılar bu geçici ev sahipliğine geçtiğimiz cumartesi oynadıkları maçta açtıkları bir pankartla yanıt verdiler: “Evinizde oynamıyorsunuz: Aynaya bakınca kendinizi tanıyor musunuz?”

Jameson’la birlikte Mattuschka’s Right Peg adlı bir podcast yayınlayan Bas Timmers, “Şampiyonlar Ligi maçlarını Alten Föresterei’da oynamalıydık” diyor ve ekliyor, “Aynı deneyimi yaşayamayacağız. Belki daha kalabalık, daha gürültücü olacağız ama sahayı da oldukça uzaktan göreceğiz. Kötü olması gerekmiyor ama farklı olacağı kesin.”

Braga maçı, 74,475 kapasiteli Olimpiyat Stadı’nda kapalı gişe oynanacak. Bilet fiyatları herkesin erişebilmesi için üç grup maçı için de 25’er avroya sabitlendi. Gücü yetmeyen taraftarlar için de 1,000 bilet ayrıldı. Olağanüstü bir atmosferin bizi beklediği kesin.

Bahsi geçen podcast’in diğer katılımcılarından Mark Wilson, “Salı günü zaten mesai yok. Almanya’nın birleşmesinin yıldönümü” diyor. “Stad yıkılacak. İnsanlar öğlen Alten Föresterei’daki gençlik ligi maçına gidecekler. Oradan da Olimpiyat Stadı’na geçecekler. Umarım akşama da güçleri kalır.”

Saha içinde son yıllarda yükselen standartları da göz önünde bulundurursak Union’un gidişi pek de iç açıcı değil. Son beş maçlarını da kaybettiler. Real Madrid deplasmanında iyi direnseler de son anlarda Jude Bellingham’ın golüyle kalpleri kırıldı. İtalyan yıldız Leonardo Bonucci ve milli oyuncular Robin Gosens ile Kevin Volland’ın da aralarında olduğu yeni transferler uyum sürecini tamamlayamadılar. Üstüne kilit oyunculardan Sami’nin kardeşi Rani Khedira’nın sakatlığı da eklenince sezona zayıf bir başlangıç yaptılar.




Ancak teknik 2018’de göreve gelen teknik adam Urs Fischer’e sarsılmaz bir güven var. Salı günkü maç için İskoçya’dan Berlin’e gelen Kyle Walsh, “Urs, Avrupa’daki en iyi teknik direktörlerden biri” diyor. “Bizi İkinci Lig’de mucizevi şekilde kümede tuttu. Sonrasında bir üst lige çıkardı. Önce Konferans Ligi, sonra Avrupa Ligi derken Şampiyonlar Ligi’ndeyiz. Ona bir sürü teklif geldiğine eminim. Ama Urs ömrünün sonuna kadar takımda kalmak istiyorsa bana uyar. İstediği her şeyi yapabilir.”

Kicker, Union’un sezon başlangıcını düşüş(tief) olarak tanımlıyor ancak bu durumu bir kriz olarak görmüyorlar. Jameson ise “Bu bir kriz değil. 2,000 kişiyle döküntü haldeki tribünlere geldiğimde Şampiyonlar Ligi’nde oynayacağımızı düşünmüyordum. Hala bunun gerçekliğine inanabilmek için kendimi çimdikliyorum.”

 

Çevirenin Union Macerası

Dumanaltı bir bardayız. Burası bir zamanlar Berlin'e 'fakir ama seksî' unvanını veren mekanlardan. Bira ucuz, içeride sigara içiliyor ve karşı duvarda sigara içen çıplak bir Asyalı kadının fotoğrafı var. Bir zamanların acar spor yazarı Deniz Arslan'la az önce tamamlanan Real Madrid-Union maçını masaya yatırıyoruz. "Şanssızlık," diyoruz, "iyi kapandılar ama yetmedi," diyoruz. Bara gelirken tramvay durağında Union formalı birini görüp geçmiş olsun dileklerimi ilettiğimi anlatıyorum. Gülüşüyoruz.

 


2011'de, Avrupa'nın cümle hipster'ını toplamadan önce geldiğim Berlin'de hala görmediğim yerler var. Deniz Abi'yle Union defterini kapatıp, yarın ne yapsam diye tartışırken "Köpenick'e gitsene lan," diyor. Bu bir bakıma Union defterinin yeniden açılması anlamına geliyor. Eski Doğu Alman temsilcisi şehre yarım saat uzaklıktaki Köpenick ilçesinde mukim. Hakikaten yapacak daha iyi bir işim yok. Köpenick yeşili bol, göllerin arasında, gezmesi zevkli bir yere benziyor. Kararı netleştirip biraya ve Asyalı ablanın vücudunun detaylarına dönüyoruz.

Ertesi sabah Köpenick'e giden banliyö trenindeyim. İstasyonlar geçtikçe Berlin'deki enternasyonel hava da dağılıyor, kitleler Alman'laşıyor. İstasyondan inip stada doğru yürürken de durum aynı. Genç ve göçmen nüfus Berlin'in merkezine göre oldukça az.

Yol çalışması nedeniyle karşı kaldırıma geçip nehir boyuna iniyorum. Suyu takip ederek stada ulaşmak niyetindeyim. Nehre eğilen salkımsöğütler yürüyüş yolunu tünele çevirmiş adeta. Güneş parlasa da gölgenin serinliğine sığınıp yürüyorum. Nitekim nehir bir köprüyle kesilirken salkımsöğütler dağılıyor, sağ kolda stadyum yükseliyor.

 


Bizim eski Anadolu statlarından daha büyük değil. Elbette daha bakımlı ve düzenli halde. Otoparkın bir ucundaki konteynerlara taraftar dükkanını kurmuşlar. Heyecanla dalıyorum. Şampiyonlar Ligi heyecanıyla her şeyin üstüne turnuvanın logosunu basmışlar. Kendime ve Deniz Abi'nin oğlu Ekin'e birkaç parça bi' şey almak niyetindeyim. Sonunda karar verip kasaya gidiyorum. Kadınla İngilizce konuşup, dün akşamki sonuç için üzgün olduğumu söylüyorum. "Şanssızlık," diyor, "Ama fena oynamadık," diye ekliyor.

Stadın etrafında turlanıp, heykellere ve tabelalara bakıyorum. Kapısı açık bir ofis görünce de stadyum turu hakkında bilgi almak için dalıyorum. Ne yazık ki turları önceden rezerve ediyorlarmış ve ekim ayına kadar doluymuş. Teşekkür edip ayrılıyorum.

Doğu Berlin'in müstesna ekibi Union'u bu seviyede görmek hakikaten şaşırtıcı. Adeta bir Football Manager başarı hikayesiyle karşı karşıyayız. Tabii senelerin 'takoz' Hertha'sı yerine tarafsız bir futbolseverin Union'u tercih etmesi doğal. Heyecan verici ve ilginç bir futbol oynuyorlar. Üstelik arkalarında RB Leipzig veya Hoffenheim gibi dev bir şirket yok. Dolayısıyla Berlin'in bir zamanlar sahip olduğu ruha oldukça uygunlar: "Fakir ama seksî!"




Yorumlar