Çeviri: Her Yılının En Önemli Hikayesiyle Hip-Hop'ın 50 Senesi

 


(Orijinali için şuradan.)

Hip-hop'ın 50 yılını nasıl kapsayabilirsiniz? Yapamayacağınızı kabul ederek başlarsınız. Çok fazla yıldız, çok fazla şarkı, çok fazla mekan, çok fazla skandal: Hip-hop koca bir evren --bir müzik türü elbette, ama aynı zamanda bir tavır, bir dil, bir iş, bir kültür-- ve bir evrenle ilgili olan şey, sınırları olmamasıdır. 

Yine de hip-hop'ın doğuşundan 50 yıl sonra, kendimizi onun dayanıklılığına dikkat çekmeye, ne olduğu için değil ama ne olmaya devam ettiği için aklımızı bir şekilde bu şeyin etrafında toplamaya ihtiyaç duyarken buluyoruz. 

Birkaç ay önce uzmanlar, 2023'ün ilk yarısında hiçbir rap albümünün, Billboard 200'ün zirvesine çıkamadığını fark ettiğinde moraller bozuldu -- altı rapçinin albümünün yaz başında bir numaraya ulaştığı 2022'den, görünüşte dramatik bir değişim. (Lil Uzi Vert nihayet Temmuz başında 'Pink Tape' ile bu başarıyı yakaladı.) Ancak gerçek şu ki, listenin zirvesinde yer alan neredeyse her albümde hip-hop izleri görebilirdiniz; ister R&B şarkıcısı SZA'nın zeka ve ustalıkla kafiyeler söylediği 'SOS', ister Morgan Wallen'ın 'One Thing at at a Time'ı olsun. 

Bugünlerde hip-hop'ı listelerde aramak --filmlerde, modada, görsel sanatlarda aramak-- onu neredeyse her yerde bulmak demektir. Günümüzde Siyahların öncülük ettiği en önemli sanat formu olan hip-hop, milyarlar üreten küresel bir endüstri haline gelmiş olsa bile, herkesin erişebileceği bir sokak ürünü olarak başladı ve bir dereceye kadar da öyle kalmaya devam ediyor.

Hip-hop'ın 50. yıldönümünü kutlamak için yaklaşımımız, 1973'ten 2022'ye kadar her yıl bir tane olmak üzere, kültürü şekillendiren 50 ânı sıralamak oldu. Bu listenin amacı (sorunları görmezden gelmemekle birlikte) kutlama yapmaktır, bu nedenle her ne kadar etkili olsalar da bazı ölümler ya da diğer trajediler üzerinde durmadık. Önemli olayları atladık mı? Her yıldıza hak ettiği parlaklığı veremedik mi? Hiç şüphesiz. Ancak birilerini rahatsız etmemeyi başaran bir hip-hop övgüsü -- işte bu hiç de övgü sayılmaz.






Birinci Bölüm



  

DJ Kool Herc, hip-hop'ı icat ediyor




Tüm dünyada hip-hop olarak tanınacak olan müzikal ve kültürel hareket, 11 Ağustos 1973'te New York'un Bronx ilçesinde, 102 daireli bir apartman olan, 1520 Sedgwick Ave adresindeki bir eğlence odasında başladı. Ancak, Cindy Campbell, rap müziğin patlaması olarak anılan bu efsanevi partiyi düzenlemeye karar verdiğinde, aklındaki son şey tarih yazmaktı; tek istediği, gelecek okul dönemi için çocuklara yeni kıyafetler almak üzere para toplamaktı. Ve ihtiyaç duyduğu coşkulu kalabalığı çekebilecek en uygun kişiyi de tanıyordu: Cindy'nin 18 yaşındaki erkek kardeşi Clive 'DJ Kool Herc' Campbell.

"Back to School Jam" ile ilgili her şey, bu terim henüz icat edilmeden önce hip-hop'a aitti. "Bir DJ Kool Herc Partisi" olduğunu ilan eden, elle çizilmiş tanıtım broşürü, erken dönem New York tarzı graffitilerle yazılmıştı. İçeriye girmek için 50 cent (erkekler) ve 25 cent (kızlar) ödeyen 300'den fazla kişiye, Jimmy Castor Bunch'ın 'It's Just Begun' şarkısı ile James Brown, Isley Brothers ve Incredible Bongo Band'in klasik parçalarından oluşan, gelecekte hip-hop DJ'lerinin çokça faydalanacağı şarkıları içeren bir çalma listesi sunuldu. Devasa, kas yığını 1.80'lik gövdesi nedeniyle 'Herkül' lakabını alan Herc, 'merry go 'round' olarak bilinen yeni bir pikap tekniğini tanıttı; bu teknikte, şarkının en etkili bölümünü uzatmak için aynı plağın iki versiyonunu kullanarak break boys (B-boys) adını verdiği dansçıları coşturuyordu.    

Partiden sonra Herc'ün şöhreti daha da arttı. Parklarda ve kulüplerde rakip DJ'leri sık sık alt eden, 'Herculoidler' adını verdiği altı metrelik bir ses kulesi olan devasa hoparlörleriyle tanındı. Kısa süre sonra Grandmaster Flash ve Afrika Bambaataa gibi diğer öncüler de onun yolundan gidecekti. Kasım ayında, şu anda 68 yaşında olan DJ Kool Herc, popüler müziğe yaptığı katkılardan dolayı, nihayet Rock&Roll Hall of Fame'e kabul edilecek. 

  



James Brown, 'Funky President (People It's Bad)'i yayınlıyor




Rap tarihinde şarkıları en çok kez sample olarak kullanılan sanatçı olan Brown, hip-hop için break beat'in temelini attı. Eleştirmenlerin, Soul'un Babası'nın hâlâ yetenekli olup olmadığını sorguladığı 74 yılında bile, tüm zamanların en çok çalınan parçaları arasında yer alan 'Funky President (People It's Bad)'i zahmetsizce seslendirdi. Ritmik ve yumuşak davulları, soul-power vokalleri ve oynak gitarlarıyla Eric B. & Rakim ('Eric B. is President'), Salt-N-Pepa ('Shake Your Thang'), Public Enemy ('Fight the Power') ve Kanye West ('Clique') tarafından kullanıldı. 




Grand Wizzard Theodore, scratching'i icat ediyor


Hip-hop'taki hemen her şey gibi, scratch tekniği de sınırlamalardan doğan bir bir sanat biçimidir. 1975 yılında (en iyi hatırlandığı şekliyle) Theodore Livingstone adında bir DJ --erken gelişmiş yeteneği nedeniyle Grand Wizzard Theodore olarak anılıyordu-- Bronx'taki evinde zanaatını icra ediyordu. Annesi, plağın sesini kısması için bağırdığında, Incredible Bongo Band'den 'Bongo Rock'ı açmıştı ve yanlışlıkla plağı iterek, çalma sırasında duyulabilir bir yırtılma yarattı. Yanlıştı ama ilginçti.

Livingstone kısa süre sonra biraz el becerisi ve plaklarına karşı derin bir hisle, bu 'çizilme' sesini perküsyon olarak kullanabileceğini fark etti. Daha da fazla pratik yaparak, pikaplar arasında geçiş yapmayı ve şarkının anlarını birbirine eklemeyi öğrendi. 

Bu yeni teknik, akıl hocası Grandmaster Flash'i hayran bıraktı ve kısa sürede hip-hop'ın temel unsurlarından biri haline geldi. Grand Wizzard Theodore & Fantastic 5 çatısı altında Livingstone, 1980'de 'Can I Get a Soul Clap' adlı muhteşem single'ı yayınladı ve gösterişli sahne duruşu ve plak çevirmeleri ona, dönüm noktası niteliğindeki rap filmi 'Wild Style'da bir yer kazandırdı.  

Livingstone aynı zamanda bir DJ'in, bir parçayı kulaklıklarında önceden bir şarkıya işaret etmek yerine sessizlikten kalemi indirerek başlattığı 'iğne düşürme' yöntemini de mükemmel seviyeye getirdi. Ancak rock'n roll için distortion pedalı ne kadar önemliyse, scratching de hip-hop için o kadar önemli hale geldi -- öylesine derinden dönüştürücü bir hata ki, vazgeçilmez bir araç haline geldi. 



 


Lee Quinones, 10 vagonlu bir treni boyuyor


Hip-hop, yeni ortaya çıkan bir alt kültür olarak birçok sanat formunu kapsıyordu ve graffiti de bunlar arasında en görünür ve ihtilaf çıkaranlardan biriydi. Doğru ellerdeki bir sprey kutusuyla, kentsel alanın heyecan verici bir şekilde geri kazanılması burada, şu anda var olduğunuza dair meydan okuyan bir bildiriydi. 

Hiçbir graffiti, Quinones'in 1976 yılında New York metrosunda gerçekleştirdiği gözüpek projeden daha önemli değildi. Porto Riko doğumlu Quinones ve Fabulous Five tayfası, saygın bir yeraltı sokak sanatı ekibiydi. Ancak 10 vagonlu bir metro treninin tamamını çizmek için yaptığı cüretkar plan --bunu ilk deneyenlerden biri olarak kabul edilir-- onu bir hip-hop halk kahramanı haline getirecekti. Mickey Mouse, bir Noel tablosu, bir çöl manzarası -- kamusal altyapının faydacı bir parçası aniden yeni bir sanat formunun küresel sembolü haline geldi. 

Quinones şimdi Whitney Müzesi'nde çalışıyor ve New York'taki Hotel Indigo'nun lobisini tasarladı. Ancak 76'da MTA çalışanları bile cüretkar bir tarihin yazılışına tanıklık ettiklerini biliyorlardı. "Yanlardan ve pencerelerden dışarıya sarkıp, "Yaah! Fabulous Five!" diye bağırıyorduk. Quinones, 1982'de verdiği bir röportajda böyle anlatıyordu. Kondüktörün, "Bunu kim yaptı?" dediğini duydum. Sonra tüm Fabulous Five'ın trenden atlayıp, "Yaah! Fotoğraf çekin!" diye bağırdığını gördüm. İstasyonda sadece bir kişi vardı ve o da bize bakıyordu. "Nasıl buldunuz?" diye sordum. O da, "İnanılmaz, dostum, inanılmaz!" dedi. 



Afrika Bambaataa ilk Zulu Nation partisine evsahipliği yapıyor




Bambaataa, 1977'de efsanevi Zulu Nation partilerine evsahipliği yapmaya başladığında, Güney Bronx'ta doğan bir New York'lu ve aynı zamanda bir Black Spades üyesi olarak, olumlu bir çıkış arayan eski çete üyeleri için barışçıl bir ortam sağlanmasını amaçlıyordu. Ancak öncü DJ ve aktivist tarafından düzenlenen ilk jam, çok daha kalıcı bir etkiye sahip olacaktı: Asıl adı Lance Taylor olan Bambaataa, New York'un yazın elektrik kesintisine uğradığı ve Güney Bronx'un gecekondu mahallelerinde yangınların çıktığı çalkantılı bir yılda rap müziği kültürel bir hareket olarak tasarlayan ilk kişiydi. 

Bambaataa ve ekibi, gelişmekte olan ortamı kısa süre sonra tanımlayacak olan hip-hop'ın dört unsurunu vaaz etti: DJ'lik, break-dans, MC'lik ve graffiti. Ancak zihinleri eriten şey, onun açık fikirli müzik zevkiydi: James Brown, Sly and the Family Stone ve Incredible Bongo Band'in yanı sıra Bambaataa'nın devasa müzik cephaneliğinde Rolling Stones, Yellow Magic Orchestra ve en önemlisi, 77'de çıkan fütüristik single'ı 'Trans Europe Express' bir break-dans marşı haline gelen Alman grubu Kraftwerk vardı.

1982 yılına gelindiğinde, 'Trans Europe Express'i örnek alan 'Planet Rock', Bambaataa ve Soulsonic Force'u bir marka haline getirmişti. Onlarca yıl öncesine dayanan çok sayıda cinsel istismar iddiasının ardından 2016 yılında liderlikten alınana kadar Zulu Nation'ın bayrağını dalgalandırdı. Bambaataa ile yolların ayrılmasından sonra Universal Zulu Nation, hip-hop birliği mesajını yaymaya devam etti.  




Uncle Jamm's Army, Los Angeles'ın her yerinde boy gösteriyor


Gid, Tony ve Greg Martin kardeşler, Harbor City'nin arka bahçesinde durmuş, para kazanmanın yollarını arıyorlardı. Planları neydi? Plak dükkanı sahibi ve usta DJ Roger Clayton ile bir araya gelen ekip, afişlet hazırladı ve şehrin dans pistlerinin kontrolü için World Class Wreckin' Cru ve Ultra Wave gibi gruplarla kapışarak şehre indi. Funkadelic'in 'Uncle Jam Wants You' albümünden esinlenerek topluluklarına Uncle Jamm's Army adını verdiler. 

Çok geçmeden Uncle Jamm's Army, Santa Monica Kongre Merkezi'nin ardından Hollywood Palladium'da ve son olarak da Los Angeles Sports Arena'da tüm biletleri sattı. Ekibin üyeleri değişkenlik gösteriyordu: Katılımcılar arasında Ice-T, DJ Pooh ve DJ Egyptian Lover da vardı ve ekip, diğer sanatçıların kayıtlarını döndürmekten kendi kayıtlarını yapmaya geçerek, elektro müziğin büyümesini sağladı ve Los Angeles'ta erken dönem hip-hop için bir temel oluşturdu. 



"I said a hip-hop, the hippie, the hippie / to the hip, hip-hop and you don't stop..."




20 Ekim 1979'da lise arkadaşları Angela Brown, Cheryl Cook ve Gwendolyn Chisolm, kendilerini ya başaracakları ya da başaramayacakları bir deneme sürecinin içinde buldular. Kültürün değiştiği o dönemde pek çok maceraperest gibi Güney Carolina'nın Columbia kentinde yaşayanlar da New York'un yoksul Güney Bronx'undan meydan okurcasına yükselen yeni bir müzikal forma hayranlık duyuyordu: hip-hop.

Ancak bu kızlara bir albüm şirketiyle anlaşma imzalayan ilk kadın ve ilk Güneyli rap grubu olacak Sequence adlı kendi rap gruplarını kurmaları için ilham veren albüm, hip-hop'ın yaratıcıları DJ Kool Herc, Afrika Bambaataa ve Grandmaster Flash'in kutsal Boogie Down Bronx bölgesinden çıkmadı. Sugarhill Gang'in ezber bozan çıkış şarkısı 'Rapper's Delight', New Jersey eyaletinin Englewood kentinde üretildi ve Michael 'Wonder Mike' Wright, Henry 'Big Bank Hank' Jackson ve Guy 'Master Gee' O'Brien gibi beklenmedik kafiye öncülerini içeriyordu. Bugünlerde daha çok Grammy adayı bir R&B şarkıcısı Angie Stone olarak anılan Brown, "Sugarhill Gang bizi etkiledi," diyor.


(Konu hakkında daha fazla bilgi için şuradan devam edebilirsiniz.) 

 


Roland, TR 808 drum machine'i piyasaya sürdü


Roland-808 TR halka tanıtıldığında, bu elektronik perküsif kit, ticari ve eleştirel bir fiyasko olarak değerlendirildi. Keyboard dergisi, Ikutaro Kakehashi tasarımına verilen genel tepkiyi, hi-hat'lerinin "yürüyen karıncayiyenler" gibi ses çıkardığını söyleyerek özetledi. Ancak bunların hiçbiri, gelişmekte olan hip-hop ortamı için önemli değildi, çünkü yeni teknoloji, ileriye dönük başkaldıran hareket için mükemmel bir araç sunuyordu. Afrika Bambaataa & Soulsonic Force'un, dönüm noktası niteliğindeki 'Planet Rock' (1982) şarkısında yer almasından bu yana 808, türün vazgeçilmez davul makinesi haline geldi günümüzün en büyük Güney rap prodüksiyonlarının bazılarında halen duyulabiliyor.  






Blondie'nin 'Rapture'ı, MTV'de yayınlanan ilk rap videosu oluyor




Yeni doğmakta olan MTV'de yayınlanan ilk rap videosunun, New York'un merkezindeki beyaz art-rock'çılardan oluşan Blondie grubuna ait olması ne kadar da manalı bir ironi. Hip-hop uzun zamandır ırk ve müziğin nasıl etkileşime girdiği ve kimin bu kültürden faydalanmaya hakkı olduğu gibi çetrefilli sorulara yol açmıştır. Ancak 80'lerin başında, New York'un avangardıyla iç içe geçmiş, her türden ve geçmişten iddialı sanatçılar, müzikal vaadinin farkına varmıştı. Buna, disko sonrası New Wave'in temellerinden biri olan 'Rapture' single'ında hip-hop'ın bazı vokal ritmlerini ve tekniklerini kullanan Blondie de dahildi. İyi niyetleri gerçekti -- hip-hop'ın önemli öncülerinden Fab 5 Freddy ile dosttular. Grubu Bronx'un hareketli ortamıyla tanıştıran Freddy, şarkının klibinde sanatçı Jean-Michel Basquiat ve graffiti kralı Lee Quinones ile birlikte rol aldı. 

'Rapture'ın başarısı, MTV'de türün potansiyelinin habercisiydi, ta ki CBS Records, 1983'te Michael Jackson'ın 'Billie Jean' videosunu yayınlamaları için onları zorlayana kadar kanal yöneticileri aşağı-yukarı sadece beyazlara yönelik bir program politikasını sürdürdüler. Sonunda, Fab 5 Freddy kendi başına bir MTV yıldızı haline geldi; 1988'de 'Yo! MTV Raps' programının ilk sunucusu oldu. 

 



Grandmaster Flash and the Furious Five, 'The Message'ı yayınlıyor




Pek çok kişi tarafından bugüne dek kaydedilmiş en iyi hip-hop şarkısı olarak kabul edilen 'The Message', neredeyse ortaya çıkmıyordu.

1982'nin başlarında Sugar Hill Records'ın başkanı Sylvia Robinson, Sugarhill Gang'in ilk albümü 'Rapper's Delight'ın 1979'da yayınlanmasından bu yana plak şirketini tanımlayan "parti kafiyeleri" formülünün dışına çıkmak istiyordu. Mahalle hayatının gerçek yaşam mücadelelerini ele alan cesur bir rap kompozisyonu hayal ediyordu. Sugar Hill Records'ın perküsyonisti 'Duke Bootee' Fletcher bu zorlu görevi üstlenmeye hazırdı. 

MC olmamasına rağmen Fletcher şiir yazıyordu. New Jersey'nin Elizabeth kentindeki evinde, Siyah gettosunun zorlu sosyal ve ekonomik koşullarını anlatan 'The Jungle' adını verdiği bir şarkının sözlerini kaleme aldı. "Bir parkın karşısında oturuyordum ve arada bir şişelerin kırıldığını duyuyordum ve  'broken glass everywhere' diye başladım" şeklinde hatırlıyor Fletcher, 'The Message'ın açılış dizesini. Flecther kısa süre içinde parçanın kendine özgü groove'unu yaratan Sugar Hill aranjörü ve prodüktörü Jiggs Chase ile bir araya geldi ve ikili, işbirliklerini Robinson'a açıkladı.

Robinson, sokak zekasına sahip bir bakış açısına sahip olsa da, onun coşkusunu paylaşmadı. Genç hayranlarının ciddi, sosyal bilince sahip bir açıklama duymak isteyecekleri fikrinden rahatsız oldular. Rapçi Spoonie Gee geri çevirdi. The Sugarhill Gang'den Master Gee kaseti çöpe attı. Grandmaster Flash and the Furious Five'dan Melle Mel, "Kimse şarkıyı söylemek istemedi," diyor. Robinson sonunda grubu 'The Message'ı yayınlamaya ikna etse de, Melle Mel'in ikonik son dizesi, şarkıya grubun bir üyesi tarafından yapılan tek katkı oldu. Albüm şirketi tarafından teşvik edilen grup, cesur parça için artık sembolleşen bir video çekti. Onbir gün sonra altın plak kazanmışlardı. 

'The Message', reality rap'in doğuşunu sağladı ve popüler müziğin evriminde çok önemli bir ânı işaret etti. Bu yıl, Kongre Kütüphanesi tarafından, 50 önemli Amerikan şarkısından biri olarak seçildi. Kimsenin istemediği bir şarkı için hiç de fena değil.  

 



KDAY ve rap radyolarının ortaya çıkışı


1983'te Houston'dan Los Angeles'a taşındıktan bir hafta sonra Greg Mack, Kuzey Hollywood'daki Ameraycan Kayıt Stüdyoları'na girdi ve sektör içinde düzenlenen bir partide el sıkışmaya hazırdı. Kısa bir süre önce KDAY-AM (1580) için müzik direktörü olarak işe alınan 23 yaşındaki Mack, stüdyonun sahibi olan şarkıcı Ray Parker Jr.'ın doğrudan daveti üzerine oradaydı ve içeriye girer girmez, kendini Parker ve ünlü şarkıcı Barry White ile konuşurken buldu.   

"Sesimde hâlâ o Teksas aksanı vardı ve ben konuşurken Barry gülmeye başladı," diyor Mack. "Ne oldu?" dedim, o da "Dostum, sana gülmüyorum, sadece seni hissediyorum. Taze bir nefes gibisin," dedi. 

Mack, White'ın kendisine İyi olacaksın," dediğini hatırlıyor. "Bu şehri kontrol et, bu şehrin seni kontrol etmesine müsade etme."

White'ın sözleri çarpıcı bir önseziydi. Mack, müzik direktörü olarak göreve başladığında, ilk kez 1948 yılında yayın hayatına başlayan KDAY, Los Angeles'taki beş kentsel formatlı radyo istasyonu arasında son sıradaydı. 

Los Angeles'lı elektro grubu World Class Wreckin Cru'nun organizatörü ve Compton'daki Eve After Dark isimli gece kulübünün sahibi Lonzo Williams, "Daha genç bir kitleye hitap ediyorlardı," diyor. "R&B ve funk çalıyorlardı... Tom Browne, Cameo gibi sanatçılar, Frankie Smith'ten Double Dutch Bus gibi şarkılar."

Ancak, Mack'in işe alınmasından sonraki 90 gün içinde KDAY bir sıçrama yaparak 2 numaraya yükseldi ve şehirdeki tek kentsel formatlı FM istasyonu olan KACE'yi geride bıraktı. 

Mack'in sırrı neydi? Müzik direktörü, Güney-Merkez bölgesinden geçerken camını indirdi ve rap müziği duydu: Run-D.M.C., Kurtis Blow ve özellikle, Sugarhill Gang.  


(Konu hakkında daha fazla bilgi için şuradan devam edebilirsiniz.)



Roxanne savaşları




Hip-hop'ın kayıtlara geçmiş en eski kapışması neredeyse gerçekleşmiyordu.

UTFO, 1984 yılının hiti olan 'Roxanne, Roxanne'i yayınlamadan önce Brooklyn'li grup, parçayı elektro-club şarkısı 'Hanging Out'un B yüzü yapmayı planlamıştı. Ancak grubun menajeri, şarkıyı New York radyo istasyonu Kiss-Fm'den Kool DJ Red Alert'e verdiğinde, zevk sahibi DJ'in başka fikirleri vardı. 

UTFO'dan Fred 'Doctor Ice' Reeves, 2017'de verdiği bir röportajda, "Red, 'Hayır, B yüzünü çalacağım', dedi, " diyerek Reeves, Shaun 'Kangol Kid' Fequiere, Jeffrey 'Educated Rapper' Campbell ve Maurice 'Mix Master Ice' Bailey'den oluşan grubu müzik tarihine sundu ve 14 yaşındaki Lolita Shante Gooden'a kendi şarkısını yapması için bir kapı açtı. "O kadar büyük bir şey oldu ki, kimse albümün bir A yüzü olduğunu bile bilmiyordu."

Yapımcılığını R&B grubu Full Force'un üstlendiği 'Roxanne, Roxanne', --UTFO'nun anlattığı, rakipten gelen teklifleri reddeden "kendini beğenmiş," uçarı bir kızın eğlenceli hikayesiyle-- ülke çapında genç hip-hop'çıların hayal gücünü ele geçirerek, Billboard R&B listesinde ilk 10'a girdi.  

Ancak, 'Roxanne, Roxanne'in hikayesi, Gooden, nam-ı diğer Roxanne Shante'nin devreye girmesiyle bambaşka bir yere doğru yöneldi. UTFO'nun bir New York konserini iptal etmesinin ardından, konserin organizatörlerinden biri olan, geleceğin Juice Crew prodüktörü Marley Marl, Queensbridge'li genç rapçiyi, grubu hedef alan ve zaman zaman şok edici derecede küfürlü bir yanıt olan 'Roxanne's Revenge'i kaydetmeye ikna etti.

Shante'nin 'Roxanne's Revenge' isimli şarkısı, piyasaya çıktıktan birkaç hafta sonra, sadece New York'ta 250.000 kopya sattı. Shante, 2019'da, "Beni stüdyoya sokmak zordu," diye itiraf etti. "Stüdyoda yatıp kalkan biri değildim. 'Roxanne's Revenge'i kaydederken resmen çamaşır falan yıkıyordum." Ev işlerini bitirdikten sonra Shante işe koyuldu: Doctor Ice ve UTFO'ya, "He ain't really cute, and he ain't great/He don't even know how to operate," diyerek ateş püskürdü. 

UTFO ve Full Force, daha sonra yerini, bir modeli andıran Adelaida Martinez'e bırakacak olan Elease Jack'in yer aldığı 'The Real Roxanne' ile geri döndü. Brooklyn'li Sparky D de 'Sparky's Turn (Roxanne, You're Through)' ile olaya dahil oldu. Ertesi yıl, aralarında 'The Parents of Roxanne', 'I'm Lil Roxanne', 'Roxy: Roxanne's Sister', 'Roxanne's a Man (The Untold Story -- Final Chapter)' ve 'The Final Word -- No More Roxanne (Please)'in de bulunduğu birçok  şarkı piyasaya çıktı.

Ortalık yatıştığında, bu çılgınlıktan para kazanmak amacıyla tarminen 100 adet Roxanne şarkısı piyasaya sürülmüştü. Kangol Kid, 2019'da, "Gurur vericiydi ve birkaçı komikti," dedi, "ama Grandmaster Flash & Furious 5, Cold Crush Brothers ve Run-D.M.C. gibi harika olmaya çalışıyordum. İnsanların taklit etmek istediği bir şeyin parçası olduğum gerçeğini takdir etsem de, bu insanların orijinal olamaması can sıkıcıydı."

Yine de Fequiere, UTFO'nun etkisini küçümsüyor olabilir. Her ne kadar bir yeniden birleşme asla gerçekleşmemiş olsa da --Campbell, 2017'de, Fequiere ise 2021'de vefat etti-- şarkı, rap'in yakında gerçekleşecek olan ticari taç giyme törenine açılan bir kapı oldu. Roxanne kazandı.   



İkinci Bölüm





Luther Campbell, Güney'e önderlik ediyor

 

Güney rap'i, modern çağın belirleyici seslerinden biri olmasına karşın, türün ilk onyıllarının hikayesinde genellikle göz ardı edilir. Atlanta, bölgenin rap başkenti olurken Memphis ve New Orleans ile Virginia da dönemin belirleyici etkilerini yarattı. Ancak, 2 Live Crew'dan Luther Campbell'ın ulusal çapta etki yaratan ilk Güneyli rap müzik şirketlerinden biri olan Luke Skywalker Records için bayrağını diktiği yer, o güzel ve lanetli eyalet, Florida'ydı. 2 Live Crew --ifade özgürlüğüne ilişkin Amerikan hukuk teorisini yeniden şekillendirecek kadar şehvetli şarkılar yapan grubu-- Miami'deki kayıt şirketiyle (daha sonra Luke Records olarak değiştirildi) kurduğu bağımsız altyapı olmadan mümkün olamazdı. Campbell, Güneyli rapçilerin, Doğu ya da Batı'nın kendilerini fark etmesini beklememeleri için bir örnek oluşturdu -- kendi şartlarında, kendi zevklerine göre kayıtlar yaptılar ve müziği bunun için daha da güçlü hale getirdiler. 




Run-D.M.C., Adidas ile anlaşıyor



Run-D.M.C., 19 Temmuz 1986'da, New York'taki Madison Square Garden'da sahneye çıktığında, Joseph 'Run' Simmons, Darryl 'D.M.C.' McDaniels ve Jason 'Jam Master Jay' Mizell, tarih yazma konusunda çoktan ustalaşmışlardı. 

Üçlünün 1984'te çıkardığı, grubun kendi ismini taşıyan ilk albüm, onlara altın plak kazanan ilk hip-hop grubu ünvanını verdi. İkinci albümleri 'King of Rock'ın (1985) piyasaya sürülmesiyle grup, hip-hop için bir başka dönüm noktasına ulaştı ve 1 milyondan fazla albüm satarak MTV'de video yayını yapan ilk rapçiler oldular. Bir yıl sonra ise 'Raising Hell' ile multiplatin plak kazanan ilk rap grubu olarak isimlerini bir kez daha rekorlar kitabına yazdırdılar.

Run-D.M.C., hip-hop'ı ana akımda zafere taşırken, Adidas da şansını deneyeceği bir isim arıyordu. Alman ayakkabı ve spor malzemeleri devi, onlarca yıldır uluslararası pazarı domine ediyordu. Ancak 80'lerin ortalarına gelindiğinde şirket, Amerika'daki pazar payını Nike ile onun yükseklerde uçan basketbol fenomeni Michael Jordan'a ve aerobik patlamasının önemli markası Reebok'a kaptırıyordu. Run-D.M.C.'nin tur menajeri Lyor Cohen, Adidas yöneticisi Angelo Anastasio'yu MSG konserine davet ederek, grubun trend belirleyicisi olarak kullanılmayan potansiyelini göstermek istedi. 

Biletleri tükenen 45 konserlik Raising Hell turnesi sırasında Run-D.M.C.'nin gücü tam anlamıyla gözler önüne serildi. Turneye katılan pek çok hayran, grubun alamet-i farikası olan eşofman takımları, altından kalın zincirler, siyah fötr şapkalar ve en göze çarpanı da, grubun 1986 tarihli single'ı 'My Adidas'ta ölümsüzleşen, çoğu zaman bağcıksız olan klasik üç şeritli Adidas spor ayakkabılarını giyiyordu.





"Now me and my Adidas do the illest things/We like to stomp out pimps with diamond rings/We slay all suckers who perpetrate/And lay down law from state to state," diyordu D.M.C. ve Run, Jam Master Jay'in cut ve scratch'leriyle harekete geçirdiği seyrek Rick Rubin beat'i üzerinde. 

McDaniels, grubun Madison Square Garden'daki önemli 'My Adidas' performansıyla ilgili bir röportajında, "Albüm çıkalı yaklaşık üç ay olmuştu," diye hatırlıyor ve ekliyor: "Run, 'Spor ayakkabını çıkar ve havaya kaldır,' dediğinde ayakkabımı 20.000 kişiye doğru kaldırdım ve onlar da aynısını yaptı. Çılgıncaydı."   

Anastasio o kadar etkilendi ki, Run-D.M.C. ile Adidas arasında 1,5 milyon dolarlık bir anlaşma imzalayarak grubun kendi özel ayakkabısını üretmesini sağladı ki, bu sadece bir rap grubu için değil, herhangi bir müzisyen için de ilkti. Adidas'ın zamanlaması daha mükemmel olamazdı: Madison Square Garden'daki konserden haflatar önce Run-D.M.C., Aerosmith'in 1975 tarihli rock klasiği 'Walk This Way'in grubun Steven Tyler ve Joe Perry tarafından seslendirilen cover'ını, MTV tutkunu genç Amerikan'nın kalbine ve zihnine hızla kazınan bir video eşliğinde yayınlamıştı: Adidas giymiş Run-D.M.C. bir odada çalışmakta ama yan odadan gelen Aerosmith'in çığlık çığlığa gitar şovları onlara engel olmaktadır.Her ikisi de gürültüden şikayet etmek için duvara vurmaktadır. Sonunda duvar yıkılır ve onunla birlikte hip-hop ve rock 'n' roll arasındaki ayrım da ortadan kalkar.

 


Run-D.M.C.'nin 'Walk This Way' şarkısı, Billboard Hot 100 listesinde 4 numaraya yükselerek Aerosmith'in düşüşteki kariyerini canlandırdı. Bu arada Run-D.M.C.'nin ilk Adidas ayakkabısı olan Superstar, aynı yıl yarım milyon çift satacaktı. Çok geçmeden grubun kendi ayakkabı serisi oluştu --en sevdikleri arabaların adını taşıyan yüksek topuklu Eldorado ve Fleetwood ile alçak topuklu Brougham ve dinleyicilerin de onlar gibi bağcıksız giyebilmeleri için elastik bir dile sahip olan Ultrastar-- Run-D.M.C. sweatshirt'leri ve deri eşofmanlarıyla birlikte.

Hip-hop'ta sponsorluk anlaşmaları o zamandan beri olağan hale geldi. Ancak, Kanye West ve Adidas, Yeezy ayakkabı imparatorluklarıyla milyarlarca dolara ulaştıklarında Run-D.M.C.'nin omuzlarında yükseliyorlardı. 



Def Jam tura çıkıyor


1987 Def Jam turnesi, o zamana dek yapılmış en iddialı hip-hop turnesiydi ve kadrosunda, yakında iki platin plak kazanacak olan LL Cool J, Whodini, Eric B. & Rakim, DJ Jazzy Jeff & the Fresh Prince, Doug E. Fresh, gelecek vaat eden Public Enemy ve daha fazlası yer alıyordu. Arena konserlerinde ortalama 10.000 ila 12.000 koltuk vardı ve 6,5 milyon dolar hasılat elde ediliyordu (enflasyona göre düzeltilmiş hali 17 milyon dolardan fazla). Yine de yıldızlarla dolu turne, güçlü rüzgarlarla karşılaştı: Bir yıl önce Run-D.M.C.'nin Raising Hell turnesi, izleyicileri tıklım tıklım doldurmuştu ancak gösteriler, birkaç şiddet olayı nedeniyle olumsuz (ve ırkçı önyargılı) manşetlere de yol açmıştı. Def Jam turnesi, felaket tellallarının yanıldığını kanıtladı.   



Public Enemy ve N.W.A., rap'e öfkeyi getiriyor




Hip-hop'taki en önemli yılın doğuşu 1987 yazında başladı. Hank Shocklee, ailesiyle birlikte Long Island'daki bir sinemaya giderken arabasının radyosunu dinliyordu ki, hoparlörlerden Eric B. & Rakim'in 'I Know You Got Soul' şarkısı aniden yükseldi. O zamana dek, ikonik ikilinin platin plak kazanan ilk albümü 'Paid in Full', bir gecede rap'in yönünü değiştirivermişti.

Public Enemy'nin yenilikçi prodüksiyon ekibi Bomb Squad'ın kurucu üyesi Shocklee şaşkınlık içinde oturuyordu. Çılgınca grubun baş hatibi Chuck D'yi aradı, o da az önce duydukları karşısında aynı şekilde şaşkına dönmüştü.

"'I Know You Got Soul' zamanı durdurdu," diye hatırlıyor Shocklee. "O albüm çıktığında, diğer tüm şarkılar sessizliğe bürünmüştü. Ben ve Chuck çıldırdık, çünkü 'I Know You Got Soul' çok iyiydi [gülüyor]. Şimdi bunu aşmak için bir şeyler yapmalıydık."


(Konu hakkında daha fazla bilgi için şuradan devam edebilirsiniz.)



Ergen Notorious B.I.G, Brooklyn'de bir köşede freestyle yapıyor 




17 yaşında bir genç, Brooklyn'in Bedford-Stuyvesant mahallesindeki bir sokağın köşesinde duruyor. Bir marketin önünde, etrafı arkadaşları ve mahalle sakinleriyle çevrili, elinde mikrofon ve arkadan gelen müzik. Çocuk, normal ötesi bir duruş ve tarzla freestyle yapıyor, tek bir heceyi bile kaçırmıyor, yendiği adamı kızdırıyor. 

Bir enstrümanın tohumlarının şekillendiğini, bir sesin kendine gelişini duyabilirsiniz. Yoldan geçenler onu izlemek için dururken, çocuk kendinden emin görünüyor, ancak yine de bariz yeteneği konusunda temkinli olabilir.

Bu çocuk, Christopher Wallace'tır ve çok geçmeden Biggie Smalls, nam-ı diğer Notorious B.I.G., döneminin en önemli, sevilen ve trajik sanatçılarından biri olacaktır. Ancak 1989'daki bu bir dakika boyunca, mahallesinde eğlenen, hip-hop olasılığını ve onun içindeki yerini tamamen yaşayan bir gençtir.




Hip-hop, poplaşıyor




Bunu, hip-hop'ın kaçınılmaz Elvis Presley ânı olarak düşünün: Rock 'n' Roll'un Kralı'nın, Big Mama Thornton'ın 'Hound Dog' şarkısını yeniden söyleyip de 1 numaralı pop hitine imza atmasından 34 yıl sonra, Vanilla Ice'ın 'Ice Ice Baby' isimli şarkısı, Billboard'un ot 100 listesinde zirveye yerleşen ilk rap şarkısı olduğunda, baika bir beyaz adam, başka bir Siyah sanat formunu yeni ticari zirvelere taşıyordu.

Queen ve David Bowie'nin 'Under Pressure' şarkısının bas partisyonunun belirgin bir sample'ı üzerine inşa edilen --Vanille Ice önceleri, riff'te yaptığı "küçük bir değişikliğin" şarkıyı kendisine ait kıldığını iddia etse de-- 'Ice Ice Baby', Robert Van Winkle doğumlu rapçi ve dansçıya uluslararası bir şöhret getirdi ve 1990 tarihli 'To the Extreme' albümünün satışlarını yedi katına çıkardı. 

'Ice Ice Baby'yi şimdilerde dinlemek, onun bariz cazibesiyle yeniden karşılaşmak demek: Lamborghini'ler ve bikinilerden daha azı hakkındaki yapışkan tekerlemeler; bir Afro-Amerikan kardeşlik kulübü ilahisinden alınan isim; DJ'i, onu döndürürken kolayca kontrol edilebilen o hipnotik baslar. Yine de şarkıyı bugün dinlemek, rapçinin kendisi onyıllar önce bu fikirden rahatsız görünse bile, Vanilla Ice'ın beyazlığının pazar avantajını fark etmek manasına geliyor. Yükselişi hakkında 1991 yılında New York Times'a verdiği demeçte, "Beyaz olmamın bununla bir ilgisi var, ama söyledikleri kadar değil," demişti. 

Elvis'in başarısında olduğu gibi, Vanilla Ice'ın başarısı da, kendisinden önce daha sınırlı bir başarı yakalayan Siyah sanatçıların elde ettiği kazanımları genişletti. 1988'de Tone Loc, Van Halen'ı örnek alan 'Wild Thing' ile Hot 100'de 2 numaraya kadar yükseldi ve şarkının ortak yapımcısı Mike Ross, ilk olarak Los Angeles'ın alt-rock radyosu KROQ-FM'de patladığını belirtti. Bir sonraki yıl Young MC, 'Wild Thing' gibi Ross'un Delicious Vinyl şirketinden çıkan 'Bust a Move' ile 7 numaraya yükseldi. Digital Underground, 1990'da komik 'The Humpty Dance' ile 11 numaraya yükseldi. Bir de o yıl MC Hammer'ın 'U Can't Touch This' şarkısı vardı -- ikili ayrılmadan önce Vanilla Ice'ı ön grup olarak sahneye çıkarmıştı Hammer. 




'U Can't Touch This' şarkısının Hot 100 listesinde 8 numaraya kadar yükselmesi, büyük ölçüde Hammer'ın albüm şirketinin, tüketicilerin albümü satın almasını sağlamak amacıyla şarkıyı single olarak yayınlamama kararından kaynaklanıyordu -- ki milyonlarca kişi bunu yaptı. Yine de, bu pazarlama manevrası Vanilla Ice'a, 'Ice Ice Baby'nin single listesindeki tarihî pozisyonuyla ilgili olarak övünme hakkı verdi.

Ve övündü de: Vanilla Ice'ın albüm şirketi SBK Records'ın eski yöneticilerinden Michael Mena, rapçi ve albüm şirketinin kurucu ortağı Martin Bandier --SBK'daki "B"-- ve Bandier'in kızıyla çektirdiği bir fotoğrafı hatırlayarak, "Zirvede olduğu dönemde çok fazla kibir sahibi olduğunu söyleyebilirim," diyor. 

"Sonrasında Marty'ye, 'Merhaba, baba,' dedi," diye hatırlıyor Mena, gülerek. "Ben de 'Marty'nin bundan hoşlanacağını sanmıyorum,' dedim." (Vanilla Ice, yorum talebine yanıt vermedi.)

Rapçi, çok tartışılan 'Sex' isimli kitabında kendisine yer veren Madonna ile çıkarak ve 1991 yapımı 'Teenage Mutant Ninja Turtles II: The Secret of the Ooze' filminde rol alarak bir anda kazandığı şöhretten en iyi şekilde yararlandı. Daha sonra, 'Ice Ice Baby'nin gerçek kendisini temsil etmediğini söyledi. Spin dergisine 1994 yılında verdiği demeçte, "Beni Evel Knievel gibi gösterdiler," dedi. "Genç idol gibi bir şey. Ve bu ben değilim." Şarkıyı 1998'deki 'Hard to Swallow' albümünde işkence görmüş bir nu-metal çığlığı olarak yeniden yorumladı.

Mirası karmaşık olsa da, 'Ice Ice Baby', inkar edilemez bir şekilde Dr. Dre, Snoop Dogg ve 2Pac'ın ana akıma girerek pop süperstarları olmalarını sağlayan kapıyı açtı. 80'lerin sonu ve 90'ların başında MTV'de program yapan müzik endüstrisi emektarı Abbey Konowitch, Dre'nin 'Nuthin' But a 'G' Thang' şarkısını ilk kez duymasını, Bon Jovi ve Poison'ın daha önceki hair-metal şarkılarını düpedüz sağlıklı gösteren cesur ve seksî Guns N' Roses hiti 'Sweet Child o' Mine' ile karşılaştırıyor. Konowitch'e göre bu şarkıların hard rock için yaptığı gibi Vanilla Ice'ın sansasyonu da hip-hop'ı "banliyö kitlesi için daha erişilebilir" hale getirdi.



Ice-T, 'New Jack City' ile bir rapçi için ilk büyük oyunculuk deneyimine imza atıyor



1991'den önce de rapçiler filmlerde oynamıştı.

fab 5 Freddy, 1983 yapımı yarı-belgesel 'Wild Style'da kendisinin bir versiyonunu oynamıştı. Melle Mel, 1984 yapımı 'Beat Street'te zebra desenli bir yelek giyerek partiyi sallıyordu. Ve Run-D.M.C.'nin 1988 yapımı 'Tougher Than Leather'daki kanunsuz adalet arayışını kim unutabilir?

Ancak, Ice-T, 'New Jack City'de görünene kadar bir MC büyük bir Hollywood yapımında önemli bir dramatik rol üstlenmemişti. 


(Konu hakkında daha fazla bilgi için şuradan devam edebilirsiniz.)



Dr. Dre, 'Chronic'i yayınlıyor



Dr. Dre bugün, Los Angeles hip-hop kültürünün üzerinde bir sıra dağ gibi yükseliyor -- her zaman orada olan ve manzarayı tanımlayan bir şey. Rap müziğin ilk milyarderi, Snoop Dogg'dan Eminem'e kadar birçok ünlü ismin ilk akıl hocası, kulaklık devi, Super Bowl'da tarih yazan kişi -- moden müzik endüstrisi, onun katkıları olmadan tanınmaz hale gelirdi.

Ancak 1992'de hâlâ kanıtlaması gereken bir şeyleri olan genç bir yapımcıydı. N.W.A.'in --G-Funk'ın çok hızlı olmayan, özlü tarzı haline gelecek olan-- sound'unun mimarı  o kışkırtıcı grubun yüzü değildi. Ama solo bir sanatçı olarak ortaya çıktı ve son derece tehlikeli yeni bir şirket olan Death Row Records ile anlaştı. 

İlk olarak aynı adlı gangsta-noir filminin müziği için kaydedilen 'Deep Cover' geldi. Dre'nin cesur ilk solo albümü, N.W.A.'in 'Fuck tha Police' şarkısınının, polisleri korkutan tehdidini daha da sert derinliklere taşıdı ve genç suç ortaklarından birini, Snoop Doggy Dogg adıyla rap yapan Calvin Broadus adlı zayıf ve şık bir Long Beach MC'sini tanıttı.  

 



İkili, aynı yılın ilerleyen günlerinde Dre'nin ilk solo albümü olan ve Southland'de ânında klasikleşen 'The Chronic'te yeniden bir araya geldi. Müzikte bir zaman ve mekanın çarpıcı bir belgesi olmaya devam ediyor -- 'Batı Yakası'nın hem ifade edilen bir tarz, hem de küresel bir ticari güç haline geldiği dönem. P-Funk sample'ları, çevik melodik synth hatları ve aşırı şiddet içeren lirizmin karışımı bir bölgeyi tanımladı ve ülkeyi büyüledi. L.A.'de 'Nuthin' but a 'G' Thang' ya da 'Let Me Ride' olmadan bir hayat düşünebiliyor musunuz? Denemeyeceğiz bile.

'The Chronic', Billboard 200'de 3 numaraya kadar yükseldi, Top 10'da sekiz ay geçirdi ve yakında yıldız olacak Nate Dogg ve Warren G'yi tanıttı. Albüm, Snoop Dogg'ı takip edilmesi gereken bir MC'ye dönüştürdü ve yakında başka bir L.A. klasiği haline gelecek olan, Dre yapımı 'Doggystyle' yayınlanacaktı.

Dre'nin prodüktör ve yönetici olarak kariyeri, Tupac Shakur'u süperyıldızlığa taşıdı ve sorunlu Death Row'dan ayrılarak Eminem ve 50 Cent'i keşfettiği Aftermath Entertainment'ı kurduğu bu dönemi bile gölgede bırakacaktı. Daha sonra Interscope'un patronu Jimmy Iovine ile biri-likte Beats by Dre'yi kurdu; ikili, 2014 yılında şirketi 3 milyar dolara Apple'a sattı. Ancak 1992'de popüler müzikte yeni bir şafağın atan kalbine daha yakın kimse yoktu. Sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. 




Cash Money Records, Mannie Fresh'i işe alıyor


Fresh, yeni kurulan Cash Money şirketine katılmadan ve 23 milyondan fazla satan albümlerin prodüksiyonunu üstlenmeden önce, New Orleans'ın popüler mekanı Club Rumors'un dolmasını sağlayan en önemli unsurdu. Diğer DJ'ler kalabalığı coşturmak için MC T. Tucker ve DJ Irv'ün 1992 tarihli single'ı 'Where They At?"i çalarken Fresh, şehrin ilk bounce kaydı olarak anılan bu yerel hiti R&B ve kilise müziği sample'ları ile zenginleştirdi. Sadece club müdavimleri değil, 93'te onu Cash Money için işe alan Bryan 'Baby' Williams ve Ronald 'Slim' Williams kardeşler de büyülendi. Beş yıl sonra, Fresh'in, Juvenile'ın dört platin plak kazanan '400 Degreez' albümüyle müthiş bir çıkış yakalamasıyla bu hamle meyvesini verdi. O zamandan beri Fresh, Birdman ile platin plak kazanan Big Tymers'ın bir yarısı olarak ticari beğeni topladı ve Lil Wayne'den T.I.'a kadar birçok kişiyi şirket bünyesine kattı.



The Source, 'Illmatic'e tam not veriyor


Nas, 12 yaşındayken "İsa'yı öldürdüğü için cennete gitti" -- en azından Main Source'un 'Live at the Barbecue' şarkısında böyle iddia ediyordu, dünyanın duyacağı ilk dizesi buydu. Bu şarkının yanı sıra MC Serch'ün 'Back to the Grill' ve kendi çıkış single'ı 'Halftime' ile Nas, dünyayı ayağa kaldırdı. İlk albümü için beklentiler ne kadar yüksekti? Dönemin etkili rap dergisi The Source, bunu "ikinci geliş" olarak tanımlıyordu.

Ancak Nas sadece çıtayı yükseltmekle kalmadı; 'Illmatic' ile pek çok kişinin hâlâ hip-hop'ın en iyi albümü olarak kabul ettiği bir işe imza attı. Source bu albümü, en yüksek notu olan '5 mikrofon' ile ödüllendirdiğinde herkes şoke oldu; o zamana dek sadece altı albüm bu şerefe layık görülmüştü ve bu onuru yeni bir sanatçının alması son derece nadirdi. 

Source stajyeri Minya Oh, 500'den fazla kelimeyle Nas'ın lirik yeteneğine ve DJ Premier, Large Professor, Pete Rock, Q-Tip ve L.E.S.'in seçkin prodüksiyonuna övgüler yağdırarak albümün rap tarihindeki yerini teslim etti. Oh, "Sonuç olarak, albüm sizinle kişisel düzeyde konuşmasa bile, müziğin kendisi yine de verdiğiniz paraya değer," diyordu. "Nas'ın şiirsel gerçekçiliğinin değerini en azından takdir edemiyorsanız, hip-hop'tan uzaklaşsanız iyi edersiniz." 





"Death Row'a gelin"




3 Ağustos 1995'te, o zamanlar Death Row Records'ın CEO'su olan Marion 'Suge' Knight, hip-hop'ın en büyük törenlerinden birini, nifak tohumları ekmek için bir fırsat olarak kullandı. 

New York'taki Madison Square Garden'ın Pramount Tiyatrosu'nda düzenlenen İkinci Source Ödülleri'nde Knight, yılın film müziği ödülünü kabul konuşmasını alenen hakaret ederek ve bir davetle bitirdi.

"Sanatçı olmak, yıldız olarak kalmak ve yapımcının videolarda, şarkılarda ve koreografilerde yer alması konusunda endişelenmek istemeyen tüm sanatçılar Death Row'a gelsin."

İğnelemenin hedefi, Bad Boy Records'ın CEO'su olan Sean 'Diddy' Combs ve onun spot ışıklarına olan aşkıydı. New York merkezli Bad Boy, büyük ölçüde Notorious B.I.G. ve onun 1994 tarihli ilk albümü 'Ready to Die' ve Combs'un parlak giyimli bir rapçi, yapımcı ve ünlü olarak kendi yükselişi sayesinde müzik endüstrisinin yeni sansasyonu olarak ortaya çıkmıştı. Knight'ın Death Row'u, Dr. Dre'nin 1992 tarihli 'The Chronic' ve Snoop Dogg'ın ertesi yıl çıkardığı 'Doggystyle' albümlerinin başarısı üzerine inşa edilmiş, erkeksi kabadayılık ve  gangsta-funk ritimleriyle Batı Yakası'nın sunduğu anti-tezdi. 

Knight'ın yorumları, o dönemde hip-hop'taki iki yaka arasındaki gerilimi hızlandırarak türün en çalkantılı dönemlerinden birini başlattı. Bu arada Death Row, kadrosuna önemli bir ekleme yapacaktı: Knight'ın konuşmasında daha önce bahsettiği 2Pac, yani nam-ı diğer Tupac Shakur.

1995 Source ödülleri sırasında 2Pac, o Şubat ayında cinsel istismar suçundan hüküm giydikten sonra New York'un kuzeyindeki Clinton Islah Tesisi'nde mahkumdu. 2Pac toplumdan uzaklaştırılmasına rağmen gündemde kalmaya devam etti: Üçüncü albümü 'Me Against the World', hapse girdikten bir ay sonra Billboard 200 listesinde zirveye yerleşti. Eylül 1995'te Knight'ın, 1,4 milyon dolarlık kefaletini ödemeyi kabul etmesinin arıdndan Death Row'a katılmak için el yazısıyla biz sözleşme imzaladığında tekrar manşetlere çıkacaktı. Ertesi ay hapishaneden çıktı, Los Angeles'a uçtu ve doğrudan stüdyoya girdi. Aralık 1995'te yayınlanan 'California Love', Knight'ın dünyaya yeniden küstahça tanıtılması anlamına geliyordu.

"Out on bail, fresh out of jail, California dreamin'" -- özgürlüğüne yeni kavuşmuş bir adamın enerjisiyle dolup taşan 2Pac, Dr. Dre tarafından hassas bir şekilde loop'lanan, Joe Cocker'a ait piyano riff'inin üstüne okudu. 'California Love', 2Pac'ın kendini yeniden kanıtlamasına yardımcı olurken, Death Row ile olan uyumu, şirketi ticari açıdan zirveye taşıdı. Ne yazık ki, 2Pac'ın, Death Row'tan çıkan ilk albümü olan 'All Eyez on Me'nin yayınlanmasına giden ve hemen ardından gelen ihtişam kısa sürdü, eski arkadaşı Notorious B.I.G. ile olan anlaşmazlığına ve hip-hop'ın Doğu Yakası-Batı Yakası çatışmasına sürüklendi. 

Sonraki 15 ay içinde Dr. Dre, Death Row'dan ayrıldı; Shakur, Las Vegas'ta vurulduktan sonra öldü ve Knight şartlı tahliye koşullarını ihlal ettiği için hapse atıldı. Knight'ın mahkumiyetinden kısa bir süre sonra Notorious B.I.G., Los Angeles'ta ölümcül bir şekilde vurularak  hip-hop yolculuğundaki trajik dönemi kapatmış oldu. 




Lil Kim 'sertleşiyor'




Eğer 2023 yılında bir kadın rapçi şu dizeleri söyleseydi, feminist cennete gönderilir ve Ben Shapiro'ya hak ettiği bir anevrizma yaşatırdı: "You ain't lickin' this, you ain't stickin' this /And I got witnesses, ask any n-- I've been with / They ain't hit s-- till they stuck they tongue in this / I don't want d-- tonight, eat my p-- right." 

Ama, Lil' Kim'in 'Hard Core' şarkısının bu muhteşem dizeleri, 1996 yılında müzik marketlerde yerini aldı. Bugün, 90'ların ortasındaki hip-hop'ın kaba-saba erkek ortamında hem rap sanatının, hem de küstah kadın özgüveninin bir klasiği olarak kabul ediliyor. Queen Latifah ve Salt-N-Pepa'dan bayrağı devralan Kim; Cardi B, Megan Thee Stallion ve (her ne kadar bu karşılaştırmadan nefret etse de) Nicki Minaj'a ilham vermeye devam edecekti. 'Not Tonight' ya da 'Queen Bitch' olmadan 'WAP olmazdı. 

Ancak, Kimberly Jones karmaşık, çelişkili bir sanatçıydı ve 'Hard Core', kadın ve seks hakkında farklı fikirlere sahip bir rap kültürüne giriş yaptı (Source'taki bir başlık: "Sex & Hip-Hop: Hayat Kadını ya da Eroin?"). Notorious B.I.G. tarafından akıl hocalığı yapılan (albümün kapağı için bacakları açık verdiği pozu o seçmişti) 1.80 boyundaki Kim, çekiciliğinin derin farkındalığının yanı sıra, çocukluğunda yaşadığı evsizlik ve uyuşturucu satıcılığından kaynaklanan travmalarla piyasaya çıkmıştı.

Junior M.A.F.I.A. grubunun emektarlarından olarak 'Hardcore'da tüm çelişkilerini ortaya koydu ve 'Dreams' gibi bir parçada Babyface, Brian McKnight ve D'Angelo ile birlikte olma hayalleri kurarken, aynı zamanda çok güçlü erkeklerin ('Hard Core'u kaydettiği sırada onu hamile bırakan Biggie de dahil olmak üzere) kontrolü altında bir söz yazarı ve MC olarak sesini duyurmaya çalıştı.

Kim, cinsel açık sözlülüğünü sanat haline getirdi ve avangard, aşırı açık kıyafetleriyle modayı değiştirdi (1999 MTV VMAs kıyafeti hâlâ akıllardadır). Biggie'nin 1997'de öldürülmesinin ardından 'The Jumpoff' ve 'How Many Licks' gibi parçalarla yeteneğini kanıtladı. Ancak kariyeri 2000'lerin ortasında durakladı ve hip-hop endüstrisi, cinsel olarak özgürleşmiş bir kadının kariyerini orta yaşa kadar nasıl sürdüreceğini bilmiyordu. 'Hard Core' zamanının ötesindeydi ve Kim hem ödülleri topaldı, hem de geleceği görmenin bedelini ödedi. 

   



Missy Elliott, Jeep'in anahtarlarını kapıyor




Elliott ilk solo albümüyle hip-hop'ın geleceğini keşfetmeyi amaçlamamıştı. Kendisinin anlattığına göre, aklında daha acil meseleler vardı. 

1990'ların ortalarında, uzun süredir yaratıcı ortağı olan Timbaland ile birlikte şarkı sözü yazarlığı ve prodüktörlük yapan Elliott --birlikte Ginuwine, SWV ve Aaliyah için hit şarkılar yapmışlardı--, 1997 tarihli 'Supa Dupa Fly'ı kaydetmeyi sadece Elektra Records ile yaptığı ve Timbaland ile birlikte başka sanatçılar için yazmak ve prodüktörlüğünü yapmak istedikleri kayıtları yayınlamak üzere Gold Mind adında kendi albüm şirketini kurmasını sağlayacak bir anlaşmanın parçası olarak kabul etti.  

Geçen yıl Rolling Stone'a verdiği demeçte, "Tim, acele edip bu albümü yapalım ki, ben de sanatçılarla çalışmaya başlayabileyim," dedi. "Böylece iki hafta içinde tamamladık."

Aceleye gelmiş olsun ya da olmasın, 'Supa Dupa Fly', hip-hop ve R&B'nin sesini, Elliott'ın alışılmadık nakaratları ve seks, ot ve Jeep'iyle sahile gitmek hakkındaki eğlenceli ama sokak zekasına sahip kafiyeleriyle kaplanmış bir oyun alanı olarak yeniden yarattı. 

Elliott'ı bu yılki 'Quest for Fire' albümünde bir şarkıda konuk eden EDM yıldızı Skrillex, "Beni yakaladı," diyor. Skrillex, çocukken Elliott'ı, Hype Williams'ın yönettiği ve Elliott'ın dev bir çöp torbası gibi görünen bir yerde dans ettiği ikonik klip, 'The Rain (Supa Dupa Fly)" ile MTV'de gördüğünü hatırlıyor. "Henüz müzik ve prodüksiyon hakkında hiçbir şey bilmiyordum ama onun yeteneğinden çok etkilenmiştim -- kelimenin tam manasıyla ruhumda iz bırakan soyut bir titreşim." 




'Supa Dupa Fly' bir anda hit oldu ve o dönemde bir kadın rapçi için en yüksek listelere giren ilk albüm oldu; platin plak kazandı ve bir çift Grammy adaylığı aldı. Elliott o dönemde başarısını, müziğinin 2Pac ve Notorious B.I.G.'nin öldürülmesinin ardından güzel günlere dair renkli bir vizyon sunmasına bağlıyordu.

1998'de The Times'a verdiği demeçte, "Rap yeniden olumsuz şeyleri tartışmaktan ibaret olmayan konulara dönüyor," diyordu. "Bu yüzden müziğimin bitiyor olabileceğini düşünüyorum."

Elektra'nın o dönemdeki başkanı Sylvia Rhone, 'Supa Dupa Fly'ın "kültür için iyimser bir soluk" olduğunu kabul ediyor. Ancak, Elliott'ın aynı zamanda kadınların nasıl görünmeleri ve ne hakkında rap yapmaları ya da şarkı söylemeleri gerektiğine dair hakim fikirleri de yıktığına dikkat çekiyor. Şu anda Epic Records'ın başında olan Rhone, "Siyah kadınlar, Missy'yi gördüklerinde aynaya bakıp kendilerini görebilirler," diyor. "Güçlü bir Siyah kadındı kendilerini özdeşleştirebilecekleri konular hakkında --ve kulağa hoş gelen bir şekilde-- yazıyordu. Kısa sürede herkes onun tarzını yakalamaya çalıştı."

Elliott, Timbaland ile birlikte 'Get Ur Freak On' ve 'Work It' gibi bir döneme damgasını vuran hitlere imzaa ttı ve 2015 yılında Katy Perry'nin konuğu olarak Super Bowl devre arası gösterisini salladı. Bu sonbaharda, Rock & Roll Hall of Fame'e kabul edilen ilk kadın hip-hop sanatçısı olacak; bu onur, oy verenler tarafından Elliott'a, mümkün olan ilk yılda bahşedildi.




Houston'lı DJ Screw, bir plak dükkanı açıyor


Screwed Up Records & Tapes, pek misafirperver bir plak dükkanı değildi. Güneydoğu Texas'ın bunaltıcı bölgesindeki Cullen Bulvarı'nda yer alan bu mekanın içi, kurşun geçirmez plastikle kaplanmıştı. Dinleme istasyonlarında ürünlerden numune alamazdınız. Ve oradan sadece tek bir şey satın alabiliyordunuz: 1998 yılında dükkanını açana dek mallarını kendi evinde satan dükkan sahibi DJ Screw'un sıcak yemiş ve uzun zamandır bekleyen kasetleriyle mixtape'leri. 

Yine de bu kasetler kendi başlarına birer dünyaydı. Screw'un yavaşlatılmış, detone, bedensiz estetiği, hem sample manipülasyon tekniklerinin, hem de müziğini dinlemenin nasıl bir his olduğunun doğru bir tasviri olarak 'chopped and screwed' şeklinde tanındı. Güney rap'inin en büyük başarılarından biri, zihninizi değiştirmekle ilgili bir müzik yapmaktı. (DJ Screw albümlerini dinlemenin en büyük eşlikçisi, kocaman bir plastik bardakta servis edilen, kodein öksürük şurubu ve soda karışımı bir içecek olan 'lean' idi.)

Screw (asıl adı Robert Earl Davis Jr.), bataklık içindeki beton yığını Houston'ın doğal olmayan yaşam alanını alıp ona mükemmel bir fon müziği kazandırdı; bu müzik, Knowles kardeşler ve Travis Scott'tan 1996 tarihli işyeri komedisi 'Office Space'te Houston grubu Geto Boys'un 'Still' şarkısını kullanan yönetmen Mine Judge'a kadar birçok kişiyi etkilemeye devam edecekti.

Screw'un 2000 yılında aşırı dozda kodeinden ölmesi, oluşmasına yardımcı olduğu alt kültürdeki risklerin acımasız bir hatırlatıcısı oldu. Karanlık bir tesadüf eseri, merhum George Floyd, 2020'deki trajik cinayeti, küresel çapta bir protesto hareketini başlatmadan çok önce, Screw'un bazı kasetlerinde rap yapmıştı. Bugünlerde Screw'dan saygılı bir tonda bahsediliyor; o kadar basit ve dönüştürücü bir fikre sahip bir vizyoner ki, gençler hâlâ YouTube ve TikTok'ta şarkıları yavaşlatmanın (ve hızlandırmanın) heyecanını keşfediyor. 



Lauryn Hill tarih yazıyor




Grammy'nin, 1989'da rap performansı kategorisini ve 1995'te rap albümü kategorisini ilk kez tanıtmasından bu yana hip-hop ile karmaşık bir ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz. Türün ticari hakimiyetine, yaratıcı parlaklığına ve kültürel damgasına rağmen, sadece iki hip-hop albümü genel anlamda yılın albümü ödülünü kazandı.

İlki, 1999 yılında Lauryn Hill'in müjdelenen ilk solo albümü 'The Miseducation of Lauryn Hill'di. Hill, iki yıl önce Fugees'in 'The Score' albümündeki performansıyla rap albümü ve R&B performansı ödüllerini kazanarak zaten Grammy'nin favorilerinden biri olmuştu. 'Doo Wop (That Thing)', 'Ex-Factor' ve 'Everything Is Everything' adlı hit single'ları içeren 1998 tarihli 'Miseducation', 10 dalda Grammy ödülüne aday gösterilip, yılın albümü de dahil olmak üzere beş dalda ödül kazanarak, siyahi müziğin en önemli başarılarından birine imza attı.

Dört yıl sonra Atlanta'dan OutKast, 'Speakerboxx/The Love Below' ile en iyi albüm ödülünü kazandı. O zamanda bu yana hiçbir rapçi en büyük ödülü kazanamadı ve Drake'in başını çektiği bazı rap sanatçıları, Grammy değerlendirmesine müziklerini göndermeyi bırakacaklarını söylediler. Ancak 1999'daki parlak bir gecede Hill, gezegendeki en beğenilen müzisyendi ve hip-hop'ın Bronx'tan, endüstrinin ve kültürün zirvelerine uzanan uzun ve sıkıntılı yolunu tamamlamış oldu. 





Ghostface Killah, Wu'yu yeniden canlandırıyor




1990'ların sonunda, Staten Island'ın çığır açan rap devi Wu-Tang Clan'in popülaritesi azalmıştı. İkinci Wu-Tang solo albümlerinin yarattığı hayal kırıklığı hâlâ sürerken, grubun en esrarengiz üyesi Ghostface Killah, 2000 yılının başlarında ikinci albümü 'Supreme Clientele' ile ezber bozdu.

Albümün yayınlanması, ruhani rehberlik ve diyabet hastalığına alternatif tedavi arayışı için Afrika'ya yaptığı yolculuk, dönüşünde bir soygun girişimi nedeniyle New York'taki Rikers Island'da dört ay hapis yatması ve grup arkadaşı RZA'nın bodrum katındaki stüdyonun sular altında kalması nedeniyle gecikti.

Gerçek bir sevgi ve kaos emeği olan sonuç, tüm gecikmelere değdi. 1996'da çıkardığı 'Ironman' ile solo bir sanatçı olarak kendini kanıtlamayı hedefleyen Ghostface, beş yıldan kısa bir süre sonra, 2000'lerin ilk büyük rap albümünü çıkardı. 

Ironman-Tony Stark alter egosuna sahip Ghostface, albümün başı ve sonunda, "Ironman, bizi vaat edilmiş topraklara götür," diye bağırıyor. Her şeyden önce, 'Supreme Clientele', Ghostface'in gevezelik yeteneğinin üst düzey bir vitrini, her mısra keyifle kafa karıştıran detaylarla dolu. Coşkulu açılış parçası 'Nutmeg'de "King Tut, şapkasıyla tahtta yanıyor." 'The Grain'de Kraliçe Elizabeth'in operada bacağını "Whopper'dan elbisesine bulaşan ketçapla" ovduğunu hayal ediyor. 'One'da sarımsaktan yapılmış kafiyelerle övünüyor ve belki de en kötü şöhretlisi 'Apollo Kids'te şarkı sözlerini fırında ziti ile kıyaslıyor. Bu arada 'Cherchez LaGhost', parti kaydı formatını Ghostface'in eksantrikliklerine göre eğip büküyor. 

RZA, The Times'a telefonla verdiği demeçte, "Ghost, lirik yeteneğinin zirvesindeydi," dedi. "O albümle ilgili her şey bir zirveydi."  

Prodüksiyonun çoğunu RZA üstlense de, Wu-Tang üyesi Mathematics ('Mighty Healthy' ve 'Wu Banga 101'), Beatnuts'tan Juju ('One') ve hattâ Ghostface'in berberi Black Moes-Art ('Nutmeg') önemli katkılarda bulunuyor. Albüm boyunca, 2000'lerin hip-hop'ının büyük bölümünü tanımlayan soul sample'ları her yerde mevcut ve Ghostface'in kişisel zevklerini yansıtıyor: Onu boş zamanlarında Brown, Isaac Hayes ve Solomon Burke dinlerken hayal etmek çok kolay. 

'Supreme Clientele', Ghostface Killah'nın, sanatının alamet-i farikası haline gelen serbet formlu ifadeyi yükselterek Wu-Tang Clan'i milenyuma yönelndirdiği andır. Gerçek Ghostface tarzında, bu başarıyı mücevherli bornozları ve Clarks Wallabees'leriyle, Director X ve Chris Robinson gibi isimler tarafından 35 mm'de çekilen görüntülerle gerçekleştirdi. Tony Stark'ın kendisi bile asla bu kadar cesur olamazdı. 



Jay-Z ve Nas kapışıyor


2001 yılına gelindiğinde Jay-Z, sokaklar, pop listeleri ve kulüpler için altı yıllık bir marşlar dizisi biriktirmişti bile. Ancak 11 Eylül'de yayınlanan 'The Blueprint' tamamen farklı bir şeydi. Genelde temkinli davranan Shawn Carter, bugüne kadarki en duygusal müzikal ifadesinde bir anlık kırılganlık sergiledi. Hov, yıldızlığın ('Heart of the City [Ain't No Love]') ve aşkın ('Song Cry') tuzaklarını düşünürken, lirik üstünlüğünü ('U Don't Know') sergilemek için yine de zaman buldu.

Elbette 'The Blueprint' sonsuza dek, Jay-Z'nin rapçi Nas ile olan destansı rekabetiyle bağlantılı olacak. Kanye West prodüksiyonu, Doors sample'lı 'Takeover' tüm rap savaşlarının atasını ateşledi ve iki kafiye devi arasındaki hesaplaşma, her yerdeki hip-hop severlerin hayal gücünü ele geçirdi. Kazanan mı? 'Ether' ile verdiği acımasız yanıtın ardından tamamen yeniden canlanan Nas, Halkın Şampiyonu ilan edilirken, Jay kusursuz bir başyapıt olan 'Blueprint'in ışıltısının tadını çıkardı. 






Eminem, '8 Mile'la tekte vuruyor



Annem bir daha asla 'Lose Yourself'in nakaratı beyninizde çalıp durmadan spagetti yapamayacak.

2002 yılında Eminem, müzik dünyasının en büyük yıldızıydı ve aşırı şiddet içeren, tartışmaya açık bir şekilde kadın düşmanı ve homofobik şarkı sözleriyle hem sağ, hem de sol kesimde şaşkınlık yaratıyordu. Akıl hocası Dr. Dre'nin yönetiminde, N.W.A.'in hip-hop'ı yeniden gerçekten tehlikeli gösterme mirasını takip etmişti (ona benzeyen onlarca kişinin yer aldığı, 2000 VMAs'taki esprili performansını izleyin).

Ancak hayat hikayesi de bir o kadar ilgi çekiciydi: Siyah hip-hop'ın büyüsüne kapılmış, fakir bir beyaz çocuk, rap müziğe aşık ama bu müzikteki yerinden haklı olarak emin olamayan bir teknik deha. Detroit'in battle-rap ortamındaki ilk yıllarının hafifçe kurgulanmış bir biyografisi olan '8 Mile', büyük ölçüde Eminem'in hayatından faydalandı ve MC, bu rolde değerli ve ilgi çekici bir oyuncu olduğunu kanıtladı.

Ancak '8 Mile', rap sanatının kendisi hakkında en iyi filmlerden biri olarak kendi başına durmakta -- enstrümanınızı ve estetiğinizi geliştirmek için yorucu bir çalışma, türün günlük hayatınızın eziyet ve güvensizlikleriyle çelişen aşırı karizma gerektirme yolları ve bir adamı katatoniye sokmanın mutlak heyecanı. Filmin coşkulu son kapışma sahnesi, adrenalin patlaması yüzünden koltuğunuzu ters çevirmek istemenize neden olacak.




Outkast ve Atlanta, hip-hop'ta liderliği ele alıyor




1995 yılında OutKast'ten Big Boi ve Andre 3000, New York'taki Paramount Tiyatrosu'nda düzenlenen ikinci Source Ödülleri'nde sahneye çıktı; Atlanta çıkışlı ikili, rap dergisi tarafından, yılın en iyi yeni grubu ödülüne layık görülmüştü. Çoğunluğunu New York ve Los Angeles rap dünyasının önde gelen isimlerinin oluşturduğu alayca kalabalık, ya icat ettikleri ya da hakim oldukları bir türde, yabancılara saygı duymuyordu ve neredeyse OutKast'i sahneden indireceklerdi, ancak daha önce Andre bir kehanette bulunacaktı.

Andre, "Şöyle bir şey var, bu at gözlüklü insanlardan bıktım," dedi. "Sanki bir demo kasetimiz var ve kimse onu dinlemek istemiyor. Ama şunu belirteyim, Güney'in de söyleyecek bir şeyleri var." 

Sekiz yıl sonra, 2003'te, Atlanta tartışılmaz bir şekilde hip-hop dünyasının merkezi olmuştu. 


(Daha fazlasını okumak için şuradan devam edin.)



MF DOOM dikkat çekmeye başlıyor




Prodüktör Madlib, 2002 yılında Long Beach'teki Pasifik Akvaryumu'nda yürürken, Times muhabirine, hayallerinde, beraber çalışmak istediği iki isim olduğunu söyledi: Detroit'li ünlü beat-maker J Dilla ve hip-hop'ın maskeli adamı MF Doom. Aynı yılın ilerleyen günlerinde, yaptığı beat'lerin bir örneği Los Angeles'tan Doom'un Kennesaw'daki evine telefonla ulaştığında dileğine kavuşacaktı.

Madlib ve Doom bir araya gelerek Madvillain'ı kurdu; tamamlanmamış demoları çalınıp internete sızdırıldıktan sonra neredeyse hurdaya çıkan tek albümleri, kült klasik 'Madvillainy' oldu. Doom, 1940'ların film kesitleri ve katmanlı sample'lar arasında sözlerini nefes kesici bir kolaylıkla örüyor ve baştan sona mükemmel düzensiz ritmlere saçma sapan geçişler sığdırıyor. 

'Madvillainy'den altı ay sonra (ve ikinci kişiliği Viktor Vaughn ile 'Venomous Villain'ı yayınladıktan üç ay sonra) Doom, 'Mm... Food' ile geri döndü ve en beğenilen solo projesinde hem rapçi, hem de prodüktör olarak kendini gösterdi. On dokuz yıl sonra, 'Madvillainy' ve 'Mm... Food', Doom'un kataloğunun zirvesinde yer alıyor ve bir nesil sanatçıyı etkilemiş durumda. 2020'nin son gününde ölüm haberi duyurulduğunda Q-Tip, Doom'u şöyle tanımlamıştı: "En sevdiğiniz rapçinin en sevdiği rapçi."



Mixtape'ler, araba bagajından internete geçiş yapıyor




CD döneminin zirvesi ile streaming'in yükselişi arasında albüm endüstrisi illegal bir dönem yaşadı. Napster bir anda büyük şirketlerin altından zemini çekti; iTunes, arkadaşlar arasında paylaşmak için favori şarkılardan oluşan özel karışık CD'ler yazmayı kolaylaştırdı. O zaman da şimdi olduğu gibi hip-hop, baskın ticari formatlardan daha hızlı, daha gri bir pazara ihtiyaç duyan belirli bir hızla hareket ediyordu.

Mixtape'ler --orijinal materyal, diğer sanatçıların yeniden işlenmiş parçaları, single'lar, remiksler ve diğer garipliklerden oluşan koleksiyonlar-- 2005'ten önce de vardı, ancak o yıl, internet çağında bir araç olarak kendilerini buldukları yıldı. Artık bir rapçinin arabasının bagajına gidip bir tane almak gerekmiyordu -- artık çevrimiçi olarak kolayca paylaşılabiliyordu. O yıl, Datpiff isimli indirme sitesi, yeni sanatçıların mixtape'leri ve daha çok sokak seviyesini hedefleyen süperstarların materyalleri için merkezî bir takas ortamı olarak ortaya çıktı. Clipse ve Young Jeezy gibi sanatçılar bu sitede yükselişe geçti ve ulusal çapta kariyere sahip oldular.

Döneme damgasını vuran başarılardan biri, Lil Wayne ve Gangsta Grillz serisi kısa süre sonra hip-hop'ın en popüler parçası haline gelecek olan DJ Drama adlı genç bir Atlanta'lının ilk mixtape işbirliği olan 'Dedication' oldu. Wayne'in serbest çağrışım dehasının gevşek bir şekilde bir araya getirilmiş bir vitrini olan bu mixtape, 29 şarkıyı bir araya getirerek, Wayne'in Hot 100'e hükmedeceği yılların sonunun habercisi oldu. Gangsta Grillz o kadar dikkat çekti ki, 2007'de Drama'nın evine baskın yapılmasına sebep oldu. Mixtape kültürü, okyanusun diğer tarafına da yayıldı: Birleşik Krallık'ın yeni ortaya çıkan grime ortamının 2005 tarihli bir derlemesi olan 'Run the Road', kentsel rahatsızlığa buz gibi yeni bir bakış açısı sundu. 




Three 6 Mafia, Oscar kazanıyor




"Akademi ödülü sahibi, Three 6 Mafia." Bunu söylemek hâlâ harika hissettiriyor. 

Memphis çıkışlı goth-rap grubu, seks, uyuşturucu ve korku filmlerine aşık, kasvetli ve karanlık sound'uyla 2000'li yılların ortalarında bir yeraltı efsanesiydi. Yapımcı John Singleton ve yönetmen Craig Brewer, hip-hop sayesinde yeni bir hayat kurmaya çalışan Memphis'li bir pezevengin (Terrence Howard) hikayesini anlatan 'Hustle & Flow' için şarkı sözü yazarlarına ihtiyaç duyduklarında, başvuracakları tek bir yer vardı.  

Film beklenmedik bir başarı elde etti ve Three 6 Mafia'nın 'It's Hard Out Here for a Pimp' şarkısı --filmde Taraji P. Henson tarafından söylendi-- Dolly Parton ve en iyi film ödülünü kazanan 'Crash'ten 'In the Deep' ile birlikte orijinal şarkı dalında Oscar adaylığı kazandı. Three 6 Mafia'nın bu ödülü alması çok zor görülüyordu ama grup, yayın sırasında Henson'la birlikte sahneye çıkıp şarkıyı söyledi.

Queen Latifah zarfı açıp da Three 6 Mafia'nın kazandığını açıkladığında, gözle görülür bir sevinç yaşadı. Beyzbol şapkaları ve diş takılarıyla sahneye çıkıp kendilerinden geçen Juicy J, DJ Paul ve Frayser Boy (sahnede onlara katılan Crunchy Black ile birlikte) akıllarına gelen herkese teşekkür etti ve sinema ve müzik tarihine geçmiş olarak sahneden indi.

Sunucu Jon Stewart, "Bir şey söyleyeyim mi, sanırım burada bir pezevenk için işler az daha kolaylaştı," dedi. "İşte Oscar böyle kabul edilir!"



Soulja Boy'un çıkışı




Kanye West ve 50 Cent'in, sektörün en güçlü iki albüm şirketi tarafından desteklenen önemli bir albüm savaşında karşı karşıya geldikleri yıl, DeAndre Way adında 17 yaşındaki bir Atlanta yerlisi, MySapce sayfasına 'Crank Thar (Soulja Boy)' adlı kaba saba bir parça yükledi. Kırpılmış vokalleri ve FL Studio'nun demo versiyonundaki stok seslerden oluşan ritmine rağmen (ya da bu yüzden), şarkı bir orman yangını gibi yayıldı; görünürlüğü, ülkenin dört bir yanındaki çocukların tüm akışını kopyalamasına neden olan yaratıcı ama taklit edilebilir bir dansla arttı (simgesi olan uzun tişörtü üstlerinde olsun ya da olmasın).

Billboard Hot 100 listesinde yedi hafta boyunca zirvede kalan şarkıdan daha etkili olan şey, Soulja Boy'un başarıya ulaşmak için kullandığı, tüketiciye doğrudan yaklaşımdı. Atlanta'lı rapçi, şarkıyı sadece kendi MySpace sayfasına yüklemekle kalmadı, aynı zamanda LimeWire gibi müzik indirme sitelerini linklerle doldurdu ve dinleyicileri, şarkıyı indirmeleri için kandırmak amacıyla genellikle şarkıyı farklı bir hit şarkıymış gibi yanlış şekilde isimlendirdi. Geleneksel albüm şirketi sistemini atlayarak, o dönemde müzik dağıtımını tanımlayan duvarları yıktı ve 2010'larda SoundCloud ortaya çıktığında, gelecekteki sanatçıların onun ayak izlerini takip etmeleri için kapıları açtı.

Sonunda büyük şirketler ona ulaştı -- Soulja Boy, yapımcı Mr. Collipark'ın Interscope Records şirketiyle anlaştı ve o yılın sonlarında şarkıyı uygun bir videoyla birlikte yeniden yayınladı. 




Lil Wayne, 'Tha Carter III' ile durdurulamaz oluyor




Lil Wayne, George W. Bush'un başkanlığının ikinci yarısından Obama yönetiminin ilk yıllarına kadar, rap sanatında yüksek sayıda üretim konusunda ustalaştı. Bir zamanlar Hot Boyz'un en genç üyesi olan, New Orleans'ın Hollygrove mahallesinin gururu, Cash Money Records'ın para kaynağı haline geldi. Şirketin başarısını omuzlayan Wayne, ilk iki 'Carter' albümünün yanı sıra mixtape'ler aracılığıyla da tonla şarkı yayınlayarak evrimini tamamladı. Tanınmaya başladıktan sonra da akıl almaz bir hızla remiksler üretti ve başka rapçilerin şarkılarında yer aldı.

Wayne, 2005'teki 'Tha Carter II'da, kendisini yaşayan en iyi rapçi ilan etti. 2008'in uzun süre ertelenen ve sık sık sızdırılan 'Tha Carter III'si, Wayne'in, hip-hop tacını almak için uzanması anlamına geliyordu.

Albümü '3 Peat' ile açtıktan sonra Wayne, 'Mr. Carter'da Jay-Z'dan bayrağı hevesle alıyor ve kendisini efsanelerle sohbetin içine yerleştirmek için öne atılıyor. "And next time you mention Pac, Biggie or Jay-Z / Don't forget Weezy, baby!" diye coşkuyla rap yapıyor. 'Dr. Carter' şarkısında, Swizz Beatz'in şık David Axelrod sample'ı eşliğinde hip-hop'ı yeniden canlandırıyor. Babyface'in yardımıyla 'Comfortable'da nazik bir kadın avcısını oynuyor.   

Wayne'in deney yapma konusundaki isteği, 08'in en büyük şarkılarından biri olan ve şimdiye kadar yaptığı her şey kadar başarılı bir şekilde anlaşılmaz olan 'Lollipop'u ortaya çıkardı. Ve eğer sadece onun kendinden geçtiğini duymak istiyorsanız, nakaratsız, benzer şekilde kaçınılmaz 'A Milli' vardı. 

Hem 2004 tarihli 'Tha Carter', hem de 'Tha Carter II', kalite açısından 'Tha Carter III'yi gölgede bırakmış olabilir, ancak ilk haftasında 1 milyondan fazla satan 'Tha Carter III', Wayne'in yalnızca kendi gezegeninde yaşayarak hip-hop evreninin merkezi haline geldiği an olarak öne çıkıyor.

 



Drake ve sadboi rap'in yükselişi





Hip-hop, türün geleneksel erkeksi maskülenliğinin yanı sıra, her zaman biraz iç gözlem ve duyarlılık içermiştir. Ancak 2009, Sadboi rap'in karamsar, melodik türü için zirve noktasıydı; hiçbir ün ya da para, kaçıp giden birinin bıraktığı boşluğu dolduramazdı.

O yıl, hassasların baştacı Drake, 'Best I Ever Had' ile ilk Top 10 single'ına imza attı. Aşk acısını anlatan şarkı, bir nesil boyunca hip-hop'ın olmazsa olmazı haline gelecek olan, nazikçe mırıldanılan nakaratların yolunu açtı.

Yine o yıl, rapçi, aktör ve anime yapımcısı Kid Cudi, dönemi belirleyen albümü 'Man on the Moon: The End of the Day'i çıkardı. Prodüktörlüğünü, '808s & Heartbreak' albümü henüz çıkmış olan, Drake'le benzer düşüncelere sahip Kanye West'in üstlendiği albüm, saykedelik hisleri, indie-rock melodilerini (MGMT ve Ratatat prodüktörleri sayesinde) ve rap, sarhoş şarkı söyleme ve dış ses anlatımı arasında bir yerde duran bir vokal sunumunu harmanladı. 

Albmümün en önemli parçası olan 'Day n Nite', nakaratı blog-house ikilisi Crookers tarafından remikslenip popüler bir dans şarkısında kullanılınca, ikinci kez patladı. Eğer Bardot ya da Cinespace'te aşkı aramaya çıktıysanız, Cudi'nin sesi sizi tekrar toparlamak için oradaydı.   





Nicki Minaj, 'Monster' ile beyinleri yiyor




Minaj, Kanye West'in 'Monster' adlı yıldızlar geçidi şarkısında rol çalan sözlerini söylediğinde çoktan listelere girmişti. Görünüşü ne kadar ikonikti? "Kral olabilirsin ama kraliçenin fethini izle," diyen Minaj; Rick Ross, West ve özellikle Jay-Z'yi gölgede bıraktı. Minaj'ın performansı, kadınların güçlenmesinin meydan okuyan bir beyanı olduğu kadar, muhteşem bir şekilde akıldışı bir lirikal esneklik (Pekala, ilk önce beynini yiyeceğim..."), rap tarihinin en unutulmaz şarkı bitirişlerinden biri olarak yerini alıyor. 





Tyler, the Creator bir marka haline geliyor






Şubat 2011'de Tyler, the Creator, bir hamamböceğini canlı canlı yedi ve 'Yonkers' adlı şarkısının siyah-beyaz videosunda kendini "astı". Yıl sonuna doğru Los Angeles'taki Fairfax Avenue'de Odd Future mağazasını açtı. Bu arada, Tyler'ın müziği ve markası her zaman kendi şartlarına göre olgunlaşıp genişledikçe, önümüzdeki 10 yıldan fazla bir süre boyunca büyüyen sayıda ateşli takipçilere sahip, her şeye karşı bir kişilik olarak kendini kanıtladı. 

Tyler'ın fırtınalı yılının tohumları 2007 yılında, kendisi ve internetten yetişe rapçiler, prodüktörler ve patencilerden oluşan bir Los Angeles kolektifi olan Odd Future Wolf Gang Kill Them All'u, kısaca Odd Future ya da OFWGKTA'yı kurduğunda atıldı. Aralarında Earl Sweatshirt, Frank Ocean ve Syd gibi geleceğin sanatçılarının da bulunduğu bu kutuplaştırıcı hilebazlar grubu, kendi yayınladıkları mixtape'ler ve sıradışı YouTube videolarıyla kısa sürede büyük bir hayran kitlesi oluşturdu. 

Tyler'ın 2011 tarihli albümü 'Goblin', 'Yonkers'ın yıpratıcılığını, dine, otoriteye, okula ve hemen her şeye karşı duyduğu küçümsemeden beslenen eşit derecede çatışmacı parçalarla destekledi. Korku temalı şarkı sözleri, onu ebeveynlerin hedef tahtasına oturttu ve konserlerinin dışında bir dizi protestocuya maruz kalmasına neden olurken, aynı zamanda her yeni garipliğini de genç nesillere sevdirdi. Odd Future mağazası 2015 yılında kapılarını kapattı, ancak Golf Wang sokak giyim serisinin amiral gemisi mağazası birkaç yıl sonra bloğun hemen aşağısında açıldı ve bugün bile kapıda kuyruklar var. Golf Wang milyonlarca dolarlık bir işletmeye dönüşürken, Tyler'ın Dodger Stadyumu'nda her yıl düzenlediği Camp Flog Gnaw festivali de Los Angeles'ın en çok beklenen müzik etkinliklerinden biri haline geldi. Bu yıl 11-12 Kasım'da yapılması planlanan festivalin biletleri, daha kadro açıklanmadan tükendi.     




Chief Keef, 'I Don't Like' ile drill'i tanıtıyor


Eşit şartlarda kıyas edildiğinde çok az single, kendinden sonra gelen hip-hop üzerinde Chief Keef'in 'I Don't Like'ı kadar etkili olmuştur.

Keef, prodüktör Young Chop ve konuk sanatçı Lil Reese, Keef'in şikayetlerinin çalkantılı, sıçratıcı ve alaycı bir şekilde sıralandığı bu parçayı kaydettiklerinde Keef henüz bir gençti ve dünyayı Chicago'nun amansız hip-hop tarzı drill ile tanıştırdı. Heyecan verici olduğu kadar sinir bozucu da olan şarkı, 50 Cent'in yansıttığı o sokak havasının mirasçısıydı. Ama aynı zamanda Chicago'nun çete suçları ve genç Siyah sakinlerinin çoğunu öldüren silah şiddetinin gerçek yüzüne açılan bir kapıydı.

Çocukken zaten ürkütücü bir suç geçmişi olan Keef, savcıların Pitchfork için bir video röportajı sırasında bir atış poligonunda silahla eteş ederek şartlı tahliyeyi ihlal ettiğini iddia etmesinin ardından neredeyse kendisini hapse geri gönderiyordu. Bir şarkısını Kanye West'in remikslemesinin ardından Keef, heyecan verici kanun dışı müzik ile onu doğuran gerçek kan dökücülük arasındaki sınırlar hakkında rap dünyasında bir girdabın merkezi haline geldi. 

Keef sonunda olgunlaştı ve drill, kıtalar ile okyanusları aştı. Londra'nın grime ortamı onun sert dokularının ve hızlı hi-hat'lerinin çoğunu benimsedi. New York'ta ise Pop Smoke ve DD Osama gibi yıldızları ortaya çıkaran ve polislerin ve hükümetin öfkesini yeniden kazanan, hoşnutsuz bir Siyah gençlik alt kültürünün sesi haline geldi. On yıldan uzun bir süre sonra, 'I Don't Like' sadece patlamakla kalmıyor, yankılanıyor da. 








'Migos flowu'nun doğuşu


Medusa'dan ve Yunan mitolojosinin yılan saçlı figürünü markasının ön saflarına yerleştiren İtalyan moda evinden ilham alan sözlerle hip-hop'ı ele geçiren şey, tempo oldu. Migos'un 'Versace' şarkısı, artık evrensel hale gelen üçlü akışı en yıkıcı haliyle sergilerken, grubun tekrara dayalı vokallerine bolca alan bırakan, parıldayan zilleri üzerinde dans ediyordu. 

'Versace', üçlüyü 2010'ların en önemli rap grubu olarak pekiştirecek bir yükselişin kıvılcımını çaktı. Şarkı, Drake'in bir remiksle daha da ileriye taşımasının ardından Billboard Hot 100'de 99 numaraya kadar yükseldi, ancak etkisi, bir listenin ölçebileceğinden çok daha öteye uzanıyor -- Travis Scott, Lil Baby ve hattâ Ariana Grande, 'Migos flowu'nu kullanarak hitler yaparken, 'Versace', Migos'un efsanevi repertuarında önemli bir parça olmaya devam ediyor. Eğlenceli bir bilgi: Genius'a göre Quavo, Offset ve merhum Takeoff, orijinal şarkıda 163 kez 'Versace' kelimesini kullanarak, toplam sözlerin yüzde 32'sini oluşturuyor.   



Killer Mike, Ferguson Olayları'na kayıtsız kalamıyor 




Şans --ya da belki kader-- Killer Mike'ı, 24 Kasım 2014'te, büyük jürinin, beyaz polis memuru Darren Wilson'ı; o yaz, ölümü, Missouri eyaletinin Ferguson şehrindeki geniş çaplı protesto eylemlerini ateşleyen silahsız Siyah genç Michael Brown'ı öldürmekle suçlamayı reddetmesinden sadece saatler sonra sahneye çıkardı. Mike, partneri MC ve prodüktör El-P ile Run the Jewels konserine başlarken, bir hayranının internette videosunu yayınlamasının ardından kısa sürede viral olan tutkulu bir konser öncesi konuşmasında, bölgeden yayılan öfkeyi --ülkeden yayılan öfkeyi-- yönlendirmek için ânı yakaladı. 

St. Louis Ready Room'daki kalabalığa, El-P ile sahneye genellikle Queen'in 'We Are the Champions' şarkısıyla çıktıklarını söyleyen Mike, duygudan çatlayan bir sesle, "ne kadar yaparsak yapalım, ne kadar bir araya gelirsek gelelim, bir şey gelip kıçınıza tekmeyi basıyor ve kendinizi şampiyon gibi hissetmiyorsunuz," dedi. Gözyaşları içinde, oğullarının güvenliğinden neden endişe ettiğini açıkladıktan sonra Amerikan polis teşkilatının "savaş makinesiyle" --"sizi bir pil olarak kullanan savaş makinesi"-- savaşmaya yemin etti. Arından ikilinin DJ'i müziği verdi ve salon, bastırılmış bir öfkeyle patladı.

Killer Mike, Atlanta'lı Outkast ile başlayan kariyerinin bu noktasında, kendisini Public Enemy ve Boogie Down Productions'ın temsil ettiği gürültülü rap geleneğinin mirasçısı olarak konumlandırmıştı bile; Ekim 2014'te ücretsiz olarak indirilebilen 'Run the Jewels' albümü, 'Early' ve 'Close Your Eyes (And Count to F--)' gibi şarkılarda sistemik ırkçılık ve polis şiddeti arasındaki ilişki üzerine kafa yoruyordu. Ancak, St. Louis'deki konuşma, Mike'ın, hip-hop'ın en görünür aktivistlerinden biri olarak varlığını sağlamlaştırdı; bu rol, sonraki on yıl boyunca sivil itaatsizliğin en etkili biçimleri, Siyahların silah sahibi olmasının önemi ve Bernie Sanders'ın başkanlık yarışına verdiği destek hakkında konuşurken --rap çevrelerinden her zaman aynı övgüyü almadı-- yerine getireceği bir rol oldu.

Ferguson'dan altı yıl sonra, George Floyd'un Minnesota'da öldürülmesi sonucunda ülke çapında başlayan protestoların ortasında, El-P ile birlikte, 'RTJ4'ü planlanandan iki gün önce yayınladı. Yaptıkları açıklamada, "Siktir et, neden bekliyoruz ki," dediler. "Dünya, boğaların istilasına uğramış durumda -- işte size bunlarla uğraşırken dinleyebileceğiniz bir şey."  



Joe Budden, rapçilikten podcast işine geçiyor


Bugün tüm podcast dünyasında (Rogan'ın ardından) en ünlü ikinci Joe olabilir. Ancak Budden, kendi adını taşıyan programını başlattığında, çoğu kişi tarafından en büyük hiti olan 2003 tarihli 'Pump It Up' şarkısını on yıldan fazla bir süredir geride bırakmış bir MC olarak tanınıyordu.

Budden'ın rap yaptığı günlerde ve New York'taki Hot 97 ve VH1'deki 'Love & Hip-Hop' programlarında edindiği mikrofon arkasındaki rahatlığı, onu 'Serial'ın büyük başarısının ardından patlayan konuşkan podcast aleminde yer edinmesini kolaylaştırdı. Ancak Budden'ın müzmin huysuzluğu ve dedikoduya olan dinmek bilmez susuzluğu da öyle; insanların onu dinlediğine dair ilk işaretlerden biri, programında Drake'e laf atması ve ardından yıldız rapçinin, French Montana'nın bir single'ına yazdığı sözlerle ona yanıt vermesini keyifle izlemesiydi.

'The Joe Budden Show'u tanımlayan açık sözlü ama iyi bilgilendirilmiş bir yorum --onu ESPN'de maç yorumlayan emekli bir oyun kurucu gibi düşünün-- o zamandan beri rap, medya alanında taklit edildi, fanların haberleri tüketme şeklini değiştirdi ve geleneksel gazetecilerin otoritesine meydan okudu.  





Kanye West uçurumun kenarında




En hafif tabiriyle 2016, Amerika'da pek çok şeyin değiştiği bir yıl oldu. Ülkenin bir bölümünü diken üstünde tutan şeylerden biri de West'in, kariyerinin ortalarında gospel füglerine ve görkemli prodüksiyonlara yönelmesinin zirve noktası olan 'The Life of Pablo' albümüydü. 

Mutlak bir mükemmeliyetçi ile tedavi edilemez bir nevrotik arasında bir yerde olan West, 'Pablo'nun son düzenlemesinden tam olarak memnun olmadığına ve yeni bir deneye girişeceğine karar verdi -- albüm aslında hiçbir zaman bitmeyecekti. 'Stream' hizmetlerinin yaygınlaşmasından sonra, albüm üzerinde istediği gibi oynamaya devam edebilecek uygun gördüğü yeni versiyonları yükleyebilecekti. Çoğu değişiklik, küçük miks güncellemeleriydi, ancak yeni bir outro ekledi ve konuk sanatçıların bazı dizelerini geri koydu.

2016 aynı zamanda onun, kelimenin tam anlamıyla bir çıkıntıya doğru yürüyüp oradan uçuruma baktığı yıl oldu. İlk olarak, Saint Pablo turnesi için çığır açan bir sahne kurulumuyla, aşağıdaki seyircilerin üzerinde yükselen bir platform üzerinde performansını sergiledi. Ama aynı zamanda, akıl hastalığıyla mücadele ettiği bir hayatın ardından, Donald Trump'ı desteklediğini açıkladı ve paranoyak bir çöküşün ardından kendisini hastaneye yatırdı. West'in hikayesi hoş olmayan bir düşüşle sona eriyor, ancak 2016'da hâlâ yerinde durmaktan asla memnun olmayan, sinirli ve huzursuz bir sanatçıydı. 



Nipsey Hussle, Marathon Clothing mağazasını açıyor



Hussle, 2018 tarihli single'ı 'Rap N--'de cesurca "I ain't nothin' like you f-- rap n--" dediğinde, müziğin çok ötesini düşünüyordu. Rapçi ve girişimci, konuştuğu gibi ilerledi; 'Neighborhood Nip' olmak, kaynakları doğup büyüdüğü Crenshaw halkına geri akıtmak manasına geliyordu. 

Hussle, 2018'de Atlantic Records ortaklığıyla ilk albümü 'Victory Lap'i yayınlamadan önce bağımsız bir sanatçı olarak kendine bir yer bulmuştu. Haziran 2017'de Crenshaw Bulvarı ve Batı Slauson Caddesi'nin kesiştiği yerde Marathon Giyim mağazasının açılışı da dahil olmak üzere, her iş girişimine bu 'Kendin Yap' ruhunu getirmişti. 

Hussle'ın kardeşi Samiel 'Blacc Sam' Asghedom'un yanı sıra Karen Civil ve Steve 'Steve-O' Carless ile birlikte kurduğu mağaza, Marathon Clothing markası için fiziksel bir perakende satış yeri olarak hizmet verdi, ancak aynı zamanda müşterilere, bir uygulama aracılığıyla özel içeriğe erişim sağladı. İddiali bir girişimdi bu, ancak asıl önemi, konumuydu: Burası Hussle ve Blacc Sam'in daha önce kavga ettikleri, polisle karşı karşıya geldikleri ve Hussle'ın, mixtape'lerini arabasının bagajından sattığı yerdi.




Hussle, Los Angeles'ın güneyinde ve ötesinde, kendisi gibi büyüyen insanlara örnek olmaya kendisini adamıştı. Bu amaçla Marathon Clothing mağazası, Hussle'ın kendi kendine yetme ve toplum için çalışmaya dayanan zihniyetinin fiziksel bir tezahürüydü. Sonunda Hussle, alışveriş merkezini satın aldı ve burayı iş imparatorluğunun ana üssü haline getirdi. 

Trajik bir şekilde, burası Hussle'ın ölümle tanıştığı yer oldu. Mart 2019'da Marathon Clothing mağazasının önündeki otoparkta vurularak öldürüldü. Amiral gemisi konumundaki mağaza, Hussle'ın öldürülmesinin ardından kapandı, ancak burası artık Hussle için bir anıt olarak hizmet veriyor ve dünyanın dört bir yanından insanları, saygılarını sunmaya çekiyor. Uygun bir şekilde, şehir yönetimi, Crenshaw ve West Slauson kavşağının adını değiştirdi: Artık resmî olarak Ermias 'Nipsey Hussle' Asghedom Meydanı olarak biliniyor.




Kendrick Lamar, Pulitzer'e layık görülüyor



Daha önce hiçbir hip-hop sanatçısı, müzik dalında prestijli Pulitzer ödülünü almamıştı. Bu durum, Compton'dan çıkan Kendrick Lamar'ın, 2018'de Pulitzer komitesi tarafından "modern Afro-Amerikan yaşamının karmaşıklığını yakalayan etkileyici anlatımlar sunan, yerel özgünlüğü ve ritmik dinamizmiyle birleşen virtüözik bir şarkı koleksiyonu" olarak övülen 'Damn' albümü ile ödüle layık görülmesiyle değişti. Bir yıl sonra Lamar, Time dergisine, rap'in elit Pulitzer masasında klasik ve caz müziğe katılmasının önemi hakkında konuştu: "Bu, hip-hop'ta uzun zaman önce olması gereken şeylerden biri," dedi. "İnsanların bizi kucaklaması --toplumumuzun, kültürümüzün dışındaki insanların-- bunu sadece şarkı sözü olarak değil, bunun gerçekten acı bir şey olduğunu, bunun gerçekten incittiğini, bunların gerçekten hayatlarımızın kayda geçmiş hikayeleri olduğunu anlamaları uzun zaman aldı."




Partinin davetsiz misafiri Pop Smoke 





2019 yılında Bashar Barakah Johnson, New York'un tartışmasız bir şekilde kralıydı. Pop Smoke olarak tanınan 19 yaşındaki Brooklyn'li drill şarkıcısı, yaklaşık on yıl önce Chief Keef'in ses şablonunu aldı, ancak sound'a, türünün tek örneği olan bu kendine has dokunuşla derin, boğuk tonlamalarını ekledi. Ânında tutuldu: 'Welcome to the Party' ve 'Dior', şehirdeki her hoparlörden yankılandı ve sonuncusu, Billboard Hot 100 listesinde 22 numaraya dek yükseldi. 

Etrafındaki baş döndürücü ortam New York polislerini korkuttu, öyle ki Rolling Loud festivalinde şiddet korkusuyla onu sahneden indirdiler ve hip-hop'taki genç Siyah erkeklerin polisleştirilmesi konusunda yeni bir tartışma başladı. Ama Pop Smoke, 2020'de Los Angeles'ta öldürüldüğü âna kadar hip-hop'ın doğduğu yerde yeni bir dönemi tanımlıyordu. Ölümünden sonra çıkan ve listelerde 1 numaraya yükselen iki albümü, bir veda niteliğindeydi. 






Amerika, 'WAP'ın anlamını öğreniyor




Hip-hop'ın en büyük özelliklerinden biri de sıfırdan yeni argolar yaratma yeteneğidir. 2020'de Tiktok gençlerinden Fox News izleyicilerine kadar herkes 'WAP'ın tam olarak ne anlama geldiğini biliyordu.

Cardi B ve Megan Thee Stallion'ın doymak bilmez, neşeli ve müstehcen single'ı, ilk çıktığı anda eşi benzeri olmayan bir hit haline geldi. Salt-N-Pepa ve Lil Kim'in geleneklerini sürdüren single'ın neredeyse tek bir cümlesi bile aile gazetelerinde basılmadı, ancak aşırı sağcı podcast yayıncısı Ben Shapiro'nun, şarkının önermesinin akla yatkınlığı konusunda kelimenin tam anlamıyla tıbbi tavsiye almasına neden olacak kadar azgın bir şarkıydı (her yerdeki kadınların şaşkınlığına rağmen). 

Ama aynı zamanda ticari açıdan da başarılı oldu. ABD'de ilk hafta dinlenme rekorları kırdı ve Billboard Hot 100'ün küçük garajına kocaman bir kamyon park etti (1 numaradan giriş yaptı). Bir kova ve paspas alın, yılın şarkısı bu. 



Drakeo eve dönüyor


Gergin müziğin yaratıcısı ve yeni nesil L.A. rapinin ilham kaynağı, hapishanede üç yıl kaybetmişti. Her ne kadar 2019'da cinayetten beraat etmiş olsa da, dönemin Bölge Savcısı Jackie Lacey'nin çete komplosu suçlamalarını yeniden getirmesinin ardından Kasım 2020'ye dek hapiste kaldı ve 16 ay daha hapis yattı (Drakeo sonunda derhal serbest bırakılmasını sağlayan bir savunma anlaşması yaptı). 

2021 yılında, hak ettiği taç giyme töreni nihayet Novo'da kaplı gişe bir gösteri şeklinde gerçekleşti. Bu, Drakeo ve hukuk ekibinin, uğruna mücadele ettiği her şeyin doruk noktasıydı: Los Angeles şehir merkezinde, sahne arkasında arkadaşları ve ailesiyle ve seyirciler arasında her kelimeye eşlik eden hayranlarıyla birlikte olduğu güzel anlar. Radyocu ve gazeteci Rosecrans Vic, 2021'de The Times'a verdiği demeçte, "Onu tüm ihtişamıyla, herkes orada, kameralar açık, şarkı sözlerini söylerken görmek --yasal sorunları ve COVID sebebiyle çok gecikmişti-- bu yüzden sonunda gerçekleştiğini görmek çok güzeldi," dedi. 

İki aydan kısa bir süre sonra Drakeo, Once Upon a Time in L.A. festivalinin sahne arkasında ölümcül bir şekilde bıçaklandı. Cinayet hâlâ çözülemedi. 




Sıra, Porto Riko'da



2022'nin en büyük hip-hop albümü --herhangi bir türün de en büyük albümü-- uzun zamandır türün kaleleri olan Los Angeles, New York ya da Atlanta'dan gelmedi. Bad Bunny'nin reggaeton, mambo, bachata, synth-pop, dembow ve hip-hop'ın kendine özgü karışımını geliştirdiği ve büyük başarı kazanan dördüncü stüdyo albümü 'Un Verano Sin Ti'yi tanımlayan Porto Riko ve Dominik Cumhuriyeti'nden geldi. 

Diğer birçok kişinin yanı sıra Cardi B, Drake ve Travis Scott'ın da favori işbirlikçisi olan Bad Bunny, bu şarkılarda rap dışında şeyler de yapıyor mu? Elbette yapıyor. Ancak bu, aralarında Drake ve Travis Scott'ın da bulunduğu rapçiler için yıllardır geçerli. Hip-hop'ın sağlığı hakkında, yarım yüzyıl sonra hâlâ değişiyor, hâlâ büyüyor, hâlâ yeni seslere ve tarzlara kucak açıyor (ve yolunu buluyor) olmasından daha fazla ne söylenebilir? Elli yıl önce hip-hop, Bronx'ta mütevazı bir eğlence odasında doğdu. Şimdi ise evi tüm dünya.

Yorumlar